Görüş İzlenim

Trump faktörü, ifade özgürlüğü ve medya

Türkiye siyasetinden kafamı kaldırdığım bugünlerde ABD'deyim ve burada herkesin üzerine konuştuğu tek konu Trump. Korkunç bir heyula Amerikalıların 'demokrasi' rüyasının üstüne emin adımlarla yürürken, tüm kurallar bozulmuş, tüm kafalar karışmış durumda.

Evet, meselemiz Trump. ABD’de sokaklarda, berberde, restoranlarda ne zaman politika konuşulmaya başlansa konu hızla Donald Trump’a bağlanıyor. CNN’den Fox’a, yerel haber kanallarından siyasi blog’lara kadar her yer Trump’a ilişkin makalelerle dolmuş durumda. GQ’da eşi, Fox’ta kendisi, aile odaklı dergilerde kızı ve damadı var. Bu bir çeşit kamuoyu işgali hareketi hâlini almış durumda. NiemanLab’in raporunda da ABD’nin en büyük dergilerinin kapaklarında da o var. Cruz’un da ‘yenilgisini’ kabul etmesiyle birlikte başkanlık yarışının sonuna kadar Trump’ı konuşacağımız artık sır değil. Peki medya Trump’ı nasıl ele alıyor, ABD’de Trump’ın adaylığına nasıl bakılıyor?

Belki Trump’ın medyaya nasıl baktığıyla başlamak lazım. Özetse tek bir cümle: “Medyadan daha yalancı bir kurum yok!” Trump, Indianapolis zaferi sonrası konuk olduğu CNN’de eşine ilişkin -bana kalırsa pek de politikayla ilişkisi olmayan- bir soruya cevap verirken bu cümleyi kullandı; ama mesele şu ki bu cümle Trump’ın sloganı hâline gelmiş durumda. Trump sürekli olarak medyayı ona savaş açmakla suçluyor. Televizyonda kendisine karşı GOP’un (Grand Old Party, Cumhuriyetçi Parti) uygulayabileceği ‘ayak oyunlarına’ ve kendisini aday yapmama ihtimaline karşı bir kampanya döndürüyor. CNN’de kendisiyle ilgili en sert yorumları duyduktan hemen sonra reklamlarda Trump’ın Amerika’yı ne kadar muhteşem yapacağını ve ‘malum odakların’ Trump’ı neden istemediğini duyuyorsunuz. Trump satın aldığı zaman dilimi içerisinde medyayla savaşırken, bir yandan da medyanın bir numaralı rating malzemesi olmayı beceriyor. Marilyn Manson vaktiyle kendisine olan sevginin sebebini ABD toplumunun kendine dönük nefretiyle açıklamıştı. Trump teknik olarak ABD medyasının eleştirel ürünlerinde tamamıyla yerden yere vurulan her şeyi içerirken, otoriterizm kokan ve özgürlük yerine sürekli güç vaat eden ağır bir popülizmle ciddi bir destek yakalamayı başarıyor.

Meksika'da cadılar bayramı şerefine yapılan Trump maskeleri

Trump’ı tartışmak

Ancak Amerikalılar şimdilik Trump’la oldukça övündükleri demokrasi kültürünün sınırları etrafında dalga geçmeyi becerebiliyorlar. Hatta gazetecilik müzesi Newseum’da Trump’ın saçının bir modeli bile satışa sunulmuştu (müze fiyatı 15$, Internet’te 2.99$’a bulunabiliyor). Ancak bu demokrasi kültürü etrafında düşünürken, bir kuşağın ‘Trump etkisi’ altında büyüyebileceğine dair haklı endişeler de almış başını gidiyor. Bu endişeleri en sistematik ve isabetli şekilde dile getirense Jacobin Mag’de “Trump’ı öğretmek” başlıklı oldukça sağlam makaleyi yazan Sam Miller oldu. Miller, öğretmenlerin Trump’a ve onun yıkıcı diline dair apolitikliğe varan ve neticeleri kuşakları etkileyebilecek bir “dil ve düşünce bozgununu” engellemek gerektiğini savunuyor ve Herbert Marcuse’un baskıcı tolerans kavramı üzerinden Trump’ın neden okullarda eleştirilmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Miller’ın argümanı temel olarak Marcuse’un “eğitimcilerin insanları baskı altına alan; insan haklarını sınırlayan; ırkçılığı, seksizmi ve adaletsizliği tetikleyen” şeylere karşı tolerans gösterilmemesi gerektiği önermesine dayanıyor. Marcuse’un baskıcı dilin kapitalizmin bir semptomu olduğu ve eşitsizliği beslediğine dair savının Trump söz konusu olduğunda fazlasıyla geçerli olduğu ortada. Bir yandan sol popülizm kokan cümlelerin ne kadar ırkçı bir arkaplanla ele alındığını görüyorsunuz, öte yandan da buna karşı garip bir demokrasi anlayışı gereği çaresizsiniz.

donald-trump-mask-mr-burns-simpsons

Trump vs. Trumplarımız

Peki ya medya? Sanıyorum eğitimcilerin etliye sütlüye dokunmama politikaları ABD’de medya açısından işlemiyor. Bizim ise aynayı kendimize çevirmemize gerekiyor. Başımıza gelmiş/gelecek tüm Trump vakaları karşısında medya olarak nasıl bir tutum alacak, baskıcı dilin, baskıcı politikanın karşısında medya profesyonelleri ya da eğitmenleri olarak nerede duracağız? Açıkçası ben Marcuse’un önerdiği tutumun hem akademik, hem profesyonel olarak benimsenmesinin modern demokrasiler için şart olduğunu düşünüyorum. Zira belirli etnik grupları sürekli olarak parmakla hedef gösteren, ‘afedersiniz’ diye başlayarak bir kolektif kimliği ayıp addeden birçok söylem Türkiye’de anaakımda da alternatif medyada da normalleşmiş durumda. Bizi şok etmesi gereken şeylere artık şaşırmıyoruz bile. Belki de bu yüzden, Ankara’da dövülen Amedspor yöneticisi, İstanbul’da rögara atlayıp intihar eden mülteci, tüm Türkiye’de alenen köleleştirilen Suriyeliler ve benzeri birçok başlık konusunda doğru düzgün bir haber yazamıyor okuyamıyoruz. Bu yabancılaşmayı aşmak içinse bize bir Trump gerekmiyor. Çünkü kahvehaneden, meclise Trump’larımız bol, keyfimiz anlaşılamayacak derecede gıcır.

Sarphan Uzunoğlu

Sarphan Uzunoğlu, UiT The Arctic University of Norway Dil ve Kültür Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Doktorasını haber odalarında preker gazeteci emeği üzerine yazdığı tezle tamamlayan Uzunoğlu P24, Global Voices, Creative Disturbance gibi platformlara da katkı sağlamaktadır.

Journo E-Bülten