Vapurda elinden telefonu alınan bebeğin attığı çığlığı unutamayacağım. Teknoloji ve çocuk konusunu araştırmamı sağlayan başlangıç noktası orasıydı. Annesi “Verme, tamam yeter” diyordu, babasına. Fakat çocuk, telefon uzaklaştıkça seviyesi artan çığlığına devam ediyordu, telefon yaklaştıkça çığlık yok oluyordu. Belki de vapur sakinleri, “oh tamam verin eline telefonu, bitsin bu işkence” diyordu içinden.
Gerçekten telefonu verince o işkence bitiyor muydu? Doğdukları andan itibaren onları teknolojiden korumalı mıyız (evet, 2 yaşına kadar korumalıyız), yoksa internetin nimetlerini tane tane anlattığımızda dünyanın en güzel çocuklarını yetiştirmek mümkün mü?
Bir kere anne-babalar, çocuklarıyla bu yeni dünyayı eşzamanlı tanıyor, tanımaya çalışıyor. Fakat sıkça senkron sorunu yaşanıyor, çocuklar dijitalin içine doğduklarından yeniliklere çok daha hızla adapte oluyor. Ebeveyn gelişmeleri anlayana, özümseyene kadar çocuk; çoktan yeniliği hayatına katmış, kurcalamış, belki de kullanıp atmış oluyor.
Eskiden anne-babalar çocuğuna, kapıyı yabancıya açma derdi, şimdi internette yabancılarla konuşma, bilgilerini verme diyor, demesi gerekiyor. İletişim ve sosyal oyuncaklar hızla üzerimize üzerimize yağarken; çocuklarımızla bu dünyaya nasıl ayak uydurmalıyız? Rehber niteliğindeki dosyamıza buyurun.
Sosyal medyanın bebeklikten itibaren nasıl bir kullanıma tabi tutulması gerektiğini Dr. Yankı Yazgan, ‘İnternet Ekipler Amiri’ Serdar Kuzuloğlu, ‘Blogcu Anne’ Elif Doğan, ‘Teknolojik Anneler’ Derya Divrikli ve İpek Süer ile konuştuk.
Yazgan: Diş fırçalamayı öğretir gibi teknolojik cihazların doğru kullanımı öğretilmeli
İnternetin olmadığı zamanlarda çocukluk, sokaklar demekti. Sosyalleşmek demek dışarı çıkmak anlamına geliyordu. Şimdilerde çocuklar belki evde ama çok daha kalabalık bir dünyada sosyalleşiyorlar. Dr. Yankı Yazgan, geçmişle şimdinin sosyalliği üzerine şunları söylüyor: “Adı üzerinde ‘sosyal’ medya; sosyal hayatı sokaktan, bahçeden alıp odalara, ceplere taşıdı. Dış dünyayla aramızdaki duvarları ve kapıları kaldırdı, saatlerle ifade edilen mesafeler sıfırlandığında hayatımızın ne kadar değiştiğini fark ettik. Anlatacağımız ve söyleyeceğimiz şeyler pek değişmedi: Seviyorum, kızıyorum, gidiyorum, kalıyorum, ne olmuş, neden olmuş, kimmiş, ne yapmış gibi evrensel sorular ve cevapları aynı. Ancak bu iletişimin içinde aktığı kanalların değişmesi hayatımızı daha da fazla etkileyecek.”
Yazgan, sosyal medyaya iyi veya kötü demek yerine onun hakkında düşünmeye davet ediyor. Facebook ile kahvehaneyi benzeterek şöyle bir yorum yapıyor: “Genç olsam Facebook’tan çıkmazdım’ diyenlerimiz az değil. Gençliğinde kahveden eve gelmeyen delikanlı ile benzeştirebilir miyiz? Evdekilerden uzak durmak isteyen gençler, eskiden kahvehaneden eve gelmeyi bilmezken, şimdi de kahvehaneyi eve mi getirmiş oluyor? Gençler yine büyüklerden uzak durmanın, yaşıtlara yakın durmanın bir başka yolunu buluyorlarsa değişen bir şey yok diyebiliriz.”
