Kitap

Kitap fuarından manzaralar

Bir Tüyap Kitap Fuarı daha geçti gitti.

14 yıldır Beylikdüzü’nde yapılan fuara toplam dört kez falan gittim sanırım. Üçünde kendi imza günüm vardı zaten, mecburen takıldım. Bir kere de, o taraflara ilk taşındığımda meraktan gitmiştim.

Her biri kitap kurdu olan birçok arkadaşım yıllardır Fuar’a gitmiyor.

Aklı olan gitmez zaten.

Misal, Anadolu Yakası’ndan kalkıp Büyükçekmece tarafına Fuar’a gitmek için insanın bayağı bir maceraperest olması gerekiyor.

Ben mesela geçen cumartesi günü Fenerbahçe’den çıktıktan tam 3.5 saat sonra Fuar’a ulaşabildim.

Son bir saatte ciddi ciddi buhran geçirdim ve İstanbul’a da, kitap fuarına da en ‘içten’ dileklerimi saydım döktüm içimden.

Fuar’a yaklaştığımızda, metrobüs üst geçidinin çökmek üzere olduğunu gözlemledik. Şanghay Beşlisi’ne girme hayallerinin kurulduğu şu günlerde, Hindistan’a her geçen gün ne kadar da çok benzediğimizi gözlüyor ve mutluluk gözyaşları döküyorum. Her yer üzüm salkımı gibi salkım saçak insan dolu. Ne güzel!

Olaya, “ya niye şikayet ediyorsun, halkımız ne güzel kitap okuyor işte!” şeklinde masumane yaklaşanlar olacaktır. Öyle ya, kitap fuarına gitmek için birbirini ezen insanlar var ülkede!

Ama kazın ayağı öyle değil tabii.

Bu iş, daha ziyade bir AVM ziyaretine dönüşmüş. Ya da, sirk ziyaretine.

Fuar’a gelen halkımız, ‘şöhret’ ve ‘atraksiyon’ görme derdinde sadece. Kitap satın alacak olanın orada işi ne zaten? İnternet üstünden yüzde 30 -40 indirimlerle kitap almak mümkünken ve aldığın kitapları kapına servis ediyorlarken…

Biraz iyimser yaklaşmaya çalışabiliriz yine de. “Ya ne güzel işte, yazar arkadaşlarla, okurlarla, uzun zamandır görmediğimiz dostlarla buluşacağız” diyebiliriz kendi kendimize. Ben de öyle dedim. Ama sonuçta kimseyle buluşamadım. İzdiham dolayısıyla yan taraftaki salona bile zor geçtim. Ciddi ezilme tehlikesi vardı. Bu arada, zemindeki müthiş çukur ve tümseklerin de hakkını yemeyeyim. İnsan her an düşme ve çene üstü yere çakılma tehlikesi yaşıyor. Cidden müthiş bir macera!

Ayrıca Fuar’da eşle dostla, gerçek okurla, yazarçizer arkadaşlarla buluşsak ne olacak? Korkunç gürültü, delirten ışıklandırma, alakasız kalabalık vs. yüzünden herkes zombiye dönüşmüş. O ortamda muhabbetler de zombi muhabbeti oluyor, kimse ne dediğini, ne duyduğunu tam idrak edemiyor.

Valla kimse kusura bakmasın, ben bu işe saçmalık derim, başka da hiçbir şey demem!

Bu Fuar, artık İstanbul’un değildir, sadece Beylikdüzü ve Büyükçekmece halkının fuarıdır. İstanbul’u temsil edemez. Çünkü oraları ayrı şehirler saymak lazım. Dokusu da farklı, insanı da farklı.

Anadolu Yakası’na ayrı fuar lazım, Levent dolaylarına ayrı fuar lazım. Lazım oğlu lazım.

Dönelim tekrar fuar kalabalığına. Üzgünüm ama kamyon büyüklüğünde bebek arabalarıyla, çoluk çocuk, bağrış çığrış, tıpkı AVM gezer gibi Kitap Fuarı’na doluşmuş ve kitapları/yazarları vitrin seyreder gibi seyreden bu kuru kalabalıkla hiçbir cacık olmaz.

