Çiçeği burnunda… Dilimizdeki en şairane deyimlerden biri olabilir. Ekşi Sözlük’te bu başlık altında biri; “insanın çiçeği normalde nerededir ki?” diye sormuş. Herkesin çiçeği farklı yerdedir herhâlde ama ilk kitabını yayınlatmış birinin çiçeğini sayfalar arasında aramak yanlış olmaz. Bu yıl içinde ilk kitabını yayınlatmış dört çiçeği burnunda yazar; Sezen Ünlüönen, Mevsim Yenice, Engin Barış Kalkan ve Engin Türkgeldi ile bu en heyecanlı yolculuktaki önemli anları konuştuk.
Yazmanın büyülü dünyasına kendini kaptırmış olanların en büyük düşü, kitabının çıktığını görmektir. Tek başına, günler ve gecelerce emek verilen sayfalar, artık başka insanların hayatlarına girmeye hazırdır. Dünyaya yeni hikâyeler, kahramanlar armağan etmenin saadetini yaşamış dört genç yazarla ilk kitaplarının yazılma ve yayınlanma süreçlerini ve sonrasını konuştuk. Gördük ki; okuyucularla ilk kez edebiyat dergileri vasıtasıyla buluşma âdeti devam ediyor. Bir diğer ortak cevap yayıneviyle çalışma sürecinde karşımıza çıkıyor. Yazarlar editörlerinden memnun ve işlerine müdahale edilmediğini, sadece olumlu bir yönlendirmeyle karşılaştıklarını söylüyorlar. Telif konusunda ise durum tahmin edebileceğimiz gibi… Hayatını sadece yazarak kazanmak hâlâ bir hayal.
‘Anlık parlak fikirler değil, sıkı çalışma’
Kıymetli Şeylerin Tanzimi adlı romanıyla olumlu tepkiler alan Sezen Ünlüönen, ‘kendini bildi bileli’ yazanlardan: “Uzun yıllardır, neredeyse kendimi bildim bileli yazıyorum. Epey organik bir süreç olduğu için şurada başladı, şöyle gelişti, şu tarihte Samsun’a çıktım diye anlatamıyorum pek. Ancak Kıymetli Şeylerin Tanzimi’nin yazılma sürecinde beni ilgilendiren ve yönlendiren sorular, ‘yazdıklarım roman olur mu?’dan ziyade, ‘anlatmak istediğim şeyin hakkını verebiliyor muyum’ ile ‘yazabileceğimin, yapabileceğimin en iyisini yapmak için yeterli gayreti sarf ediyor muyum?’ idi.”
Ünlüönen, İlk kitapta roman formuyla okuyucuların karşısına çıksa da öncesinde öyküler yazmış, blog yazarlığı yapmış: “İlk gençlikte pek çok kişi gibi ben de öykü yazdım. Romanın yayınlanmasından önce uzun süre amatör bir biçimde blog yazarlığı da yaptım. Bu süreçte de bir blog yazarının alacağı türden geri dönüşler aldım, istisnai bir ilgiyle karşılaşmadım.”
Ünlüönen’e roman yazma sürecinde zorlandığı anlar olup olmadığını sorduk. Yazarın yanıtı, romanı ‘günü gününe’ yazdığı oldu: “Romanın yazılmasından önceki, adına hazırlık aşaması diyebileceğimiz süreçte de (ki bu hazırlık, Şule Gürbüz’den azıcık hileli bir alıntı yapacak olursak, benim bütün ömrümdü!), romanı bilfiil yazarken de en büyük yol göstericim benden önce yazmış, yazarlığı hakkında fikir bildirmiş diğer yazarlar oldu. Yazarlığın anlık parlak fikirlerle değil, sıkı çalışmayla olacağına onlar sayesinde ikna oldum. Kitabımı günü gününe yazdım, son ana bırakmadım!”
Ünlüönen dosyayı ilk aşamada iki yayınevine göndermiş, birinden yanıt alamamış. “Kötü haber tez gelir derler ama yayın dünyasında hiç gelmiyor” diyor. Kabul geldiğinde ise “Dostoyevski’yle aynı yayınevinden kitabım çıkıyor” diye düşünüp sevindiğini anlatıyor.
Kabul sonrası kitabın hazırlık süreci sakin ve olumlu geçmiş. Ünlüönen; “Kabul sonrasında editörüm Levent Cantek’in kitapla ilgili kimi önerileri oldu, bir müddet o öneriler üzerinde çalıştım. Toplamda altı ay gibi bir süre içinde kitap yayımlandı. Pek kan, ter ve gözyaşı içermeyen; sakin ve olumlu bir süreçti benim açımdan. Kitabın ismine daha kitap tamamlanmadan kendim karar vermiştim. Levent Bey bana kapakla ilgili düşüncelerimi sorduktan sonra yayınevinin hazırladığı çalışmaları gönderdi, sonuç benim düşündüğümden çok daha iyiydi açıkçası” sözleriyle anlatıyor basıma giden süreci.
