Yorum

Kutuplaştırma: Kucaklaşmazsak herkes aşağı düşecek

Tarih boyunca, güç sahibi liderler bu gücü koruyabilmek ve kendine sadık bir kitle yaratabilmek için ‘kutuplaştırma’ silahını kullanmıştır. Şu anda bilinçli olarak yürütülen ve çok da başarılı olan kutuplaştırma politikasının körüklenmesinin nedeni bu. Kutuplaştırmanın amacı; bir kitleyi tamamen sisteme bağlı hale getirmek, diğer kitleyi de marjinalleştirmektir. Böylece iki kitle arasında iletişim zamanla azalır ve sisteme tabi olan kitle gitgide büyür. Ayrıca, sisteme tabi olan kitle sistemin en büyük savunucusu haline gelir. Sisteme bağlı olmadan yaşamanın mümkün olmayacağı görüşü yerleşir ve sistem karşıtları düşman olarak görülür.

Asıl bahsetmek istediğim konuya gelmeden önce bir araştırmaya değinmek istiyorum. Kutuplaşmanın ne derece vahim bir boyuta geldiğini, geçtiğimiz aylarda bir araştırma ortaya koymuştu. Üstünde çok durulmadı ama araştırmada çarpıcı sonuçlar var. Birbirimize selam veremeyecek noktaya gelmiş durumdayız. ‘Medeniyetin beşiği’ dediğimiz topraklar, hoşgörüsüz bir coğrafyaya dönüşmüş.

kutuplasma-arastirma-sonuclari

Şu görseldeki sonuçlara bakıldığında çıkarılacak ilk sonuç; bizden olmayanla aynı mahallede yaşamaya bile tahammülümüzün olmadığı. Kutuplaşmanın kaçınılmaz sonucu bu, ne yazık ki. Ama burada konuşulması gereken çok önemli başka konular var.

Cuma günü Ensar Vakfı ile ilgili yeni bir haber çıktı. Adı tecavüzle anılan bir vakıf yaz okulu düzenliyor ve hepimiz biliyoruz ki epey katılım olacak. İşte tam bu noktada iğneyi kendimize batırmalıyız. Bu tür vakıflara çocuklarını gönderen aileler, haberleri sadece malûm medyadan alıyor. Malûm medyada bu haberlerin ne şekilde verildiğini biliyoruz. Neredeyse vakıf mağdur olarak lanse ediliyor; ‘kumpas’, ‘paralel’ gibi kelimelerle tebaaya durum izah ediliyor. İşte burada olan çocuklara oluyor. Kutuplaştırma beraberinde ‘ad hominem’i getiriyor çünkü. Yani bir durumu tartışırken içerikten ziyade, karşıdakinin kim olduğuyla ilgileniyoruz. Biz, bize yakın gazeteleri, internet sitelerini ve sosyal medya hesaplarını takip ederek içimizi rahatlatırken, çark dönmeye devam ediyor.

Sistem bu şekilde işlerken, TV’de ‘genel izleyici’ olarak tabir edilen kesimden kopmak çarkın dönmesine engel olmuyor. Örneğin, zamanında ‘makarnacılar’diye dalga geçeceğimize, yapılan yardımların AKP yardımı değil devlet yardımı olduğunu anlatmalıydık. Bunun da ‘sosyal devlet’ anlayışının gereği olduğunu ve anayasal güvence altında olduğunu söylemeliydik.

Aslında bu durumun somut bir örneği var elimizde. 7 Haziran seçimlerinde muhalefet partileri, klasik söylemlerden vazgeçip daha somut ve ekonomik vaatlerde bulununca çıkan tabloyu hep birlikte gördük. AKP, başta asgari ücreti yükseltmenin mümkün olmayacağını savunurken, muhalefet partileri sayesinde 1.300 TL’ye yükseldi asgari ücret (şimdi usulca geri alıyorlar zammı). Taşeron işçiler için de kısmi kazanımlar oldu.

Yapılması gereken kutuplaşmanın karşısına kucaklaşma ile çıkmak. Mesela Cumhuriyet, BirGün, Evrensel gibi gazeteleri diğer tarafta kalan insanlara ulaştırmak. Gezi’nin bir ayrışma değil kavuşma olduğunu anlatmak. ‘Orantısız zekâ’ gibi karşı tarafı aşağılamaya yönelik ifadelerden kaçınmak. Laikliğin aslında din düşmanlığı değil, bütün inançların teminatı olduğunu anlatmak…

Yeni medya, bize bunu kolaylıkla yapma imkânı veriyor. Ayrıştırıcı bir dilden kaçınarak, küçümsemeden bir şeyler anlatabiliriz. Çocuklarını teslim ettikleri vakıfların, düşündükleri gibi olmayabileceğini anlatabiliriz. Çünkü insanlara rağmen, insanlar için bir şey yapılmaz. Zaman alsa da, ‘biz’ ve ‘onlar’ gibi ayrımların politik çıkarlardan kaynaklandığını göstermeliyiz.

Hep birlikte içşelleştirmemiz gereken; devletin insandan önce gelmediği. Devlete karşı boyun eğmek geleneğinden gelen bir halkın öyle birkaç yılda değişmesini beklememek lazım. Ayaklanma kültürü pek olmayan (Kürt ayaklanmalarını saymıyorum) bir halktan devlete direnmesi beklenemez. Atatürk zamanında bunu gördüğü için ‘Tekâlif-i Milliye Emirleri’ni yayınladı. Kurtuluş savaşımıza halkın desteği aslında biraz da bu emirler sayesindedir.

Bu ‘kutuplaştırma’ tuzağına hepimiz düştük maalesef. Arada kocaman bir yarık oluştu. Kucaklaşmazsak, önünde sonunda herkes aşağı düşecek. O yüzden; kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz…

Sercan Sarıkaya

2009'da radyo programcılığıyla medyaya adım attı. Radyoda, televizyonda ve dergilerde; editör, sunucu/spiker, mizah yazarı ve senarist olarak yer aldı.

Journo E-Bülten