‘Çocuk 3 yaşına kadar elektronik medya ile tanıştırılmamalı’
Anne-babalar için hayati derecede önem taşıyan, çocukların teknoloji ile tanışma yaşını Yazgan, 3 olarak belirtiyor: “İçerikler şimdiki gibi kalmayacak. Sınırlar, teknolojik olanakların içeriğindeki beklenmedik kazanımlarla değişebilir elbette ama şimdiki uygulamalara bakarsak, 3 yaştan önce bu medyayla karşılaşmanın gelişim açısından vazgeçilmez bir yanı yok. Bugünkü biçimiyle bir gelişim ihtiyacı olarak tanımlamıyorum. 3 yaş öncesi çocuklar; TV, bilgisayar/tablet, cep telefonu gibi elektronik medya ile tanıştırılmamalı. 3-5 yaş arasında günde bir saat, 5 yaş sonrasında günde iki saat aşılmamalı. Belirgin kurallar getirilmeli.”
‘Bazen anne-babaların tableti vermekten başka çaresi kalmıyor’
Bir köşede elinde cep telefonu veya tabletle oynayan çocuklara artık âşinâyız. Aileye sorsanız, nefes almak için bunu yaptığını söylüyor. Bu noktada çocuğun o cihazla ne yaptığını takip ediyor mu bilemiyoruz ama bu durumu şöyle yorumluyor Yazgan: “Evlerine yorgun argın ulaşmış, kendinden ve hayatından bir türlü memnun olmayan anne-babaların çocuklarına yetecek solukları olmadığında bu rahatlatıcıyı vermekten başka çareleri de kalmıyor. Yanlış anlamayın, tablet ile geçen zamanı mutlak bir ziyan olarak gördüğümü söyleyemem. Özellikle yakın gelecekte tablet aracılığıyla yapabileceğimiz ve şu an hayal edemediğimiz birçok etkileşim olacağına inanıyorum.”
‘Çocuğun hayal kurma hakkı, yerini başkalarının hayaline bırakıyor’
Teknolojinin, çocuğun sadece zihinsel değil fiziksel olarak da hareket kısıtlılığına sebep olduğunu söyleyen Yazgan, “Çocuklar, ancak televizyonla ya da bilgisayar/video oyunları ile ilgilenirken durabiliyor. Ancak bu durağanlık, sosyal ve bedensel hareketliliği kısıtlayıcı biçimde dış dünya ile ilişkiyi sınırlar. Keşfetme ve merak gibi temel ihtiyaçların en iyi biçimde karşılanabilmesi için kendiliğinden ve doğal biçimde akıp giden bir hayata, açık havada, parkta, sokakta, bahçede başka çocuklarla birlikte olmaya ihtiyaç vardır. Her çocuğun hakkı olan hayal kurabilme yerini, televizyon programcılarının, video oyun tasarımcılarının çocuklar adına kurduğu pek de zengin olmayan hayallerle yetinmeye bırakıyor.”
‘Teknolojik cihazların kullanımı ödül olmamalı’
Ailelerin iyi birer medya okuryazarı olması gerektiğine dair ise, şunları söylüyor: “Ebeveynler önce kendileri teknolojik cihazları doğru kullanmalı, örnek olmalı. Diş fırçalamayı öğretir gibi teknolojik cihazların doğru kullanımını öğretmeli. ‘Uykudan bir saat önce kullanıma izin yok, yemek sırasında telefon kullanmaya izin yok’ gibi belirgin kurallar getirmeli. Odasında TV ve bilgisayar bulunmamalı. Aile üyeleriyle şarkı söylemek, kitap okumak, spor yapmak gibi etkinlikler düzenlemeli. Çocuğu hobi edinmesi için teşvik etmeli. Teknolojik cihazların kullanımı ödül olmamalı. (13 yaşın altındakiler için) sosyal medya hesapları erişkinlerin tacizinden ve diğer çocukların zorbalığından korunması için kontrol edilmeli. Aile çocuğun oynadığı oyunlar hakkında bilgi sahibi olmalı.”