‘Çok iyi yazan ama şansı yaver gitmemiş bir sürü insan var’
Mevsim Yenice yazmaya ortaokul yıllarında başlamış. “Yazma dürtüsü çok eskilerden beri vardı. Ama öykü yazmaksa söz ettiğimiz, 2014 yılında yaratıcı yazarlık atölyesine başlamam bir dönüm noktasıydı benim için. İlk dosya hazırlama fikri Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’ne katılma şartı olarak ortaya çıktı ve dosya hazırladım” diyerek anlatıyor başlangıç sürecini.
Mevsim Yenice, 2015 ve 2016 yıllarında iki farklı öykü dosyasıyla Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde dikkate değer bulundu. Öyküleri Varlık, Sözcükler, Psikeart, Post Öykü, Karahindiba, Öykülem, Edebiyatist, Peyniraltı Edebiyatı, altZine gibi dergilerde ve çeşitli fanzinlerde yayımlandı.
Kitaba dönüşecek bir öykü dosyası oluştururken nelere dikkat ettiğini ve tanıdıklarından ya da ulaşabildiği profesyonellerden görüş alıp almadığını soruyoruz Yenice’ye: ”Öykülerin üzerinde yeterince çalışıldı mı, kurgu, karakter, atmosfer bakımından doyurucular mı, daha önemlisi benim içime siniyor mu yaptığım iş? Bunları gözettim dosyaya öykü seçerken. Bazı eski öykülerimi çıkarıp yerine yeni yazdığım öyküleri ekleyerek, belli başlı değişiklikler yaparak dosyayı zamanla oluşturdum. Yazma aşamasında edebiyatla uğraşan dostlarımdan ve iç görüsüne güvendiğim okur dostlarımdan öykülerimi okutarak yardım aldım.”
Yazar, dosyasını sunduğu kimi yayınevlerinden olumsuz dönüş de almış: “İlk yolladığı veya her yolladığı yayınevinden kabul alan bir ilk kitap senaryosu kulağa çok hoş geliyor. Ancak çok az rastlanabilecek türden. Ben klasik hikâyeye takılanlardanım, tabii ki olumsuz yanıt aldığım oldu.
Bu süreç iki yıl sürmüş. Mutlu sona ulaştığında neler hissettiğini şu sözlerle aktarıyor: “İki yıl boyunca dosyam istediğim bir yayınevinden kabul alsın diye beklediğim için bir sonuca ulaşmak mutlu etti. Şaşırdım da. Bir süre sonra umudunu yitiriyor insan. Ama istediğimiz şey neyse işte tam da bu salıverdiğimiz noktada bizi buluyor. Benim de öyle oldu.”
Kabul sonrası süreç epey hızlı gelişmiş. Yenice; “Kabul aldıktan üç ay sonra kitap yayımlandı. Çabuk olması ve çalıştığım ekibin inceliği, yardımseverliği hep hatırlamak isteyeceğim bir ilk kitap süreci yaşattı bana” diyerek bu süreçten memnun olduğunu ifade ediyor.
Editörü Mehmet Said Aydın’la uyumlu bir çalışma süreci geçirdiklerini söyleyen Mevsim Yenice, “İşime karışılmaktan ziyade, yol gösterici, öğretici bir süreç olarak tarif edebilirim tüm süreci. Sonuç her anlamda beklediğimden iyi oldu. Kitabın ismini Mehmet Said Aydın, kapak görselini ise birlikte çalıştığım ekip önerdi. Hepsi de içime sindi” diyor.
İlk kitabını yayımlatmış bir yazarın aynı idealin peşinde olanlara tavsiyesi ise şöyle: “Etrafımda çok iyi öyküler yazan ama şansı yaver gitmemiş bir sürü insan var, kitabının yayınevinden kabul almasını bekleyen. Vazgeçmemek ve üretmeye devam etmek kilit nokta sanırım.”
