Gazeteciler sahipsiz mi? Evet sahipsiz. Gazeteciler, onları sahiplenen birileri olsun istiyor mu? Emin değilim. Peki o zaman sorunlar nasıl çözülecek?
Beyzanur işinde gücünde, kendi hâlinde bir editör. Twitter’da gazetecilik aktivizmi yapan gruplarla selâmı sabahı yok. Gözaltına alınmaktan gelen bir bilinirliği olmadığı gibi, bir mahallenin amigosu ya da kahramanı da değil. Profesyonel gazeteci. Onu kim temsil ediyor? Haklarını kim koruyor? Çıkarlarını kim savunuyor? Eğer meslek örgütüne üyeyse onlar savunuyordur. Peki Türkiye medyasında çalışanların ne kadarı sendikalı? %8,4’ü. Acaba Beyzanur onlardan biri mi?
Gazeteciler Sendikası’na ya da farklı basın meslek örgütlerine neden üye olunmadığı çetrefil bir konu. Bu yazıda meseleye hem meslektaşlar hem örgütler açısından bakacağım ki kimsenin hatırı kalmasın. Çünkü biliyorsunuz, kurtuluş yok tek başına…
Ah şu gazeteciler!
1- Türkiye’de gazeteciler tüketim alışkanlıkları bakımından batılı, örgütlenme motivasyonu bakımından doğulu. Batılı meslektaşlarımızla aynı ekipmanları kullanıyor, aynı haberleri okuyor, aynı dizileri izliyoruz. Ama iş örgütlenmeye gelince Ortadoğu ülkeleriyle aynı lige düşüyoruz. Birlik olup kolektif güç hâline gelmektense “her koyun kendi bacağından asılır” diyoruz.
2- Değersiz ve zayıf hissediyoruz. Sektör kârlı değil, dolayısıyla maaşlar düşük ve üstelik herkes gazeteci. Ortada büyükçe bir pasta olsa, belki daha doyurucu bir dilim talep edeceğiz ama yok. Daha iyi çalışma koşulları uzak bir hayâl gibi. Kimse itiraf etmiyor ama galiba hâlimize şükrediyoruz.
3- Bilhâssa sendikal örgütlenmeden korkuyoruz çünkü geçmiş acı tecrübelerle terbiye edildik. Her renkten işverenin sendika düşmanlığı malûm. İşsizlik sopası ensemizde ve sektörden aforoz edilmek korkulu rüyamız. Hele işimizi seviyorsak.
4- Sosyal medyadan tepki vermeyi yeterli görüyor ve kendimiz için de sosyal medyada ses çıkartılmasından ötesini önemsemiyoruz. Sorunlarımıza kalıcı çözümler üretecek örgütlü ve programlı mücadeledense, gelip geçici kampanyalarla yetiniyoruz.
5- Meslek örgütlerini yetersiz buluyoruz. Haklarımızı ilerletebileceğine, çıkarlarımızı savunabileceğine inanmıyoruz. Bizi temsil etme kabiliyetleri olduğunu düşünmüyoruz. Peki bunda ne kadar haklıyız?
Sessiz çoğunluk örgütlenmeli
Geçen yıl Bertolt Brecht’in çok etkilendiğim bir şiirini* Türkçeye çevirdim. Şöyle bitiyordu:
“Şimdi bu söylediklerimizden hangisi yanlış?
Birkaçı mı, hepsi mi yoksa?
Hâlâ güvenebileceğimiz kim var?
Akıntıda sürüklenen artıklar mıyız biz?
Artık kimseyi anlamayarak
ve anlaşılmayarak
geride mi duracağız?
Yoksa işimiz şansa mı kaldı?
Sorduğun şey bu.
Bunun cevabını kendinden başka kimsede arama.”
Aslında meslek örgütlerimiz tam da bizi yansıtıyor olmalı. Bizim kadar güçlü, bizim kadar özgüvenli, bizim kadar güler yüzlü, bizim kadar cesur, bizim kadar güncel. Eğer gazetecilerle meslek örgütleri arasında bir açı varsa, yani “Biz bu değiliz, bu örgütler daha iyi olmalı” deniyorsa katılımda ve temsiliyette sorunlar var demektir.
“Sessiz çoğunluk” medya çalışanları -Beyzanur’lar- meslek örgütlerinde aktif olmadığı için, geneli temsil etmeyen gruplar organize olarak yönetimlerde söz hakkı kazanıyor. Elbette ideali üyelerin aşağıdan yukarıya demokratik, şeffaf ve katılımcı bir yapı inşâ etmesi. Bunun yolu da meslek örgütlerinde daha fazla üyenin olması ve bu yeni üyelerin ısrarlı katılımından geçiyor. Temsilcilerimiz gerçekten sektörün içinden gelmediği müddetçe sorunlarımızı çözmemiz pek mümkün görünmüyor.
Neyse ki son yıllarda gazeteciler arasında ciddi bir örgütlenme eğilimi var ve bu çok değerli. Siyasi baskılara ve patronların engellemelerine rağmen bir araya gelip mücadele eden meslektaşlarımız çıkış yolunu herkese gösteriyor. Yarın yeniden demokrasi yoluna girecek ülkemizde daha adil bir medya düzeninin temelleri bugünden atılıyor. Yani hiç umutsuz olmayın: Gazetecilik küllerinden yeniden doğmaya hazırlanıyor.
* An den Schwankenden (Gesammelte Werke, Bd.IX, S.678)
Savrulana
Diyorsun ki:
İşler bizim için kötüye gidiyor.
Karanlık üzerimize çöküyor.
Güçlerimiz tükeniyor.
Yıllarca çalışıp didindikten sonra,
İlk günden daha zor durumdayız.
Ama eskisinden de kuvvetli duruyor düşman.
Gün geçtikçe arttı gücü.
Yenilmez bir görünüm kazandı.
Ve biz inkâr edemeyeceğimiz hatalar yaptık.
Gün geçtikçe azaldık.
Orada burada sloganlarımız, dağınık.
Sözlerimizi kendine yonttu düşman,
onları tanınmaz hâle getirdi.
Şimdi bu söylediklerimizden hangisi yanlış?
Birkaçı mı, hepsi mi yoksa?
Hâlâ güvenebileceğimiz kim var?
Akıntıda sürüklenen artıklar mıyız biz?
Artık kimseyi anlamayarak
ve anlaşılmayarak
geride mi duracağız?
Yoksa işimiz şansa mı kaldı?
Sorduğun şey bu.
Bunun cevabını kendinden başka kimsede arama.
Bertolt Brecht, 1933
(Almanca aslından çeviren: Mustafa Kuleli)