Kuzuloğlu: İnternet sizi daha sosyal ve bilinçli hâle getirmediyse kendinizi sorgulayın
İnternet âlemini en iyi çözümleyen isimlerden biri olan M. Serdar Kuzuloğlu, gününün tamamına yakınını telefon, tablet ve bilgisayarda makale okuyarak geçiriyor. Onun için bu durum, küçükken de pek farklı değilmiş: “Ben küçükken de okuyacak bir şey bulabilmek için mahallemizdeki apartmanların kapıya attıklarını karıştırırdım. İnternet benim okumaya, öğrenmeye yönelik açlığım için eşsiz bir ‘açık büfe’ye dönüştü.”
Fayda-zarar bağlamında değerlendirildiğinde internetin; bir kitap, kek kalıbı ya da silikon macundan farksız olduğunu düşünüyor. “Dijital hizmet ve içerik, çocuğun beklentileri ve yönelimleriyle anlam kazanan ya da kaybeden kavramlar” diyen Kuzuloğlu, şiddete meyilli bir çocuk ile resme meyilli olanın interneti kullanma biçimlerinin farklı olacağını söylüyor.
Dolayısıyla bu çağın bir lütuf olduğunu anne babalara şu sözlerle anlatıyor: “İnternet gibi insanlık tarihinde hiçbir kuşağa nasip olmamış eşsiz bir nimetten çocuğunuza güzel şeyler yansımasını istiyorsanız onları karakter olarak güzel şeylere, iyi düşüncelere ve yapıcı meraklara yönlendirmenizde fayda var.”
‘Telefonu elinden düşürmeyen babanın ‘bırak onu’ demesi samimiyetsiz’
Sizin de çocuğunuz teknoloji ve cep telefonunuzun işlevleriyle ilgili sizden daha fazla şey biliyor mu? Muhtemelen öyle. Ne de olsa onlar dijital yerli. Belki de anne-babalar tarih boyunca ilk kez çocuklarına bir şey anlatmak için öğrenmek zorunda.
Kuzuloğlu bu durumu şöyle yorumluyor: “Şu ana kadar anne-babalar çocuklarından önce her türlü bilgiye sahipti. Ayakta durmayı, yürümeyi, çiş yapmayı, bıçak kullanmayı, konuşmayı, dört işlemi hep onlardan öğrendik. Fakat bugün ilk defa çocukların genel ölçekte anne-babalarından daha çok bildiği bir konu var. ‘Bireysel teknolojiler’ çatısı altında toplayacağımız bu kümede ebeveynlerin sağlıklı bir karar vermesini şahsen beklemiyorum. Zira onların da çoğu alabildiğine yanlış ve ölçüsüz bir kullanım içindeler. Gün boyu elinden telefonu düşürmeyen babanın çocuğuna ‘bırak elinden onu’ demesi, samimiyetsiz. Benzer şekilde ‘azıcık rahat edeyim’ niyetine ağza emzik verir gibi çocuğunun eline tablet yerleştiren annenin ileride ‘bu çocuk neden hiç bizimle konuşmuyor?’ diye hayıflanması da densizlik.”
Çocukları bu çağda internetten korumanın doğru veya yanlışlığından ziyade mümkün olmadığını düşünüyor, Kuzuloğlu. Eğer istenirse elbette hepsinden yalıtmanın mümkün olduğunu ama bunun bir ödül mü yoksa ceza mı olacağı konusunda emin olmadığını söylüyor. Ebeveynlerin bu noktada yapması gerekenleri ise şöyle anlatıyor: “İnternet yeni bir okuryazarlık formu ve hiçbir çocuk bundan mahrum bırakılamaz. Belirli bir yaşa kadar onları bu dünyadan uzak tutmak da anlaşılmaz değil elbette. Fakat bu durumda da onların ihtiyaç duyduğu ilgiyi sunduğunuza emin olun. Telefonda mesajların derdine düşüp TV şovundan dizilere sekerken bu ‘küçük’ detay unutuluyor zira.”
