Görüş

Türkiye’deki gazeteciliğin kurtuluşu yurt dışında mı?

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü. İstanbul, 2017.

Uluslararası basında çıkan detaylı Türkiye haberleri, BBC ve DW Türkçe servislerinin cesur muhabirleri, Türkiyeli bağımsız medyaya verilen fonlar ve sürgünden haber veren gazeteciler…  Türkiye’deki gazeteciliğin kurtuluşu sınır tanımayan dostlarından aldığı yardımla ve dayanışmayla mümkün.

ABD’nin en köklü gazetelerinden The New York Times, 1 Haziran günü Türkçe bir haber yayımladı. “Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Güvenlik Ekibi Washington’da Protestoculara Saldırdı mı? Videonun Gösterdikleri” başlıklı haber, 16 Mayıs günü Vaşington’daki Türkiye elçilik konutu önünde Erdoğan’ı protesto eden kişilere yönelik saldırının detaylı bir incelemesinden oluşuyordu. Önce İngilizce olarak yayımlanan bu araştırma, protestocuları darp eden 24 kişiyi fotoğraf ve videolardan tespit edip saldırıdaki rollerini ortaya çıkarırken, saldırganların 16’sının Erdoğan’ın korumalarından oluştuğunu da ortaya koydu. Diğer bazı saldırganların adları ve ABD’deki AKP teşkilatı ile bağlantıları da başka medya organları sayesinde ortaya çıkarıldı.

Protesto hakkının Anayasa ile korunduğu ABD’de, Türk korumaların ABD vatandaşı protestoculara saldırmış olması, Türkiye büyükelçisinin sınırdışı edilmesi çağrılarına ve hatta ABD Temsilciler Meclisi’nin oy birliği ile Türkiye’yi kınamasına yol açtı; daha sonra korumalar hakkında ABD’de arama kararı dahi çıkarıldı. Ama haberleri Anadolu Ajansı’ndan soracak olursanız, Erdoğan’ın korumaları “PKK yanlılarının ağır tahrikleri” sonucu “izinsiz gösteriye müdahale etmiş”ti; Sabah’a göre ise kınama bildirisini çıkaranlar “FETÖ’nün beslemeleri”ydi.

Uluslararası alanda Türkiye’nin konu edildiği haberleri hem yabancı basından hem de Türkiye’deki iktidar medyasından okuyunca, sadece ABD’yle değil, dünyanın gerisiyle de aramızda koca bir uçurum olduğunu görmek mümkün. Ama köprüler de yok değil. Türkiye’ye uzaktan bakarken şu dört soruya cevap ararsak bu köprüleri daha iyi anlayabilir, hatta daha iyi kullanabilir miyiz acaba?

  1. Yabancı basın Türkçe haber yayımlayarak yandaş basına panzehir olabilir mi?
  2. Dünya çapındaki medya kuruluşlarının Türkçe servisleri ve Türkiye muhabirleri, Türkiyelilerin haber alma hakkına nasıl bir katkı sunuyor?
  3. Türkiyeli bağımsız medya yabancı fonlarla ayakta durabilir mi?
  4. Sürgündeki gazeteciler Türkiye’deki okuyucuya nasıl ulaşır?

‘Yaz gazeteci yaz’

Öteden beri iktidar, yabancı basın bizi tanımıyor, diye şikayet eder, oralarda çıkan eleştirel haberlere tersine oryantalist tepkiler koyardı. Ama nafile hezeyanlarımız artık Kapıkule’den dönüyor, iktidarın itibarı Türk lirasından bile daha değersiz. 164 gazeteciyi hapse atarak örtülmeye çalışılan ülke meseleleri, artık dünyanın her yerinde aynı gün haber oluyor. Türkiye’yi takip edenler ülkede basın özgürlüğü kalmadığının ve medyanın büyük ölçüde hükümet kontrolünde olduğunun pekala farkında.

Öyle ki, Erdoğan’ın korumalarının ABD’deki saldırısını ilk günden itibaren takip eden ve AA’nın çarpıtma videosunu çürüten İngiliz gazeteci Eliot Higgins, meselemizi bir Selda Bağcan şarkısı ile hatırlatabiliyor.

