Haber

Toplumsal şiddetin en zayıf halkası: Hayvanlar

Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) tarafından geçen yıl açıklanan rapora göre, Türkiye’de yalnızca beş ay içinde hayvanlara yönelik en az 8 milyon 315 bin 234 yaşam hakkı ihlâli, 144 işkence, 155 terk etme ve 1 cinsel şiddet vakası yaşandı. Son aylarda medyaya yansıyan olayları düşünürsek, hayvanlara uygulanan şiddet artıyor mu? Hayvan hakları ihlâllerinde hukuki durum nedir? Hayvan hakları aktivistleri ne diyor? 

Kırıkkale’de Hüseyin Kâhya Parkı’nda zehirlenen güvercinler, Antalya’da yakılarak katledilen ve tecavüz edilen kediler, Isparta’da kulakları kesilen köpek… Sokak hayvanlarına şiddet uygulanmakla kalmıyor, zulüm görüntüleri sosyal medyada da paylaşılıp yayılıyor. Öte yandan, hayvanseverlere yönelik şiddet de giderek artıyor. Konuyla ilgili uzmanların ve aktivistlerin görüşleri doğrultusunda hayvan şiddetinin boyutlarını, hukuki, siyasi ve toplumsal durumu irdeledik.

‘Hayvana şiddette artış var’

Ardı ardına medyaya yansıyan hayvan hakları ihlalleri akıllara, “Hayvanlara yönelik şiddet giderek artıyor mu, yoksa sosyal medya nedeniyle daha çok mu haberdar oluyoruz” sorusunu getiriyor. İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu’ndan Avukat Hülya Yalçın, özellikle genç kesimde hayvan şiddetine yönelim konusunda artış olduğu kanaatinde:

“16, 17, 18 yaşlarındakiler çeteleşip, toplum içinde gördükleri şiddeti uygulayabilecekleri en masum ve güçlerinin yeteceği en mağdur canlıya yöneltiyorlar. Bu nedenle artış var. Maalesef kadınlar da bu şiddete dahil. Bu yüzden çok üzgünüm. Toplumsal şiddetin ilk sarmalı, en zayıf halkası hayvanlardır ve hayvanlara uygulanan şiddeti engellemeden başta türlü şiddetlerle mücadele etmenin çok da yararlı olacağını düşünmüyorum. Hayvanlara yapılan işkence ve ihlâller, hayvan hakları savunucularının tepkisine neden olduğu için görünür hale geldi.”

‘Yakında en zor yaşam şartları hayvanlara düşecek’

Sosyal medyanın her anlamda her yerde görünürlüğü arttırdığını düşünen ‘Bombalara Karşı Sofralar’ ekibinden, vegan hayvan hakları aktivisti Olcay Gazabi ise hayvana yönelik şiddetin ‘iktidar hissetme hırsı’ndan kaynaklandığını savunuyor:

“Son dönemde toplumun genel ruh haline bakacak olursak, şiddete olan eğilim oldukça yüksek. İnsanların içinde öldürmeye, işkence etmeye, kendini sakatlamaya ya da kendini öldürmeye yönelik eğilimler vardır. Bunlar ruhen çürüyen kişilerdeki eğilimler ve belirtilerdir. Her manada çürüyen, her geçen gün içinde yaşanması daha zor bir toplum oluyoruz ve ben hayvana yönelik şiddetin arttığına inanıyorum. Kedi evlerine yapılan saldırıları düşünün, köpekler için yapılan yuvaları kırıp yakarak sıcağında içen tipleri düşünün. Kendi minicik zevkleri ya da değersiz tatminleri için bunu yapıyorlar. Bu minik iktidar hissetme hırsları yüzünden her alanda şiddet artıyor. Kurumlardan tutun ailelere, insanlardan çocuklara ve hayvanlara, çocuklardan hayvanlara… Girdap gibi ve hızla büyüyen bir şiddet sarmalına hep beraber göz göre göre çekiliyoruz ve korkarım yakın gelecekte en zor yaşam şartları her zaman olduğu gibi hayvanlara düşecek. İster şehirde ister vahşi ortamda yaşayan hayvan olsun…”

Hayvan hakları aktivisti Metin Kılıç, hayvana uygulanan şiddetin daha görünür olmasında teknolojinin etkilerine işaret ederek, “Özellikle büyükşehirlerde, her yerde sokak ve caddelerde kameraların olması ve medyanın eskiye göre çok ilerlemesinden olacak ki bu kadar fazla şiddet görüntüsü gün yüzüne çıkıyor” diyor.

