Kitap

Nehirde: İnsanların değil, insanın hikâyesi

Haroldo Conti şöyle demişti: Bir anlamı var mı bilmiyorum, ama kendime hep şöyle derim: İnsanların hikâyesini, bir yolun ortasında şarkı söylüyormuşsun gibi anlat, bütün imrenme duygusunu üzerinden at ve şarkı söyle, bütün kalbinle şarkı söyle; öyle ki, sonunda insanlar senin adını değil, o eski ve basit hikâyeyi hatırlasın.”

Conti, ilk romanı Nehirde’yle bunu ziyadesiyle başarmıştır. Romanın konusu üç cümleyle anlatılabilir: Buenos Aires’in kuzeydoğusundaki Paraná Deltası’nda saz toplayarak geçinen Boga, yanında çalıştığı ihtiyar adam ölünce, herhangi bir plan ya da hazırlık yapmadan, küçük bir tekneyle nehre açılır. Balık tutar, hafta sonunun geldiğini nehrinin Bueos Aires’li zenginlerin yelkenlileriyle doluşundan anlar, zaman kavramı yalnızca mevsimlerin değişmesinden ibarettir. Akışına bıraktığı hayat onu bir grup adamla bir araya getirir, kendini ne olduğunu anlayamadığı ve hoşuna gitmeyen bir planın içinde bulur. Kulağa aslında romanda pek bir şey olmuyormuş gibi gelse de bu doğru değildir, Conti’nin anlattığı şey tam da, hayatın zamanın akıp gitmesinden ve insanın da bu geçip gidişi seyretmesinden ibaret olduğu gerçeğidir.

Romanın özgün adı Sudeste, İspanyolcada Güneydoğu anlamına geliyor. Bu kelimenin Türkçedeki çağrışımı farklı ve çok baskın olduğundan, çeviride Nehirde ismi tercih edildi. Fakat özgün isim üzerinde düşününce, akla gelen ilk fikir ‘güneydoğu’nun bir coğrafi konumu ifade ettiği. Oysa romanın geçtiği Paraná Deltası, Buenos Aires’in kuzeydoğusunda yer alıyor. Romanda güneydoğu yönüne doğru gerçekleştirilen bir eylem de yok. Zaten güneydoğu’yla kastedilen de bir coğrafi konum değil, romanın merkezi olan bölgede esen rüzgârın yönü. Delta, Conti’nin doğduğu değil ama çok sevip kendisine memleket benimsediği bölgeydi. Burayı ilk kez 40’lı yıllarda tanıdı ama 60’lı yıllarda kalıcı olarak yerleşip, adını kızının da adı olan Alejandra koyduğu küçük bir tekne inşa etmeye başladı. “Çok belirgin bir dünyanın kalbine nüfuz etmeye başladım, kıyı halkını, adalıları, gemilerde yaşayan insanları tanıdım. Ve ben bir tekne inşa ederken, bütün doğallığıyla Sudeste çıktı ortaya. Her şey böyle başladı.” Başrolde nehrin olduğu bir hikâyeye, o nehirde esen rüzgârın ismini vermekten daha iyi bir fikir olabilir mi? Conti bu tercihle aslında hikâyesiyle neyi anlatmak istediğini de açıkça belirtmiş. Romandaki doğa tasvirleri, su, balıklar, bitkiler ve gemilere dair metaforik betimlemeler tam da Conti’nin amaçladığını düşündüren soyut, zamansız, süzülmeyi andıran bir duygu yaratıyor. Doğa sanki romanda ete kemiğe bürünmüş ve başrole yerleşmiş. Doğanın bu şekilde kişileşmesi insanların (=insanın=Boga’nın) kendisini çevresinden  koparıp doğaya geri dönme arzusunu sade ama görkemli bir şekilde betimliyor. Bu yüzden Nehirde’yi insanlar değil, insan hakkında bir roman olarak yorumlamak yerinde olabilir. Romanda nehir, gökyüzü, bitkiler, hayvanlar ve insan arasında büyük farklar yok, hepsi aynı düzene, doğaya ait. Boga görünüşte kaygısız, hafif, basit ama özünde ezici olabilecek kadar yoğun duygulara sahip yeni hayatını değiştirmek için parmağını bile oynatmadan, hayatın kendisine geldiği haliyle yaşarken, okur onun yanında oturup suyun kayığa vurunca çıkardığı sesi duyduğuna yemin etmiyorsa, utandığındandır.

