Kitap

Fotoğraf ve güzel anları ölümsüzleştirmeye çalışmak

Roland Barthes‘ın ‘Camera Lucida‘sında geçen Studium* ve Punctum* kavramlarını düşünürken bir anı geldi aklıma. Yüzlerce güzel anılardan oluşan bir fotoğraf kolajının tam ortasında duran bir saat vardı. Yani çalışmıyordu. Bu kolajı bir fotoğraf stüdyosunda görmüştüm. Fotoğrafların dizilimi ve tebessümlerin, gülüşlerin uyumunu siz de görmeliydiniz. Ve zamanın akışına inat duran, çalışmayan, bence çalışmayı reddeden saatin fotoğrafını çekmek istemiştim. O zamanlar fotoğraf makinem yoktu, hoş şimdi de yok. Demek istediğim akıllı telefonlar da yoktu hayatımızda. O anı kendi hafızama kazımıştım. Son birkaç gündür eğer o saatin fotoğrafını çeksem ne olurdu diye sormaktayım kendi kendime… Duran bir saatin fotoğrafını çekmek, saati ölümsüzleştiriyorsa eğer, bu durumda saat hâlâ bana göre durmakta mıdır ve bu anlamı benden başka bu kadar içselleştirecek bir kişi olabilir mi fotoğrafa bakınca? Karşılıklı aynaların nokta olana kadar kendini yansıtması gibi, duran bir saati anlık olarak durdurmak neye tekabül etmektedir? Biliyorum sıktım sizi… Düşünüp durdum bunları tüm gün. Ziya Osman Saba’nın ‘Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’ öyküsünün son anı geldi aklıma bunun üstüne. Üst üste biriken evrenler, yaşamlar, tanıklıklar… Bir arkadaşım Bülent Ortaçgil‘in ‘Değirmenler’ şarkısını anımsattı. Zaman düşer ellerimden yere, oradan tahta boşa…

Değişen dünyanın, değişen İstanbul’unda, değişen insanlar… Öyle bir süreç ki, acımasızca. Tüm değerleri, kavramları, insanı, kenti değiştiriyor. Bu değişen süreci somut olarak en güzel yansıtan teknik belki de fotoğraf. Yani tam da kendi işlevinden bahsediyoruz fotoğrafın, o dönemleri yaşamamız, bizler olarak o dönemin tanığı olabilecek yagâne kanıtlarını görüyoruz. O dönemi, o zamanı bize durduran fotoğraflar… “Ölmek, ölümsüz olabilmek için ödenen küçük bir bedel sadece…”

Fotoğraf günümüzde bize anlatılan biçimiyle ölümün ta kendisini hissettiriyor. Yani bir anı ‘ölümsüzleştirdiğiniz’ an aslında o anın ölümlü olduğunu kabul etmiş oluyorsuz. Bu tarif belirsiz bir hüzne gark ediyor insanı. İşte o anda çıkan tüm hisler bizi melankoliye sürüklüyor öylece…

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine ve Cumhuriyet’in gençlik yıllarına rast gelen sanayileşmenin içinden sıyrılan fotoğrafın öyküsü bize içine sımsıkı alıyor bu öyküyle aslında. Saba’nın kitapta sık sık bahsettiği üzere, fotoğrafın ne olduğunu insanların yüzünde cisimleşen gülümsemesinden anlıyoruz. Beyoğlu sokaklarında, fotoğrafhanelerinde gezen karakterimiz adeta bize çektiği fotoğrafları tek tek anlatıyor. Elinde herhangi bir teknik alet ya da malzeme olmadan. Beynini fotoğraf makinesi, gözlerini bakış açısı ve parmaklarını deklanşör gibi kullanarak.

Yorgun bir kentte, yalnızlık içinde başka insanların nasıl mutlu olduğunu gözlemleyen karakterimiz bence bize yansıtmadığı ruh hâlinde, yani bir nevi kendi gizli iç dünyasında bu teknolojinin neyi ve nasıl değiştirdiğini anlamaya çalışıyor. Bu iç içe geçmiş fotoğraflar bütününde, aslında yalnız insanın sıradanlığına çok ve çok karmaşık gelen modernleşmenin insanda yarattığı burukluk, tebessümle en güzel anlarını ölümsüzleştirmeye çalışan insanların ne yapmak istediklerini gözlemlerken çıkıyor karşımıza. Tüm bu suretler, insanlar, mekânlar arasında kaybolmuşluk ve bu kaybolmuşlukların ortasında kalan karakterimiz, insanların mutluluklarının bir parçası olamadığını görüyor. Buna ortak olmak için belki de, kendisi de fotoğrafçının karşısına geçmekte buluyor çözümü. Okulunu yeni bitirmiş öğrenciler, yeni nişanlanmış ya da evlenmiş gençler, askerliğini bitirmek üzere olan subaylar kozmopolit bir kentin tüm kesimleri önünden geçerken karakterimizin, kendisi yaşamı sırtlamış ve gittikçe silikleşmiş bir şekilde buluyor kendisini fotoğrafhanede… Belki kaybolmadan daha, yitmeden o da bu anı ölümsüzleştirmek istiyor. O da o dönemde herkes gibi fotoğraf makinesinin ayağına gidip, karşısına oturup, fotoğrafçının yönlendirmelerine bırakıyor kendini. Tam bu esnada varoluşuna yönelik sayısız sorgulamaya gidiyor.


Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi

Yazar: Ziya Osman Saba
Yayınevi : Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 248
Baskı Yılı: 2014
ISBN: 9789750723476


* Studium, fotoğraf içerisinde hangi anlamların yer aldığını anlama, anlamlar arasındaki benzerlikleri ve ilişkileri araştırıp onları kendi bakış açımıza göre değerlendirip fotoğrafı anlamlandırma isteğimizden dolayı hemen hemen her fotoğrafa gösterebileceğimiz ilgiyi anlatır. İnceleme, irdeleme, yorumlama, kafa yorma ve bunların ardından elde edilenler sonucunda fotoğraftaki bir şeye ilgi duymayı, fotoğrafa anlam kazandırma sürecini ifade eder.

Punctum, fotoğrafın içerisinden beklenmedik şekilde çıkan ve aniden kişiselleştirilen anlamdır. Barhes Punctum’dan fotoğrafın içinden çıkıp sizi delip geçen anlam olarak bahseder. Bu anlamı barındıran obje fotoğraftaki herhangi bir şey olabileceği gibi bir fotoğraf içinde bu anlamı izleyiciye veren hiçbir şey de olmayabilir. Punctum tamamen kişisel ve açıklanamasına gerek olmayan bir etkidir.

Bu kavramlar için bkz: Roland Barthes – Camera Lucida

Etiketler

Mehmet Şafak Sarı

Mehmet Şafak Sarı çeşitli kişi ve kurumlara yeni medya, dijital güvenlik, dijital dönüşüm ve iletişim eğitimleri düzenliyor, dijital iletişim danışmanlığı yapıyor. NewsLabTurkey'in eski Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olan Sarı, birçok dijital gazetede yazarlık ve editörlük yaptı, çeşitli gazetecilik projeleri yürüttü. Aynı zamanda serbest gazeteci olarak Journo.com.tr'ye katkıda bulunuyor.

Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde (İLEF) tamamlayan Sarı, aynı zamanda ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yürütülen mesleki profesyonel değişim programı olan The International Visitor Leadership Program (IVLP) 2020 mezunudur.

Journo E-Bülten