Söylüyorum işte, izdihamdan üst geçit çökertecek kadar tehlike arz eden bu kadar büyük ‘okur’ kitlelerimiz var ise, ülkedeki bu cehalet/bu şuursuzluk hangi deliklerden kaynaklanıyor peki?

Öyle bir okur kitlesi yok. ‘İyi’ kitapların taş çatlasın iki bin okura ulaştığı 80 milyonluk bir ülkede, cehaletin dıgıdık dıgıdık at koşturduğu bir ülkede, aman da metrobüsler kalabalıktan inliyor ne de müthiş bir okuma ülkesiyiz diyemez hiç kimse.

Olan şu: Kitap harbiden bir ‘mal’ artık. Aksesuar gibi, çanta gibi, palto gibi, üstte taşınacak ve etrafa gösteriş yapılacak bir şey.

Kitap, AVM çılgınlığının bir parçası.

O yüzden yazarı da, okuru da, fuar ziyaretçisi de, (çoğu) yayınevi de kitaba ‘harbi mal’ gibi davranıyor.

Aslında satılan her şey maldır, o kısma bir itirazım yok da… Bu kadar da mal olması gerekmiyordu kitapların!

Yani ne bileyim, kitabı domatesten ya da tuğladan ayıran bir şeyler olmalı! Ya da bana öyle geliyor. Bu ülkede artık hiçbir şeyden emin değilim.

Cehaletin ve kolaycılığın verdiği özgüvenle floresan lamba gibi ışıldayan insanlarımızın karşısında, kendimi epeydir süzme salak hissediyorum.

Neyse.

Bu işin çözümü ne olabilir diye düşündüm biraz.

İstanbul gibi şehir azmanı bir şehir için ‘tek’ kitap fuarı düşünülemez bence.

Dört ya da beş ayrı fuarla sorun çözülebilir.

Çocuk/genç edebiyatı için ayrı fuar olabilir mesela. Çizgi roman/fantastik edebiyat için de öyle.

Daha küçük mekanlarda, daha küçük buluşmalar, daha insancıl yaklaşımlar…

Tabii bunun için para, para, para söylemini bir yana bırakmak lazım. Herkesin biraz çabalaması lazım.

Ama açıkçası hiç umudum yok.

Devlet, bir devlet politikası olarak her türlü ‘kültürel’ faaliyeti karın ağrısı gibi görmeye devam ettiği sürece ve bu tür faaliyetlere ısrarla AVM aşısı yaptığı sürece, fuar şirketleri sadece para kazanmaya odaklandıkları sürece, yayınevleri birleşip çözüm üretmediği sürece hiçbir şey değişmeyecek.

Yani, hiçbir şey değişmeyecek.

AKM nasıl hâlâ kapalıysa, şarabın anavatanı şu ülkede ‘bağbozumları’ nasıl hâlâ yasaklıysa… Kitap fuarı da kilometrelerce uzakta kalacak öyle.

Çünkü sevgili ülkemizde insanlar bir araya gelip çözüm üretemiyor.

Bu yeteneklerini çoktan kaybettiler.


Önemli not: Lütfen bu yazı yanlış anlaşılmasın. Kitap Fuarı’nı aşağılamak amacıyla yazılmadı. Tam tersine, bu fuar için uğraşan onca insanın emeği çöpe gidiyor, o yüzden yazıldı.

Bu yıl da her yıl olduğu gibi birbirinden değerli yabancı konuklarla, yazarlarla, bizim değerli yazarlarımızla doluydu ortalık.

Ama onca uzaklıkta, onca eziyetli ortamlarda, 20 milyonluk bir şehrin yüzde kaçına ulaşabildi tüm bu çabalar, emekler, onu düşünmek lazım.

Neslihan Acu

İstanbul'da doğdu, 1995'ten bu yana İzmir'de yaşıyor. Boğaziçi Üni. Mühendislik Fak. mezunu. Gazeteciliğe İzmir Life dergisinde röportajlar yaparak başladı. Medyatava'da üç yıl medya yazıları, Yeni Asır'da dört yıl köşe yazıları yazdı. Yayımlanmış yedi romanı var: Meltem K'yı Kim Öldürdü, Kadından Donkişot Olmaz, Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk, Kuzgunun Şarkısı, Artık Ayrılsak Diyorum, İyi Tanrının Çocukları, Z Yalnızlığı.

Journo E-Bülten