Görüş

Bir kriz yönetimi biçimi olarak sessizlik

Bu yazı yazıldığı sırada, IŞİD’in iki Türk askerini yakarak öldürüldüğü ana ilişkin olduğu iddia edilen videonun yayınlamasının üzerinden dört gün geçmişti. Görüldüğü kadarıyla bu süreçte verilen ilk “resmi” tepki, başlıca sosyal medya paylaşım sitelerine erişim engeli oldu. Perşembe gece saatlerinden itibaren Twitter, Youtube ve Facebook’a erişim engellendi. Facebook erişim engeli bir süre sonra kaldırılsa da Twitter ve Youtube’da engellemeler devam etti. Yine bu geçen süre içinde Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, “Üç tane askerimizin DEAŞ’ın elinde olduğunu değerlendiriyoruz ancak bundan öteki tüm yorumlar teyit edilmiş bilgi değildir”, Kalkınma Bakanı Lütfi Elvan “Biliyorsunuz özellikle sanal dünyada çok değişik manipülasyonlar yapılabiliyor. Bunu görmeden hem Silahlı Kuvvetlerimiz, hem Savunma Bakanımız, konuşmadan bu konuya bir beyanat vermek doğru olmaz” dedi. Türk Silahlı Kuvvetleri görüntüleri incelediğini duyurdu. Yine bu yazının oluşturulduğu saatte bahsi geçen “incelemenin” sonucuna ilişkin henüz bir açıklama yapılmamıştı. Yinelemekte fayda var: Şu ana kadar tam dört gün geçti.

Sessizlik sarmalı

Siz bu yazıyı okuduğunuz sırada açıklama yapılmış olabilir. Görüntülerin “kurgu” ya da “montaj” olduğu ileri sürülür, ya da o görüntülerdeki kişilerin askerler Sefter Taş ve Fethi Şahin’e ait olmadığı ifade edilebilir. Ya da tam tersi, o korkunç infazın kurbanlarının IŞİD’in kaçırdığı bu askerler olduğu açıklanır. Bu sürecin başından beri olduğu gibi açıklamadaki terminoloji bu konudaki haberlerin terminolojisini de açıkça belirleyecektir: “şehit edilen”, “infaz edilen”, “yakılan”… Ana akım haber kaynaklarının haberleri ilk iki kavram etrafında örecekleri öngörülebilir. Ya da açıklama gelmez ve genel “sessizlik” devam eder. Açıkçası resmi bir açıklama yapılması en başta ismi geçen askerlerin ailelerini ilgilendiriyor. Sefter Taş’ın babasıyla görüşen BirGün gazetesi muhabiri Zeynep Yüncüler, Aydın Taş’ın “şimdiye kadar hiç ayrıntılı bilgilendirilmedik, görüntüler için sadece ‘araştırıyoruz’ dediler, biz de bekliyoruz, işin doğrusunu bilmiyoruz, yine bekleyeceğiz” sözlerini aktarmıştı. En zor bekleyiş şüphesiz onlarınki. Ancak şu ana kadar devam eden “sessizlik” sarmalı haberin (ya da iddianın) yayılmasını engellemiyor. En azından Youtube ya da Twitter’a bu kez neden ulaşamadığı sorusunu soranlar arasında konunun fısıltı gazetesiyle dolaşıma girdiğini gözlemlemek mümkün. Geçen süre içinde konunun sönümlenmesini beklemek ya da çeşitli algı inşa kanalları üzerinden olayın bir kurgu olduğu kanaatini belli kesimlerde yaymak isteniyor olabilir. Ancak sosyal medya engellemeleri ve “sessizliğin” başka bir kesimde iddiaların gerçek olduğu yönündeki kanaatin pekişmesine yol açtığını da saptamak gerekiyor.

İnternette engelleme kimin işine yarar?

Özgür Mumcu, videonun yayınlanmasından sonra kaleme aldığı yazısında “Önceki gün, gece saatlerinde sosyal medyanın yasaklanmasıyla beraber yine bir felaketin gerçekleştiği anlaşıldı” diyordu. Bu artık Türkiye’de belli bir kesimin genel refleksini yansıtıyor. Ne kadar geniş engellemeler olursa olsun insanların bu soruya verdikleri yanıtın “gizlenmeye çalışılan” olayı da içerdiğini artık görmek lazım. Şimdi bu noktada bir soru sormak da gerekiyor: Tartışma konusu videoyu internete yükleyen IŞİD, dolaylı yoldan olsa da terörün hedefi olan “yılgınlığı” farklı bir düzlemde de inşa etmedi mi? 75 milyonluk bir ülkede toplumun geniş kesimlerini etkileyen bir iletişim kısıtlamasını tetiklemedi mi? Bu noktada olaya ilişkin uluslararası medyada yer alan haberlerin “Türkiye’de sosyal ağlara erişim kısıtlaması” vurgusuyla yer aldığını da hatırlatalım. Acaba bu eylemi yapanlar, yarattıkları terörün bu boyutunu da hesaba katmışlar mıydı? Bilinmez. Ama bundan sonra bu otomatik kısıtlama refleksinin eylem planlayan başka grupların gündeminde yer alacağı öngörülebilir.

Dünyada nasıl?

Türkiye’nin bu krizle başa çıkma stratejisinin de (şu ana kadar izlenen yol çerçevesinde) benzeri diğer örneklerle kıyaslandığında “özgün” bir yaklaşım olduğunu söylemek mümkün. Hatırlanacağı üzere, IŞİD Suriye’de geçtiğimiz yıllarda da çok sayıda gazeteci, yardım görevlisi ya da askeri infaz ederek bunların görüntülerini internet üzerinden paylaşmıştı. ABD’li gazeteci James Foley katledildikten çok kısa süre sonra Beyaz Saray açıklama yaptı. Benzeri şekilde İngiliz yardım görevlisi David Haines ve Ürdünlü pilot Muaz Safi el Kesasibe katledildikten sonra da katliamlara ilişkin kamuoyunu aydınlatan açıklamalar gecikmedi. Bu örneklerde yönetimleri kısa sürede açıklama yapmaya sevk edenin medya faktörü olduğunu belirtmekte fayda var. Birçok medya kuruluşu görüntüler eline geçtikten sonra oturup resmi açıklama beklemek yerine, imkanları doğrultusunda videoyu doğrulatmaya yönelik çalışma yürüterek resmi açıklama gelene kadar “iddia” bağlamında konuyu haberleştirdiler. Bu aşamada elbette devlet yetkililerine ve güvenlik kaynaklarına da danıştılar. Onların yorumlarını da ekleyerek konuyu haberleştirmekten geri durmadılar. Ortak refleks, infaz anına ilişkin görselleri ve propaganda içerebilecek metinleri ayıklayıp bu cinayetleri haberleştirmek yönünde oldu. Medya kuruluşları böylece yetkilileri açıklama yapmaya sevk ederek kamuoyundaki soru işaretlerinin giderilmesinde önemli rol oynadılar.

Can Ertuna

Ankara doğumlu, lisans ve yüksek lisans eğitimini ODTÜ'de tamamladı. Yaklaşık 15 yıldır televizyon haberciliği yapıyor. CNN Türk ve NTV'de görev yaptığı sürede ağırlıklı olarak savaş ve çatışma bölgelerinde görev yaptı. 'Arap İsyanları Güncesi' adlı bir kitabı var. Galatasaray Üniversitesi'nde 'Medya ve İletişim Çalışmaları' alanında doktora derecesi sahibi. Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya Bölümü’nde yarı zamanlı öğretim üyesi.

Journo E-Bülten