Beş ayda en az 8 milyon hak ihlâli

Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) tarafından geçen yıl açıklanan rapora göre, Türkiye’de yalnızca beş ay içinde hayvanlara yönelik en az 8 milyon 315 bin 234 yaşam hakkı ihlâli, 144 işkence vakası, 155 terk etme vakası ve 1 cinsel şiddet vakası yaşandı. Türkiye’de hayvanlara yönelik şiddetin her daim mevcut olduğunu belirten HAKİM Koordinatörü Burak Özgüner, “Sosyal medyaya yansıyan, basında yer bulan hayvan hakları ihlâlleri daha çok sokak hayvanlarına yönelik olanlardan ibaret. Kent hayvanlarına yönelik olan hak ihlâlleri de yeterince sansasyonel veya kamuoyu tepkisini yeterince çekmiş ya da sosyal medyada gündem konusu olmuş ise basında yer bulabiliyor” diyor. 

Para cezasının hiçbir yaptırımı yok’

Nasıl bir suçun önlenmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyorsa, hayvan hakları ihlâlleri için de aynı şey geçerli. Bu durum akla konu ile ilgili yasaları getiriyor.

5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, Türkiye’de 13 senedir yürürlükte ve buna göre hayvanlara kasıtlı olarak kötü davranmak, acımasız ve zalimce işlem yapmak, dövmek, aç ve susuz bırakmak, aşırı soğuğa ve sıcağa maruz bırakmak, bakımlarını ihmal etmek, fiziksel ve psikolojik acı çektirmek, cinsel ilişkide bulunmak ve işkence yapmak yasak. Ancak yasa bunları madde olarak saymasına karşın, suçları engellemede yetersiz olması nedeniyle uzun zamandır hayvan hakları savunucularının hedefinde. En büyük tepkiye neden olan hususlardan birisi, hayvana şiddet ve tecavüz vakalarının Kabahatler Kanunu kapsamında değerlendirilmesi ve bu nedenle sadece caydırıcılığı olmayan para cezalarının gündeme gelmesi.

5199 sayılı yasada değişikliklerin yapılması için TBMM’de çalışmalara katılan Hülya Yalçın, hayvana şiddetin cezalandırılması konusunda yasadaki temel sorunu şöyle aktarıyor:

“Ancak sahipli bir hayvansa, Türk Ceza Kanunu (TCK) kapsamında hayvanın sahibi dava açılabiliyor, önce sahibini tashik etmek gerekiyor. Bu maddenin uygulanabilmesi için hayvanın sahipli olması ve sahibinin hayvana verilen zarar nedeniyle şikayetçi olması gerekiyor. Sahipli bir hayvan zarar görmüşse ama sahibi dava açmıyorsa, sahibi olmayan kişi tarafından hayvan adına dava açılmasının yolu zaten kapalı. Mesela sizin kedinize üçüncü bir kişi zarar verse, siz dava açmıyorsanız TCK’ya göre, benim dava açma hakkım yok, yani husumet ehliyetim yok. Sahipsiz hayvanlar için ise idari para cezası söz konusu. İdari para cezasının caydırıcı olduğunu düşünmüyoruz. Sadece göstermelik birkaç bin liralık ceza veriliyor. Belki ödeniyor belki ödenmiyor. Onu da tek tek takip etmemiz imkânsız. Halbuki hayvana verilen zarar evrenseldir diye düşünüp kim, ne şekilde, hangi hayvana zarar verirse versin, dava açabilme ehliyetimiz olmalı.” 

