İzlenim

Sınırdaki çocuklar korkuya alıştı mı?

“Ölülerin yanından onları görmeden geçip gitmek insanlığın çok eski bir alışkanlığıdır” 

Felaketler coğrafyasında yaşıyorsanız, bazı cümleler sizi hep takip eder. Portekizli Yazar Jose Saramago’nun Körlük adlı romanında geçen, yukarıdaki cümle gibi. Durup durup hatırlatır bana kendini. İş kazalarından göçmen facialarına, kadın cinayetlerinden, bombalı saldırılara… Kuşkusuz daha da fazlasına şahit bir coğrafya. Bir gazeteci tüm bunların tanıkları arasında. Her yerde hep tanığı. Amacı ise hep aynı. Habere, bilgiye, doğruya ulaşma- ulaştırma. Bazen bu tanıklık yabancı gazetecilere yaptığınız rehberlik sırasında da karşınıza çıkabiliyor.

6 ay önceydi. Şubat ayında Belçikalı bir grup gazeteciyle beraberim. Görevim onlara mihmandarlık yapmak, onların gözü, kulağı, hatta gerekirse korumalarıyım. Adresimiz Kilis. Türkiye’ye gelme amaçları göçmen hikâyeleri derlemek. Öyle de yapıyoruz. Ben onların taleplerine göre, ayarlamalar yapıyorum. Kimlerle röportaj yapılır, nereye gidilir, nereye gidilmez… Bir gün yok pahasına çalıştırılan Suriyelilerle konuşmak için sanayi sitesindeyiz, başka bir gün bebek bezi almak için saatlerce bekleyenlerle kuyruktayız. Fakat son gün hikâye biraz değişiyor. Çünkü 13 Şubat gecesi bombardıman haberi geliyor. TSK, Azez’deki YPG mevzilerini vurmuş. Sabah erkenden sınıra gidiyoruz. Bir süre Öncüpınar Sınır Kapısı’nın önündeki diğer gazetecilerle beklemedeyiz. Ardından sınır köylerini dolaşma kararı alıyoruz. Girdiğimiz ikinci köy Arpakesmez Köyü.

Girer girmez köyün bir sakini çıkıyor dışarıya. 60 yaşlarında bir adam. Mahçup bir gülümsemeyle evine misafir ediyor bizi. Çekim yapmak için evinin çatısına çıkıyoruz. Evet, işte orada. Sınır. Boylu boyunca uzanan bir çizgi. Tarih boyunca o çizgiyi çizmek için dökülen kanları düşünüyorum. O çizgi uzayıp gidiyor. Bakakalıyorsun.

O çatıda ev sahibiyle röportaj yapıyoruz, en büyük korkusu IŞİD. Türkiye tarafına fırlatılan füzeleri soruyoruz, cevabı net: Gidecek başka yerim yok…

Röportaj yaparken, bombardıman sesi yükselmeye başlıyor. Bir evin çatısından şahitsin o anlara. Kulakların, gözlerin şahit. Yaklaşık bir saat boyunca aralıklarla sürüyor bombardıman. Köy halkı  gözümüze sakin görünüyor, çocuklar oynuyor az ileride. Bombardıman sürüyor.

Çocukların o hali Belçikalı ekibin dikkatini çekiyor. Topluyoruz bir kısmını bir bankın etrafına. Kamera açılıyor. O esnada bir bomba sesi daha. Çocuklar kendi aralarında şakalaşmaya devam ediyorlar. Yaşları 7 ile 12 arasında değişen altı çocuk, bombardımandan çok açılan kameranın etkisi altında gibiler. Onları böyle görünce soruyorum: Korkmuyor musunuz?

O an “Korkuyorum” diyen çıkmıyor. “Bazen kardeşim korkuyor” diyor bir tanesi. Gece uyandıkları oluyormuş bazen de. Kim atıyor bu bombaları diyorum. IŞİD diyorlar.

Aslında korkmadıklarına inanmadım içten içe. Sadece alışıyorlardı. Ocak ayında bir okula isabet etmişti IŞİD tarafından fırlatılan bir roket. Bizim bir haftalık çalışmamızın ertesinde daha da arttı benzer saldırılar. Kilis, özellikle Nisan-Mayıs ayları arasında neredeyse her gün roketlerin hedefi haline geldi. 20-30 kilometre menzili olan Katyuşa füzeleri vurdu kenti sık sık. Ben hâlâ düşünürüm, o çocuklar korkmuşlar mıdır diye. Korkmuşlardır elbette. Halbuki esas mesele o çocukların o bombalara alışmamasıydı. Alışmamalılar. Alışmasınlar. Oysa maalesef Saramago’nun dediği gibi, o eski bir alışkanlık.

Derya Acemoğlu

Uludağ Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler okudu. Mesleğe, 2006'da CNN Türk haber merkezinde stajyer olarak başladı. Londra'da Reuters Haber Ajansı'nın "Making TV News" seminerine katıldı. 2008'den sonra Star Gazetesi ve Kanal 24'ün dış haberler servislerinde muhabir ve editör olarak çalıştı. TRT Türk'te Küresel Bakış programının editörlüğünü yaptı. Mart 2016'dan beri HaberTürk TV'de çalışıyor.

Journo E-Bülten