Gazeteci Çetin Emeç tam 34 yıl önce öldürüldü. Hâlâ aydınlatılamayan suikastı, kendisi de gazeteci olan kardeşi Leyla Emeç Tavşanoğlu ile konuştuk. Katil zanlısı suçunu itiraf edip ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış olsa da hâlâ birçok soru işareti var. Bunlardan biri de cinayet günü kaybolan Çetin Emeç’in henüz yayımlanmamış son yazısı.
Çetin Emeç 7 Mart 1990 sabahı İstanbul Suadiye’deki evinin kapısında aracına binerken maskeli saldırganların silahından çıkan kurşunların hedefi oldu. Çantasındaki son yazısı sırra kadem bastı. Saldırıyı “Türk İslam Komandoları” isimli bir örgütün üstlendiği açıklandı.
Emeçler gazeteci ve siyasetçi bir aileden geliyor. Baba Selim Ragıp Emeç dönemin ses getiren gazetelerinden biri olan Son Posta’nın sahibiydi. Aynı zamanda bir politikacıydı. Değişim vaadinde bulunan Demokrat Parti’den siyasete atıldı. Fakat sonu büyük bir hüsran oldu. “Babam 10 yıl partide milletvekilliği yaptı. Son Posta’nın sahibiydi. Tüm bunların bedelini Yassıada ve Kayseri’de ödedi. Üstelik hastaydı ve gözleri görmüyordu” diyor Leyla Emeç Tavşanoğlu.
Çetin Emeç’in de babası gibi idealist ve bağımsız ruhlu bir gazeteci olduğuna vurgu yapan Tavşanoğlu sözlerini şöyle sürdürüyor:
- Perfeksiyonist [mükemmeliyetçi] bir insandı. Genel yayın yönetmenliği döneminde kendisiyle Hürriyet’te çalıştım. Ben dış haberlerdeydim. Yazı işlerine indiğimizde gazeteye dâhil olacak tüm haberleri ve köşe yazılarını tek tek okurdu. Akşam çok geç saatlerde eve dönerdi. Kimseye boyun eğmeyen bir yapısı vardı. Türkiye’yi dönüştürmek ve bugüne getirmek isteyenler tarafından hedef alındı. Onların kimler olduğunu bilmiyorum. Önce Türk basının en parlak yayın yönetmeni Abdi İpekçi’yi, arkasından da Çetin Emeç’i yok ettiler.
Telsizden asılsız ihbarlar geliyordu
Suikastın yaşandığı gün, Tavşanoğlu’nun hafızasında tazeliğini hâlâ koruyor. Adım adım gelen trajik süreçle ilgili hafızamızı şu bilgilerle tazeliyor:
- 1989 yılının son ayları ve 1990 yılının ilk aylarında polis telsizlerinden sürekli Emeç suikastı ihbarları olurdu. Tekrarlanan ihbarlardı ve hepsi asılsız çıkıyordu. Olayın yaşandığı sabah erkenden Cumhuriyet gazetesine geldim, karşımda Erhan Akyıldız oturuyordu. Bana “Leyla, yine suikast ihbarı geçtiler” dedi. Bu sefer içime bir kurt düştü. Suadiye’deki ablamla altlı üstlü oturuyordu. Aradım, yanıt vermediler. Evi de yanıt vermiyordu, sekreteri de… Telaşlandım. Hürriyet’in o zamanki Washington temsilcisi Sedat Ergin’di. Beni aradı ve “Abla Çetin’i vurdular” dedi. Haber müdürümüz Hasan Cemal’di. Bana “Bir araba alıp Göztepe Sosyal Sigortalar Hastanesi’ne gidiyorsun” dedi. Morga kaldırmışlardı. Üst tarafı çıplaktı. Göğsünde kaç tane delik olduğunu hatırlamıyorum.
Olay günü usta gazetecinin şoförü de öldürülmüştü. Tavşanoğlu şoförle ilgili bugüne değin kuşkuları olduğunu söyleyerek ekliyor: “Tüm muhbirler ve maşalar mutlaka temizlenir. O adam kafamda hep soru işareti olarak kaldı.”
Usta gazetecinin kurşunların hedefi olduğuna yeğeni ve arkadaşları şahit olmuştu. Çetin Emeç’i hastaneye yetiştiren de onlardı. Suikastı takip eden günlerde Başbakanlık’tan ablasının evine bir telefon geldiğini belirten Tavşanoğlu sözlerine şöyle devam ediyor:
- Ablamın oğlunun yanında iki de arkadaşı var, üniversiteye gidecekler. Olay onların gözünün önünde gerçekleşiyor ve arabayla hemen hastaneye götürüyorlar. Sonraki günlerde Başbakanlık’tan gelen telefonda yeğenimi görmek istediklerini söylüyorlar. Yani telefon MİT’ten geliyordu. O zamanlarda MİT Başbakanlığa bağlıydı. Ablam çocuğu görüştürmedi.