The New York Times arşivinde ise Türkçe çevirisiyle birlikte yayınlanan iki yazı daha var. 2012’de Taner Akçam’ın kaleme aldığı “Türkiye’nin İnsan Hakları İki Yüzlülüğü” başlıklı makale, Esad’ın katliamlarını “soykırım girişimi” olarak suçlayan Erdoğan’ın Türkiye’deki soykırım geçmişiyle yüzleşmemesini eleştiriyordu. 2013 yazında,  Yavuz Baydar’ın kaleme aldığı “Türkiye’de Medya Patronları Demokrasinin Altını Oyuyorlar” başlıklı makale ise medya sahipliğinin yol açtığı yandaş basın sorununun karanlık bir portresini çiziyordu.

Bu yazı için görüştüğüm Baydar, The New York Times’ın Türkiye’de tabu olan veya konvansiyonel medyanın yayımlamayacağı içerikleri özellikle Türkçe’ye çevirdiğini söylüyor.

Bu endişeyi dünyadaki başka editörler de paylaşıyor.

Haziran 2013’te Almanya’nın saygın haber dergisi Der Spiegel “Boyun Eğme” kapağıyla çıkmış ve Türkiye’deki protestoları ele alan 10 sayfayı Türkçe olarak basmıştı. Dergi Ağustos 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde de “Erdoğan Devleti” başlığıyla çıkmış ve 16 sayfasını Türkçe yazılara ayırmıştı.

Mart 2014 yerel seçimleri öncesinde Twitter ve YouTube sansürlendiğinde ise ABD merkezli internet gazetesi The Daily Dot’un editörleri Türkiyeli kullanıcıların Tor ağına ulaşması için bir rehber hazırlamış, bunu benim Türkçe’ye çevirmemi istemişlerdi.

Türkçe menünüz var mı acaba?

Yabancı basın işler iyice sarpa sardığında Türkçe konuşabiliyor, bu Türkiye’de belirli oranda ilgi görüyor; ama Türkiye’yle konuşabilmek için Türkiyeli veya en azından Türkiye’de uzun süre yaşamış muhabirlerle çalışmak, hatta mümkünse, tamamen Türkçe çalışan bir haber masası kurmak gerekiyor.

Fakat Türkiye sadece yerli muhabirler için değil, yabancı muhabirler için de giderek daha riskli bir hâle geliyor. 2014’te CNN muhabiri Ivan Watson’a canlı yayın sırasında yapılan ‘pasaport kontrolü’ gibi gözdağı vermeler geçmişte kaldı; artık bir kez içeri alınan yabancı muhabir sınırdışı edilmeden evvel gözaltında haftalar geçiriyor, diplomatik krizlerin birer kozu oluyor.

Basın kartı iptali

Şubat 2016’da Aftenposten gazetesinin İstanbul muhabiri Silje Rønning Kampesæter ve Mart’ta Spiegel Online’ın muhabiri Hasnain Kazım basın kartları uzatılmadığı için Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmışlardı. Kazım, Soma haberi yüzünden ölüm tehditleri de almıştı. Zaten uzun süredir, basın kartı ve akreditasyon bir sınırlama aracı olarak kullanılıyor.

Giriş yasağı

2016 Nisan ayında bir seri halinde, Sputnik Türkiye masası şefi Tural Kerimov, ARD‘nin Ortadoğu temsilcisi Volker Schwenck, uzun süredir İstanbul’da yaşayan serbest muhabir David Lepeska ve fotomuhabir Giorgos Moutafis’in Türkiye’ye girişi yasaklandı, gazeteciler için bir ‘kara liste’ oluşturulduğu iddia ediliyordu.