‘Çocuklarıma dikkat etmeleri gerekenleri anlattım’
Çocuklar henüz interneti kullanmaya başlamadan önce anne-babaların, çocukların neredeyse her anını paylaşma dürtüleri var bir de. Kuzuloğlu, onların büyüdüğü çağdaki mahremiyet algısının bügüne kıyasla esneyeceğini düşünüyor ve ekliyor: “Hatta bazılarının büyüyünce ‘Çocukken benim fotoğraflarımı niye hiç paylaşmadınız?’ diye hayıflanacağını düşünüyorum. Ama şahsen yine de pileli şalvar kesim kot pantolon ve Prekazi ense saçlarımla bir fotoğrafımın sadece annemin dolabındaki aile albümümde olmasından dolayı son derece mutluyum.”
Ali ve Zeynep isimli iki çocuğu bulunan Kuzuloğlu, kendi çocuklarıyla olan deneyimini ise şöyle paylaşıyor: “Çocuklarım 8 yaşında ve neredeyse bütün sınıf arkadaşlarının Instagram ve Youtube hesapları var. Ali de sonunda bir Instagram hesabı açmaya karar verdi. Fenomen tedirginlikleri fıtrattan mıdır bilmiyorum ama gün be gün takipçilerinin artışını ve nelerin daha çok ilgi çektiğini, en çok etkileşimi kimlerin kurduğunu hayret verici bir titizlikle inceledi. Fakat birkaç gün sonra sıkılıp bıraktı. Bu sonucu tahmin ediyordum ama yaşaması gerekiyordu. Yine de kullanmaya başlamadan önce ona nelerin fotoğrafını asla çekmemesi gerektiğini, gelecek mesajlarda ve yazacağı cevaplarda neye dikkat etmesi gerektiğini tek tek anlattım. Çok faydalı olduğuna da eminim.”
İnternetin hepimizi daha sosyal, daha konuşkan, daha çok okuyan, dünyadan daha haberdar ve daha bilinçli hale getirdiğini düşünen Kuzuloğlu, böyle hissetmeyenleri de uyarıyor: “Bu satırları okuyanlar kendisi böyle hissetmiyorsa kullandıkları ağları ve orada arkadaş edindiklerini yeniden gözden geçirsinler derim.”
Doğan: Birleştirici ve eğlenceli taraflarını gösterirken tehlikeler konusunda uyarmalı
‘Blogcu Anne’ ismiyle bilinen Annelik Her Zaman Toz Pembe Değil kitabının yazarı, Dijital Topuklar Zirvesi’nin yaratıcılarından Elif Doğan, yeni neslin artık internetin içine doğduğunu belirterek çocuklarının teknolojiyle olan ilişkisini şöyle anlatıyor: “Hafta sonları seyrettiğimiz çizgi filmleri Apple TV’den satın alıyor, geniş ailemizle Whatsapp’tan yazışıyorlar.”
Doğan, çocuklarına, internetin sadece oyun ve eğlence olarak algılanmaması gerektiğini, fatura ödemelerinden yön bulmaya kadar birçok fonksiyonu olan bir platform olduğunu anlattığını söylüyor.