‘Sahipli, sahipsiz ayrımına son verilmeli’

Hayvanı ‘mal’ olarak değerlendiren yasalardaki ‘sahipli, sahipsiz’ ayrımına, HAKİM’den Burak Özgüner de dikkati çekiyor. Özgüner, Türkiye’de hayvanlara yönelik işlenen suçların, idarî para cezaları ile geçiştirildiği ve cezasızlıkla sonuçlandığı için rutin ve sistematik şiddetin boyutlarının arttığı görüşünde:

“Ceza mevzuatı, hayvanlara karşı suç işleyen kişilerin etkin bir şekilde cezalandırılması için düzenlenmeli. Yasalar nezdinde hayvanlar için ‘sahipli’, ‘sahipsiz’ ayrımına son verilmeli. İşkence, cinsel şiddet, cinayet gibi haksız fiiller, insan-insan olmayan hayvan ayrımı yapılmadan, etkin bir şekilde yargılama yapılarak cezaî müeyyide ile sonuçlanmalı. Hayvanlar, kanunun dışına itilmiş özneler olarak karşımıza çıkıyor. Biz hayvan hakları savunucuları, hayvanları doğuştan gelen haklara sahip, duyguları, hisleri, acıyı hissetme yetileri olan bireyler olarak görsek de devlet, kendi mevzuatına ve taraf olduğu uluslararası sözleşmelere rağmen bizim bu görüşümüzü reddediyor. Devletin bu reddiyesi ve cezasızlık tavrı, hayvan haklarını yok sayma tutumu da hayvanlara yönelik suçların artmasına yol açıyor; faillerin suç işleme konusunda engellenmesini sağlamıyor.”

‘Hayvan Hakları Yasası TCK kapsamına alınmalı’

Vegan aktivist Metin Kılıç da, Hayvan Hakları Yasası’ndaki ihlâllerin mutlaka TCK kapsamına alınması gerektiğini belirterek, “Böylece bizim gibi hak savunucularının işleri az da olsa kolaylaşır. Ama tabii ki bu yasayı TCK’ya da alsak öyle hemen hiçbir işimiz kendiliğinden düzelmeyecek; yani demek istediğim, hep birlikte sürekli eylem, söylem ve hareket içinde olmalıyız” diyor.

5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, hayvanları korumada yetersiz kalıyor. Yasalardan kaynaklanan engeller apaçık ortadayken hayvan hakları savunucuları yıllardır kurdukları örgütlerle veya bireysel olarak mücadelelerini sürdürüyor. Ancak örgütlenme eksikliği ve birbirinden kopuk çalışma sorunu nedeniyle etkili eylemlerin gerçekleştirilebildiğini söylemek olanaksız.

Türkiye’de hayvanlar ile ilgili çalışan yüzlerce sivil toplum kuruluşu ve oluşum olduğunu belirten Burak Özgüner, gerçek bir hayvan hakları mücadelesinin neden yapılamadığına dair fikirlerini paylaşıyor: 