İtirafçı tetikçi, aileyle görüşmeyi kabul etmedi
Emeç öldürüldüğünde yazdığı son yazı, sırra kadem bastı. Tavşanoğlu dâhil kimse içeriğini öğrenemedi. Ve bugüne değin bir muamma olarak kaldı. Suikastın işlendiği yıllarda gazeteci Cengiz Çandar’ın dönemin Başbakanı Turgut Özal’la görüştüğünü belirten Tavşanoğlu şöyle devam ediyor: “Son yazı hakkında bir bilgimiz yok. Çandar Özal’a suikastı sormuş, Özal’ın yanıtı şöyle olmuş: ‘O sıradan bir suikast değildi, bana daha fazla bir şey sorma.’”
Emeç’in ailesini zorlu bir hukuk süreci bekliyordu. Geçen onca yılla karşın suikastın arka planı aydınlatılamadı. Tavşanoğlu dava süreciyle ilgili önemli bir ayrıntı aktararak şu bilgileri veriyor:
- Bir avukat beni aradı, davaya girmek isteyip istemediğimi sordu, “Vekâlet verir misin” dedi. Dosyayı inceledi. Ortaya ne çıktı biliyor musunuz? Sadece kamu davası açılmış. Aynı avukat Adalet Bakanlığı’na başvurmamı ve suikasttan dolayı tutuklu olan İrfan Çağrıcı’yla görüşme talep etmemi istedi. Bakanlıktan onay çıktı fakat Çağrıcı bizi kabul etmedi. Emeç suikastı da, sonrasında yaşanan suikastların arka planı da aydınlatılmadı. Bu acılar yaşanmaya devam edecek. En son örnek Sinan Ateş suikastı…
Türkiye basını son yıllarda deyim yerindeyse can çekişiyor. Gazetecilerin büyük bir bölümü işsiz. “Acı duyuyorum. Bir şey yapamamanın derin çaresizliği var. Kâğıt üzerinde meslek örgütleri var, ama yaptırım güçleri yok. Bundan sonrası nereye varır bilemiyorum. Beni en çok kızdıran hükûmetin neredeyse tüm basını ele geçirmesi” diyor Tavşanoğlu.
Emeç’in ölümünün ardından medya “plazalaştı”
Gelinen süreçte basın çalışanlarının da büyük hatası olduğunu vurgulayan Tavşanoğlu şöyle devam ediyor:
- 1991 yılında Aydın Doğan’ın ön ayak olmasıyla sendikasızlaştırılma süreci başlatıldı. Maaşlarınıza şu kadar zam yapılacak dendi. Ek prim vaadinde bulundu. Nuruosmaniye’deki Milliyet’in kapısına bir noter masası kondu ve herkes istifasını verdi.
- Turgut Özal medya patronlarının ağzına bir parmak bal çaldı. Dedi ki: “İkitelli’de size bağış araziler vereceğim, orada kendinize plazalar yapın.” Böylelikle gazeteciler gazetecilikten uzaklaştı. Gazetecilik mesleği sokak mesleğidir, insanla temas mesleğidir. Cam kulelerin içinde meslek icra edilmeye çalışıldı, sonuç ortada.
Çetin Emeç’in çalışma arkadaşlarını da eleştiren Tavşanoğlu, “Ama onlar kendi yollarını seçmişlerdi. Benim hislerim önemli değildi. Kazandıkları paraya ve hükûmet eliyle kendilerine sağlanan imkânlara baktılar. Fakat sonra hepsi tasfiye edildi. Şimdiyse ne idüğü belirsiz, sadece hükûmeti kollayan, soru sormaktan aciz bir gazeteci kuşağı türetildi. Kendime gazeteci demeye utanıyorum” diyor.
Çetin Emeç gazeteciliğe babası Selim Ragıp Emeç’in Son Posta Gazetesi’nde başladı. Demokrat Parti milletvekili olan babası 27 Mayıs Darbesi’nden sonra tutuklanınca gazetenin başına geçti. Dönemin ses getiren dergileri Hayat ve Ses’te yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hürriyet gazetesi Simavi ailesinin yönetimindeyken 1972 yılında Hürriyet Grubu’na geçti. Hürgün Yayınları’nın ve Hürriyet gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Kısa bir süreliğine Milliyet gazetesine geçse de sonrasında yine Hürriyet gazetesine döndü ve suikasta kurban gidene kadar görevine devam etti. Gazeteciler Cemiyeti, Uluslararası Basın Enstitüsü ve Gazetecilik Basın Enstitüleri Federasyonu üyesiydi.