Bu yılın Ocak ayında The New York Times muhabiri Rod Nordland’ın, Haziran’da ise BBC muhabiri Jiyar Gol’un Türkiye’ye girişine izin verilmedi. Nordland’ın Kürtlerdeki kadın-erkek eşitliği hakkındaki makalesi iktidara yakın medyada hedef gösterilmiş, Gol’un iki yıl önce Kandil’deki PKK kampından yaptığı haber ise Dışişleri Bakanlığı tarafından kınanmıştı. Belki o ‘kara liste’nin nasıl hazırlandığı konusunda bir fikir verebilir.

Gözaltı ve sınırdışı

Haziran 2015’te Suriye içsavaşını aktaran gazeteciler gözaltına alınıp sınırdışı ediliyordu. Yaz ortası savaş bize de bulaştı. Eylül’de Hollandalı gazeteci Frederike Geerdink Hakkâri’de ‘güvenlik bölgesi’ni ihlâl ettiği gerekçesiyle gözaltına alındı ve dokuz yıldır yaşadığı Türkiye’den ‘kamu güvenliği’ nedeniyle sınırdışı edildi. Aynı ay Vice News muhabirleri Jake Hanrahan ve Philip Pendlebury Diyarbakır’da haber yaparken gözaltına alınmış, bir hafta tutuklu kaldıktan sonra sınırdışı edilmiş; Irak vatandaşı tercümanları Muhammed İsmail Resul ise ancak beş ay sonra serbest kalabilmişti.

Darbe girişiminden dört gün sonra Rusyalı muhabir Valentin Trushinin haber için geldiği Türkiye’de gözaltına alınıp sınırdışı edildi. 2016 Ağustos’ta İspanyol gazeteci Beatriz Yubero doktora çalışması yaptığı Ankara’da, Les Jours muhabiri Olivier Bertrand ise Gaziantep’te gözaltına alınıp sınırdışı edildi.

2017 Ocak ayında The Wall Street Journal Türkiye muhabiri Dion Nissenbaum ailesiyle birlikte yaşadığı evde gözaltına alındı, üç gün boyunca ailesiyle görüşmesine izin verilmeden bir hücrede tutulduktan sonra sınırdışı edildi. Nisan ayında İtalyan gazeteci Gabriele Del Grande, Haziran ayında Fransalı gazeteci Mathias Depardon bir ay gözaltında tutulduktan sonra sınırdışı edildi. Loup Bureau ise geçtiğimiz hafta tutuklanarak cezaevine kondu.

Hapis

Yabancı basın çalışanları arasında çifte vatandaşlığı bulunanlarsa en riskli grubu oluşturuyor.

Türkiye ve Hollanda vatandaşı olan köşe yazarı Ebru Umar, 2016 Nisan’da Kuşadası’nda tatil yaparken “Erdoğan’a hakaret” suçlamasıyla gözaltına alınmış, ancak yurtdışı çıkış yasağı kaldırıldıktan sonra Hollanda’ya geri dönebilmişti. Davası sürüyor.

Türkiye ve Almanya vatandaşlığı bulunan Die Welt muhabiri Deniz Yücel Şubat ayından beri, Etkin Haber Ajansı için çevirmenlik yapan Meşale Tolu ise Nisan’dan beri tutuklu. Yücel hakkındaki iddianame henüz hazırlanmamış olmasına rağmen Erdoğan Yücel’i defalarca “terörist” ve “ajan” olarak nitelendirdi, Başbakanlık tarafından hazırlanan bir raporda Yücel’in Die Welt’te yayınlanan haberlerle “terör propagandası” yaptığı iddia edildi. Tolu ise “terör örgütü üyesi olmak” suçlamasıyla yargılanacak.

Bu tarihçe, Türkiye’nin dış ülkelerle yaşadığı krizleri takip ediyor. Türkiye’den haber geçen yabancı basın mensuplarının hakları, ‘Batı’ya verilecek başka türlü mesajlara kurban ediliyor; iktidara yönelik eleştirilerin karşılığı, ilgili ülkenin bir vatandaşını kovmak ya da rehin almak oluyor. Almanyalı gazetecilerin basın kartlarının iptali Erdoğan’la dalga geçen Alman komedyenlere bir cevaptı; Sputnik sitesine erişim engeli ve editörüne giriş yasağı, Rusya’nın yaptırımlarına tepki için kondu; NYTimes ve WSJ muhabirlerine yapılan muamele kötüleşen ABD-Türkiye ilişkilerinin yansıması; Deniz Yücel, Meşale Tolu ve insan hakları savunucusu Peter Steudtner ise Almanya’da MİT için casusluk yaptığı ortaya çıkınca Türkiye’ye geri çağrılan imamların intikamı.