“Sayıları yüzlerle ifade edilen bu oluşumların belki sadece beş tanesi hayvan hakları için çalışıyor diyebiliriz. Çoğu hayvanlara merhamet gösterilmesi gerekliliği üzerinden söylem ve eylem üretiyor. Haklara sahip olan hayvanların, kimsenin ya da bir grubun merhametine ihtiyacı olduğunu; aciziyet, merhamet, sevgi, şefkat gibi kavramlarla hayvanların, öznel olarak haklar bağlamından kopartıldığını düşünüyorum. Türkiye’deki kuruluşların çoğu hayvan refahı çizgisinde kalmış durumda. Hayvanların sömürülmesine karşı çıkmayıp sömürü ve zulmün ‘insanî’ koşullarda sürdürülmesini talep etmek, hayvanların haklarını ortadan kaldırıyor. Esaret, işkence, hak gaspının olduğu ya da bunlara karşı çıkılmadığı takdirde herhangi bir haktan da bahsetmek mümkün değil. Hayvanların menfaati için çok belli olan konularda dahi bir fikir birliğinden bahsetmek de mümkün değil. Farklı sebepler, kişisel husumetler, anlaşmazlıklar nedeniyle, hayvan yaşamına kast eden herhangi bir uygulama ya da politika karşısında bile yıllardır stratejik olarak bir güç birliği oluşturulamaması, hayvanlara ve hayvan hakları hareketine büyük zararlar verdi. Çünkü hayvanların bizlerden başka kimsesi yok, karşımızda ise imkânları, propaganda araçları oldukça güçlü olan, toplumun egemen kesimlerini arkasına almış devlet var. Hayvanlar için faaliyet gösterdiğini iddia eden ve sayıları yüzlerle ifade edilen organizasyonların varlığı, işte bu gerçeklik karşısında hiçbir anlam ifade etmiyor.”

‘Suç duyurusu ile sorun çözülmüyor’

Burak Özgüner, şu anda Türkiye’de hayvan hakları ile ilgili görülen dava sayısının oldukça az olduğunu vurgulayarak, bu durumun nedenlerini şöyle sıralıyor:

“Örgütler, nasıl kitle ve medya iletişimi yapılacağından, kampanya yürütüleceğinden, idarî ve adlî başvuru yapılacağından, hangi konuda hangi kuruma ne şekilde itiraz edileceğinden bihaber durumda. Suç duyurusunda bulunmak ya da idarî soruşturma talep etmek ile hiçbir sorun çözülmüyor, yıllardır bunu deneyimledik. Bir suç duyurusu hakkında verilen savcılık kararına itiraz edilmediği ya da davadaki mahkeme kararı temyiz edilmediğinde; bilgi ve belge talepleri karşılanmadığında üst kurullara itiraz yolları denenmediğinde atılan tüm adımlar sonuçsuz kalıyor. Boşa harcadığımız bu zaman ve enerjimizin de hayvanlara hiçbir yararı olmuyor maalesef. Bu çok içler acısı bir durum…”

Avukat Hülya Yalçın ise hayvan haklarını savunan örgüt ve oluşumların bünyesine bir hukukçu bulundurması gerektiğini belirterek, “Birkaç tane kedi ya da köpek beslemek, hayvan barınaklarında fotoğraf çektirmek, bir dernek için asla yeterli olmamalı. Bunlar sadece garnitür olabilir. Bir derneğin ya da böyle bir oluşumun görevi, gerçek bir hukuk ve toplumsal mücadele vermek” diye konuşuyor.

‘Sadece kedi ya da köpek değil…’

Hayvan haklarını savunma mücadelesine katılmak isteyen bir aktivist olduğunuzu düşünün. Bu ortamda ne yapacaksınız? Dışarıdan bakıldığında gerçekten çok rahatsız edici bir durum söz konusu. Aynı amaç için çalıştıklarını söyleyen insanlar bir türlü bir araya gelemiyor. Sonunda birçok kişi, Olcay Gazabi gibi bireysel mücadeleye yöneliyor:

“Dernekler içinde güvenilir olanlarını seçmeli ve desteklemeliyiz. Belediyelerden ödenek almak için hayvan katliamcısı belediye başkanlarına ‘hayvansever belediye başkanı’ plaketi verenleri desteklememeliyiz. Var olan derneklerde de hayvanlar için daha geniş kapsamlı çalışacak kimseleri desteklemeliyiz; sadece kedi ya da köpek değil, tüm hayvanlara yönelik çalışacak kişileri…”

‘Hayvanlara Özgürlük Partisi’ sponsor arıyor

Hayvan hakları alanında faaliyet gösteren örgütlerin dağınıklığı ve meselenin özüne değinmeden çalışmalarını ‘hayvan refahı’ ile sınırlamalar karşısında bir açmaz yaşanıyor. Hayvan hakları, 21. yüzyılın toplumsal adalet mücadelelerinden biri olduğuna göre, siyasetten ayrı düşünülemez. Yakın dönemde İspanya, Tayvan gibi ülkelerde hayvan hakları partileri kuruldu. Türkiye’de de bu konuda bir çalışma yapılıyor. 