‘Çocuklarımıza hesap vereceğiz’
Fakat işler, çocukların sosyal medya kullanımına gelince biraz değişiyor. “Çoğu sosyal medya platformu 13 yaşından önce kullanıma izin vermiyor. Ebeveyn olarak ben bu konuda aceleci değilim ve bu yasal sınırlara gelene kadar çocuklarıma kullandırtmayı düşünmüyorum” diyor. Daha önce çocukları için birer Twitter hesabı açmış ve bir nevi günlük gibi söyledikleri komik şeyleri yazdığını söylüyor, fakat bir süre sonra bu yaptığının doğruluğundan emin olmamış: “Belki de böyle bir şey yapmamı istemeyeceklerdi. Biz, birçok şeyi ilk kez deneyimleyen ve öğrenen bir nesiliz; belki de ileride çocuklarımıza bu konuda hesap vereceğiz.”
İnternet veya sosyal medyadan çocukları korumanın doğru ve mümkün olmadığını düşünüyor ve güzelliklerin yanında, uyarılması gerek noktalara da dikkat çekiyor: “İnternetin ve sosyal medyanın birleştirici ve eğlenceli taraflarını gösterirken olası tehlikeler konusunda uyararak ilerlemek en doğrusu.”
Sosyal medyanın sosyalliğe etkisini sorduğumda ise Doğan, kendi nesliyle şu anki nesli karşılaştırıyor: “Bizler sosyal medya sayesinde daha sosyaliz; örneğin bugün benim birçok arkadaşım sosyal medya üzerinden tanıdıklarımdan oluşuyor. Ancak bizler çok daha dışa ve dışarıya dönüktük, parkta bahçede oynardık. Şimdi çocuklarımız internet yüzünden evde kalmayı tercih ederlerken, dışarıdaki potansiyel tehlikeler yüzünden bizim de işimize geliyor belki böylesi… Dolayısıyla asosyallik boyutunun ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum.”
Teknolojik Anneler: Çocuk en ufak bir problemi paylaşabilmeli
Teknoloji alanında kendini eğitmiş ve diğer annelere bildiklerini anlatmak üzere Teknolojik Anneler blogunu kuran Derya Divrikli ve İpek Süer, tehlikelere karşı hazırlıklı olmak gerektiğini ve bazı konulara hâkim olmanın önemli olduğunu düşünüyor. “Örneğin son günlerde bir uygulamanın adı sık geçmeye başladıysa hemen araştırıp soruşturmak iyi olur” diyen ikili, teknolojiyi iyisiyle kabul etmenin doğru olduğunu savunuyor.
Anneler 13 yaşına kadar internet kullanımının ortak alanda gerçekleşmesi gerektiğini söylüyor: Çocukları, en azından belli bir yaşa kadar kontrolsüz bir şekilde internet başında yalnız bırakmak doğru değil. Anne, baba çocuğun ne yaptığını görmüyorsa bile onu duymalı.
Her daim tepelerinde belirmek de iyi bir davranış değil. Onlar çocuk/ gençler ve artık sıkılma süreleri de epey kısa. Dolayısıyla başlarına gelebilecekleri konusunda uyarmak gerekiyor. “İnternette tek başına duran çocuklarınıza sohbet ile gelebilecek tehlikeler ile ilgili çok net ve açık dilde konuşmak gerek. Kesinlikle kişisel bilgilerin paylaşılmaması gerektiğini; isim, yaş, adres, okul bilgilerini yazılı ve sözlü paylaşmamasını, bu bilgileri soran olursa size haber vermesini ürkütmeden anlatmalıyız. En ufak bir problemi bile çekinmeden bizlerle paylaşabilecekleri bir ilişki içinde olmamız çok önemli” diyorlar.
‘Biz daha çok okuyorduk, onlar izliyor’
Önceki neslin çocukluğu ile şimdikilerin kıyası ise şöyle: “Biz daha çok okuyorduk, onlar daha çok izliyorlar. Biz bilgi, kitap, oyuna sınırlı şekilde erişebiliyorduk, onlar sınırsızca ulaşabiliyorlar. Nesiller arasındaki farkları o iyiydi, bu kötüydü şeklinde değerlendirmiyoruz. O yüzden her şey kararında iyi. İnternete düşüp içinde kaybolmak ne kadar kötüyse, teknolojiden kendini soyutlayıp tümden reddetmek de bizce o kadar kötü.”