Tüm bu baskılara rağmen yabancı basın Türkiye’den çekilmiyor, aksine, (bazen muhabirlerini korumak için adlarını gizleyerek bile olsa) daha çok haber yayımlıyorlar. Yıllardır faaliyet gösteren BBC Türkçe ve DW Türkçe servisleri de giderek daha cesur, daha sorgulayan haberler üretiyorlar. Bu hem Türkiye’de hem de Avrupa’da yaşayan Türkiyeliler için önemli bir kaynak demek. Bu köklü kuruluşların masasından geçen haberler, Türkçe yayınların kalitesini de yükseltmiş oluyor. Daha fazlası da yapılabilir. Ama Türkiye’de haberciliğin geleceği, asıl olarak Türkiyeli gazetecilerin girişimine bağlı.

Haber için paranız var mı?

Türkiye’deki ana akımın sadece neyi haber yapamayacağı değil, hangi haberi nasıl yapacağı da artık tamamen Saray’a bağlı. Yıllarca “iktidara ters düşmemek” üzerine kurulan yayın politikaları, havuz’dan bu yana, artık “iktidara hizmet etmek” üzerine kurulu. Kamu ihalesi almanın ön şartı olarak medya sahibi olan patronlar, artık okuyucunun bayiden bu gazeteleri almıyor olmasıyla bile ilgilenmiyorlar. Resmi ilanlar bağımsız medyadan kesildiği, kamu şirketlerinin reklamları da iktidar medyası arasında paylaştırıldığı için, okuyucunun veya izleyicinin tercihleri Türkiye’nin medya pazarını düzenleyemiyor. Kendi kendini düzenleyemeyen bir pazara dışarıdan müdahale şart, müdahalenin adresi de belli.

Artan siyasi baskıya rağmen, Türkiye’deki bağımsız medya okuyucusunu ve toplumsal etkisini yitirmiş değil. Ancak, OHÂL altında basın özgürlüğü mücadelesi verirken, ekonomik zorluklarla da uğraşmak zor. Bağımsız medya direniyor, ama büyüyemiyor. İşsiz gazeteci potansiyeliyle, habere aç okuyucu talebini buluşturamıyor. Bunun için yeni maddi kaynaklar gerekli.

BirGün gazetesi 2016’da başlattığı renkli üyelik kampanyasını her yılın başında güncelliyor. Cumhuriyet, Evrensel ve AGOS gibi bağımsız gazetelerin de basılı ve dijital abonelik kampanyaları var.

İnternet gazeteciliğinde OdaTV bir yandan kitap satıyor; T24 üç yıl önce bir okur fonu açmıştı, şimdi haber görünümlü sponsorlu içerikler de yayımlayarak gazeteciliğe kaynak ayırıyor. Diğer pek çok haber sitesi, okuyucuya reklam göstermekten ziyade, okur hakkında derlediği bilgiyi satan gelir modeli ile hayatını sürdürüyor.

Alternatif: Gazetecilik fonları

Bianet (Bağımsız İletişim Ağı) kaynağını IPS İletişim Vakfı’nın yürüttüğü projelerden sağlıyor. Türkiye’nin en uzun soluklu bağımsız haber sitesi Bianet.org arşivinde 2000’den bugüne dek yayınlanmış yaklaşık 190 bin içerik (haber, makale, söyleşi, vb.) var.

Bağımsız gazetecilik platformu P24, 2014’ten beri elde ettiği fonlar ve gerçekleştirdiği ortaklıklar sayesinde bağımsız araştırmacıların yazılarına kaynak sağlıyor; bunun yanında, edebiyat eleştirisi sitesi K24, sansür karşıtı platform Susma ve bilgi edinme hakkı başvurularını derleyen Bilme Hakkı gibi pek çok proje üretiyor.

Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın içinden çıkan Journo ise İsveç ve Hollanda konsoloslukları aracılığıyla sağlanan fonlar sayesinde işsiz ve bağımsız gazetecilere haberleri için telif ödüyor; bu ekonomik model dünya ölçeğindeki raporlarda kendine yer bulabiliyor.

Sürgünde(n) gazetecilik

Tüm köprüler arasında -şimdilik- en az kullanılanı ise yurtdışında yaşayan gazeteciler.

Halbuki, 1980 darbesinden sonra Avrupa’ya sığınmış Kürtler ve sosyalistler önemli bir örgütlenme geçmişine sahipler. Kürt illerine yıllardır uydu yayınıyla anadillerinde haber ulaştıran onlar.

Son iki yılda Türkiye’den ayrılan Gülen’e yakın gazeteciler ise Cemaat’in uluslararası ağının yardımıyla yeniden organize olabiliyorlar. Türkiye hükümetinin bütün kaynaklarını döktüğü agresif kamu diplomasisi karşısında, dünyanın konuştuğu dilde, tane tane, Türkiye’deki insan hakları ihlâllerini, bağımlı yargıyı ve ifade özgürlüğü eksikliğini anlatıyorlar. Sezar’ın hakkı Sezar’a.

En çok bocalayanlarsa son bir yılda çıkarılan KHK’lerle sadece işini değil, hayatının düzenini de kaybetmiş, çil yavrusu gibi dünyanın dört bir yanına dağılmış akademisyenler; Gezi’den sonra peyderpey yurtdışına yerleşen, savaşla, darbeyle, OHÂL’le sayıları artan genç profesyoneller. Bunlar henüz yurtsuzlar. 1960’larda “bir traktör parası” biriktirmek için Avrupa’ya giden göçmen işçiler gibi, “rejim değişirse” ülkesine dönecek Suriyeliler gibi, aradalar. Halbuki göçtüğümüz yerde kaldığımızı ne kadar çabuk kabullensek o kadar iyi. Hem, gurbetçilere ve mültecilere kıyasla, yeni Türkiye’nin eğitimli, seküler diasporası gittiği yerde kültür şoku da yaşamıyor.

Yakın dönemde sürgünden gazeteciliğin en iyi örneklerinden biri kuşkusuz Artı Gerçek ve Artı TV. Hollanda’da bir vakıf kuran ve merkezi Almanya’da bulunan platform, Türkiye’de yapılamayan haberleri ve makaleleri yayınlanmayan gazetecileri buluşturuyor. Sitenin aldığı reklamlar Almanya’dan olsa da, gösterdiği hava durumu, borsa rakamları Türkiye’den. Dümeni Doğu’ya kıran gemiden atlayıp yüzerek Avrupa’ya iltica etsek de, aklımız, fikrimiz anavatanda.

İkinci iyi örnek, uzun yıllardır ABD temsilciliği yapan ve Cumhuriyet davasında gıyabında yargılanan İlhan Tanır’ın kurduğu Washington Hattı. Oldukça küçük bir ekiple ve kısıtlı şartlarda yayın yapan bu haber sitesi, AA’nın vergi ziyanı ABD kadrosunun görmediği haberleri yayımlıyor. Özellikle Zarrab ve Flynn davaları gibi, Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren ama haberi yapılmayan konuları okumak için birebir.

Türkiye’deki bir başka yasaklı konu, yolsuzluklar hakkındaki haberler de yine sürgünden yapılabiliyor. Hatta, bir açıdan, okuyucusuna ulaşabilme şartıyla, bu konularda yazarken yurt dışında yaşamak bir güvenlik önlemi sayılabilir. The Black Sea adlı bağımsız araştırmacı gazetecilik kolektifinin Malta’daki ticari sicil kayıtlarına (Malta Files) dayanarak yayımladığı Berat Albayrak, Binali Yıldırım ve Recep Tayyip Erdoğan haberleri sadece gazetecilerin değil, bilgi ve belgelerin de yurt dışında olmasına rağmen Türkiyeli okuyucuyu aydınlattığı çok iyi birer örnek. Bu haberlerin Türkiye’de sansürlenmesi, hatta bu iddiaları aktaran Evrensel gazetesi genel yayın yönetmeni Fatih Polat’ın ‘Erdoğan’a hakaret’ suçlamasıyla ifadeye çağrılması Türkiye’deki yasaklar ve riskler konusunda iyi bir fikir veriyor olmalı.