Hayvanlara Özgürlük Partisi’ni kurma girişimlerini sürdüren Metin Kılıç, “Bazı vegandaşlarımla birlikte Hayvanlara Özgürlük Partisi girişiminde bulundum. Geçen yıl bu girişimi duyurduktan sonra ülkenin her tarafından çok olumlu tepkiler aldık ve hatta duyan birçok kişi partiye üye olmak istediğini bize bildiriyor ancak resmi hazırlıkları bitiremedik; çünkü parti kuruluşuna ayıracak paramız yok ve bunun için sponsor da bulamadık. Ama ilk fırsatta partimizi kuracağız” diyor.

‘Duyarlı kitle’ yeni mağduriyetlere sebep olabiliyor

Burak Özgüner, Türkiye’de hayvan hakları hareketinin yeni yeni yeşerdiğini, hayvanlar için çaba gösteren oluşumların sayısının arttığını belirtiyor:

“Özellikle sokak hayvanlarına yönelik olarak bir duyarlılık oluşmaya başladı ancak bu duyarlılık bazen hayvanlar açısından tehlike oluşturabiliyor. Hayvan davranışları, yaşamı, ihtiyaçları konusunda bilinçsiz olan bu ‘duyarlı kitle’, hayvanlar açısından yeni mağduriyetlere sebep olabiliyor. Neredeyse tamamı hayvanlara düşman uygulamalarla gündeme gelen belediyelerin, hayvanseverlerce farklı şekillerde desteklenmesi; hayvan konusunda tutumu, tavrı belli olan belediyeler üzerinde barınak/bakımevi kurmaları yönünde baskı kurulması; sistematik kısırlaştırmanın hayvanlara yönelik bir ‘soykırım’ hâline dönüşmesi ya da yağmurlu bir günde acınarak eve alınan bir hayvanın mahallesinden oldukça uzakta olan sokaklara vurdumduymazca ‘saçılması’, yuvalandırma yapıp bunun takibinin bile yapılmaması, hayvanlar açısından ne yazık ki olumlu bir gelişme olamıyor. Hayvanseverin de hayvan korumacının da hayvanların hakları için mücadele vermek isteyen aktivistlerin de bilinçlenmesi gerekiyor.”

Toplumun tüm kesimleriyle, hayvanlara yönelik şiddetin karşısında hep birlikte durmadıkça bu sorunun katlanarak artacağı ortada. Hayvanların sapkın eğilimli kişilerin oyuncağı haline gelmesini önlemek için ilk aşamada gerekli yasal düzenlemelerin yapılması zorunlu. Örgütlü mücadelenin başarı şansı çok daha yüksek olduğundan, gerçek anlamda hayvan hakları mücadelesi veren herkesin işbirliğine gitmesi de elzem.

Zülal Kalkandelen

Ankara Üniv. İletişim Fak. Gazetecilik Bölümü’nü bitirdi. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fak. Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi dalında yüksek lisans derecesini aldı. 1996-2000 arası NTV ve CNBC-e'de program koordinatörü/yapımcı/program sorumlusu olarak çalıştı. 2001'de New York’a yerleşti. Aynı yıl Cumhuriyet gazetesine New York yazıları ve Dış Haberler sayfasına haber yazmaya başladı. Aynı dönemde Roll, Aktüel, Tempo vb. dergiler için müzik yazıları yazdı, özel röportajlar yaptı. Açık Radyo'da Vegan Logic adlı müzik programını hazırlayıp sunuyor ve serbest gazetecilik çalışmalarını sürdürüyor. Şu ana kadar yayınlanmış beş kitabı bulunuyor.

Journo E-Bülten