Yaş konusuna gelince, 2 yaşından küçük çocukların internet, TV ya da bilgisayarla karşılaşmasını mümkün olduğunca ertelemeli. Bunun açıklamasını da şöyle yapıyorlar: “Çocuk o yaşlarda her şeyi ellemeli, dokunmalı. Boyutları, şekilleri gözlemlemeli. Soğuk-sıcak, sert-yumuşak, her şeyi keşfetmeli. Bebeğin önüne düz bir ekran ve hızla akan şekiller koyulduğunda cidden kötü bir şey yapılıyor.”
‘İnterneti saatli, dakikalı kullanmak yerine kaliteli kullanmak önemli’
Peki kaç yaşından itibaren, nasıl bir program uygulanmalı? Anne-babaların kararsızlık yaşadığı en önemli nokta bu. Teknolojik Anneler bu konunun uzmanı olmadıklarının altını önemle çiziyor ama katıldıkları seminer ve eğitimlere dayanarak düşüncelerini şöyle paylaşıyor: “Okul öncesi çocukların teknoloji kullanımı günde 30 dakikayı geçmemeli. Öğrenimin ilk dört yılında günde 45 dakikayı, ikinci 4 yılınca günde bir saati geçmemesi ideal, deniyor. Bizim fikrimiz ise, saatli dakikalı hesaplar yerine, interneti gerçekten faydalı işler için kullanıyorsak ve bunu birlikte yapıyorsak, -yani bu işi çocuğumuzla ‘kaliteli vakit’ geçirmeye çevirdiysek-, buna o an karar verilmesi en doğrusu. Biz çocuklarımızla ilgilendikleri konularla ilgili videolar izlemeyi, fotoğraflar aratmayı bazen birlikte oyun oynamayı seviyoruz. Ama bunu abartmıyor ya da bunu çok önemli bir olaymış gibi kullanmıyoruz; gayet sıradan ve anlamlar yüklenmemiş bir olay olunca ‘kıymete binme’ ortadan kalkıyor.”
Çocukların tablet, telefon alışkanlığı edinmesinde ailenin rolüne dair, “Çocuklar gördüklerini birebir kopyalıyor” yorumunda bulunuyor, Teknolojik Anneler. “Anne-baba, evdekiler, elinden telefonu bırakmıyor, akşamları televizyon karşısında kucaklarda laptop veya tablet ile oturuyorlarsa, çocuktan elinde kitapla oturmasını beklemek yersiz olmaz mı?” diyerek, aslında anne-babaların söylediklerinden ziyade yaptıklarına da dikkat etmeleri gerektiğini belirtiyorlar.
‘Her fotoğraf için çocuğun izni alınmalı’
Çocuklarının her anını sosyal medyada paylaşan anne-babaların bu davranışına dair mahremiyet konusuna değinen ikili, çocuğun her anının artık bir teşhire dönmüş olduğunu düşünüyor. “Hele ki çocuğun büyüdüğünde utanacağı, belki de yaşıtları tarafından dalga geçilme ihtimali olan şeyler paylaşılıyorsa bu öncelikle çocuğa yönelik insan hakları ihlali, çocuk istismarı. Özellikle bir yaştan sonra, sosyal medyada kullanılacak her fotoğraf için çocuğun izni alınmalı. Mümkün mertebe, çocuğun güvenliğini riske atacak detayların olmamasına dikkat edilmeli. Mesela çocuğun kreşinin, okulunun isminin görülmemesi, oturulan evin konumunun açık edilmemesi gibi şeylere mutlaka dikkat edilmeli. Ayrıca size o an için şirin ve komik gelebilecek bir paylaşım, yıllar yılı internette kalacak ve hayatı boyunca karşısına çıkacak. Belki ilerde çocuğunuza sürekli sıkıntı çıkaracak.”