Dört köprü, dört öneri

1- Yabancı basın kuruluşları, gerekirse isimlerini gizleyerek, Türkiye’den daha çok muhabirle çalışmalı. Türkiye’ye gönderilecek yabancı muhabirler ise daha önce riskli bölgelerde çalışmış tecrübeli kişiler arasından seçilmeli; acil durumlarda hukuki destek sağlanabilmesi için önlemler alınmalı. Sorunlu bir demokrasiden sorumsuz bir diktatörlüğe evrilen Türkiye’nin hikâyesinden yabancı okuyucuya da çıkarılacak dersler var.

2- Türkiye hakkındaki haberlerin Türkçe’ye çevrilmesi, düzeltilmesi elbette ciddi bir yük; ancak, ülkedeki baskıdan kaçan yüksek eğitimli binlerce insan, yeni Türkiye diasporası, bu yükü kaldırabilecek değerli bir insan kaynağı aynı zamanda. Bu girişimin olumlu bir yan etkisi de entegrasyon: Yabancı bir yayın kuruluşunun Türkçe haber yayımlaması, öncelikle o ülkede yaşayan Türkiyeli göçmenlerin farklı kaynaklara ulaşmasını, ağır AKP propagandası yapan TRT ve AA’nın haber tekelinden kurtulmasını sağlar. Özellikle Avrupa’da bu tek yönlü propaganda (“Ankara’nın uzun kolu”) önemli bir entegrasyon sorununa yol açıyor. Bunu aşmanın yolu, kolları sıvayıp zor meseleleri her yönüyle haberleştirmekten, sorunları tüm paydaşlarla birlikte tartışmaya açmaktan geçiyor. 60’ların işçi göçü, 80’lerin siyasi sığınmacıları ve 2010’ların beyin göçü Türkiye’nin sınırları aşan sorunlarının da tarihi aslında. Ne kadar çabuk ele alsak, o kadar iyi.

3- Türkiye’nin bağımsız medyasından hâlâ ümit var. Üstelik, Türkiye hem haberleştirilecek konu bakımından, hem de yazacak insan kaynağı bakımından oldukça zengin. Fakat çoğu gazetecinin yurtdışı fonlarını değerlendirme pratiği yok. Türkiye’deki sivil toplum örgütleri ise (KHK’lerle kapatılmadan önce) proje geliştirme ve fon başvuruları konusunda son on beş yılda büyük tecrübe kazandı. İşsiz kalan gazetecilerle örgütsüz kalan sivil toplumcuların buluşması tam anlamıyla kamu hizmeti olur.

4- Türkiye’deki şartlar nedeniyle gurbette/sürgünde yaşayan akademisyenler, editörler ve muhabirler ise gelişmeye en müsait alan. Bu yeni göçmenler organize olmalı, bağımsız bir şekilde ayakta kalabilecek, uzun vadeli platformlarla üretime geçmeli. Türkiye ile dünyanın geri kalanı arasındaki en önemli köprü, hayatlarını dışarıda kurup kalbini Türkiye’de bırakan bu topluluktan geçiyor; ülkenin halini de en iyi onlar biliyor.

Sınır tanımayan dostların yardımı ve dayanışmasıyla Türkiye’deki gazeteciliğin kurtuluşu pekala mümkün.

Efe Kerem Sözeri

Vrije Üniversitesi’nde göçmenler üzerine doktora yapıyor. Bilişim, sosyal medya ve iletişim üzerine yazılar yazıyor.

Journo E-Bülten