Nehirde’nin karakter sayısı sınırlı, hiçbirinden alışıldık adı ya da soyadıyla bahsedilmemesi, sanki olduğundan da az karakter varmış hissi yaratıyor. Boga, ihtiyar adamlar, Rubia, Cabecita, Bastos… Bunların hepsi takma ad, romanda önemli olan kimin kim olduğu ya da ne yaptığı değil, nehrin üzerinde asılı kalan, geçip geçmediğinden emin olunamayan zaman. Doğa, nehir ve adalar sanki yüce Yunan Tanrıları ya da daha antik zamana ait kadim tanrılar gibi, orada, kendi varlıklarının bilincindeler. Takma adlı karakterler de bu doğa tanrılarının arasında küçücük ve önemsizce, paylarına düşen hikâyeyi yaşıyorlar. Boga, nehri bütün kıyı köşesiyle tanıyor, en büyük hayalinin kendi gemisine sahip olmak olduğunun da, ancak kimsesiz, yarı harap haldeki bir gemiyi görünce farkına varıyor. Öncesinde tuttuğu bir balık olmayı arzularken, o andan itibaren tek düşündüğü, o gemi oluyor.

“Boga kuzeye doğru gidiyordu, dorado’nun, genel olarak balıkların, ama en çok da dorado’nun ardından; sanki balıklar ve tüm o balıkların kralı önünde koşuyordu da Boga’nın onları yakalaması gerekiyordu. Özellikle o balığın, hangi noktaya kadar kendisi için mitsel bir varlığa dönüştüğünün farkında değildi. Birkaç kez onu avladıktan sonra bile, hâlâ gerçekte onu avladığından emin değildi, sanki aslında avladığı şey bir balık değil de bir balığın yanılsaması gibi geliyordu.”

“İşin aslı, eğer yapmanın bir yolu olsaydı, bu adam suyun kalbinde, unsurlarının toplamında, küçülmeden, dorado’nun sadece sarı bir parıltı, suyun karanlığı altında bir kat, o gizli ışıltı olduğu anda onu yakalamak isterdi. Tabii bu imkânsızdı. Belki de, kalbinin derinliklerinde, bu adam balıkla bütünleşmek, bir anlamda balığın kendisi olmak istiyordu.”

İşini bitirip yola çıktığında aynı zamanda garip bir şekilde gemisini inşa etmeye başlamış gibiydi. Kat etmeyi düşündüğü bütün o nehirlerin ardında gemisi onu bekliyormuş ve bütün bunları aşmadan ona varmanın yolu yokmuş gibi.”

Lirik, macera, ütopya, doğa, varoluşçu, bildungsroman… Hepsi de Nehirde’yi tanımlayabilecek türler. Roman boyunca iki tür mücadele var, özünü Boga’nın çıktığı yolculuğun oluşturduğu, insanla nehir arasındaki mücadele ve insanla insan arasındaki güç mücadelesi. Conti detaylı betimlemeleriyle okuru kolayca bu iki mücadelenin içine katıyor, onların bir parçası yapıyor. Ama her halükârda, ikisini de kazanan nehir oluyor.


Nehirde
Pinhan Yayıncılık / 2016

Haroldo Conti kimdir?

1925’te Buenos Aires’te doğdu, felsefe eğitimi aldı, ilkokul öğretmenliği, Latince öğretmenliği, banka elemanlığı, ticari uçuş pilotluğu, senaristlik gibi çok sayıda farklı işte çalıştı. İlk romanı Nehirde’yle Fabril Ödülü’nü kazanınca edebiyat çevrelerinde hızla tanındı ve adını sadece 10 sayı çıkaran ama Arjantin edebiyatında önemli bir yere sahip olan dergiden alan ünlü ‘Contorno Kuşağı’nın bir üyesi haline geldi. Nehirde’nin yayınlanmasının ardından üç roman ve pek çok öykü kaleme aldı. Casa de las Américas dahil olmak üzere birçok edebiyat ödülüne değer görüldü. Conti, Arjantin’deki 1976 darbesinin ardından evinde tutuklandı. İsmi gözaltında kaybolanlar listesinde yer almaktadır.

İdil Dündar

1978 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji bölümünden mezun oldu. 10 yıl boyunca çeşitli dergi ve yayınevlerinde çalıştı. 2010’dan beri İspanya’da yaşıyor, karşılaştırmalı edebiyat alanında yüksek lisans ve İspanyolca ve İngilizceden çeviri yapıyor. Kitaplarını çevirdiği yazarlar arasında Doris Lessing, Parker Bilal, Roberto Ampuero, Armando Romero ve Robert M. Edsel yer alıyor.

Journo E-Bülten