‘Verilen emek ile alınan arasında uçurum var’
Engin Türkgeldi; “Ciddi anlamda kurmaca yazmaya başlamam üniversitenin ilk yıllarına denk gelir sanırım” diyerek başlıyor yazarlık macerasını anlatmaya. “Lisede kaleme aldığım metinler dağınık, kendi hâlinde metinlerdi çünkü. Okuduğum kimi öykü ve romanlar beni kelimenin tam anlamıyla büyülüyordu. Benim yazma dürtümü kamçılayanlar da bunlardı. Sonunda, o yıllarda büyük beğeni ile takip ettiğim “Hayalet Gemi” dergisinin bir sonraki teması için bir öykü yazdım ve onlara ilettim. İlettiğim ilk öykü yayımlanmanın eşiğinden dönmüştü, bana çok nazik bir mesajla geri bildirimde bulundular. Bu benim motivasyonumu daha da artırdı ve “Hayalet Gemi” ve sonrasında altzine.net için, tabii bir süre sonra da sadece kendim için öyküler yazdım.”
Öyküleri bugüne kadar Hayalet Gemi, Sarnıç Öykü, Öykülem, Karahindiba, Peyniraltı Edebiyatı, Granada, Mürekkepbalığı, Düşeyazma dergilerinde ve altZine.net’te yayımlanan Türkgeldi o günlerde okuyuculardan çok fazla dönüş almadığını söylüyor. Bunun da sebebini dergilerde daha aktif olduğu dönemlerde sosyal medyanın pek yaygın olmaması ve iletişime geçmenin daha zahmetli olmasıyla ilişkili olduğunu düşünüyor.
Türkgeldi’nin ilk kitabı Orada Bir Yerde, 10 öyküden oluşuyor. “Ben ilk öykü kitabımın tematik ve atmosfer olarak bir bütünlük arz etmesini, parçalarının birbirine uymasını ve birbirlerini tamamlamasını istiyordum. Kitaptaki dünya da, benim öykülerimde sık sık ziyaret ettiğim bir yerdi. Burada geçen öykülerimden, birbiri ile uyumlu olduğunu düşündüğüm, belirli bir kalitede olduğuna inandığım öykülerden bir seçki yaptım ve ortaya “Orada Bir Yerde” çıktı. Kitabı yazma veya düzenleme aşamasında profesyonel anlamda yardım veya görüş almadım. Fakat hem edebi sezilerine, hem de anlayışlarına güvendiğim Gültekin Karakuş ve Mevsim Yenice ile öyküler ve dosya üzerinde bolca çalıştık. Onlara müteşekkirim.”
Orada Bir Yerde’nin kabul süreci biraz uzun sürmekle birlikte Türkgeldi sonuçtan memnun kalmış: “Kabulden bir süre sonra editörüm Faruk Duman ile iletişime geçtik. Dosya birkaç kez aramızda gidip geldi. Ardından yayın tarihini bekleme süreci başladı. Can Yayınları’nın yoğun bir yayın takvimi olduğu için kabul ile raflara çıkması arasında bir yıldan uzun bir süre geçti. Fakat bana bu durumu önceden bildirdikleri ve takvimlerine sadık kaldıkları için huzursuzluk hissetmedim. Yine de sonlara doğru sabırsızlandığımı itiraf etmeliyim.”
Can Yayınları’yla ve editörü Faruk Duman’la uyumlu bir çalışma yürüttüklerini söyleyen Engin Türkgeldi; herhangi bir aşamada içine sinmeyecek bir müdahale ile karşılaşmadığını söylüyor: “Faruk Duman, dosyama içime sinmeyecek bir müdahalede bulunmadı. Oldukça özgürlükçü, alanımı korumama izin veren bir yaklaşımı vardı. Dediğim gibi dosya kabulden sonra aramızda birkaç kez aramızda gidip geldikten sonra son şeklini aldı. Kitabın ismine ve öykülerin dizilimine ben karar verdim. Bu nedenle zaten içime sinmemesi söz konusu olmadı. Kapak ise Utku Lomlu ve ekibine teslim edildi, o yüzden içim o konuda çok rahattı. Aklımdakinden çok daha farklı bir kapak tasarımı ile geldiler ama güzel yanı da bu oldu sanırım. Kitabın ruhuna uygun, içime sinen bir kapak oldu kesinlikle. Artık “Orada Bir Yerde”yi başka bir kapakla düşünemiyorum.”
Yazarın ülkemizde yazarlara ödenen telif ücretlerini tatmin edici bulup bulmadığına dair cevabı; verilen emek ile alınan arasındaki uçuruma değinmek oluyor: “Sadece kitaplarının telifiyle geçinebilen, başka bir işte çalışmak zorunda kalmayan yazar sayısının çok az olduğunu düşünüyorum. Verilen emek ile alınan arasında çoğu kez bir uçurum var. Yayınevlerinin, yazarların üzerinde sebepleri olan, basit bir nedeni veya kolay bir çözümü olmayan bir sorun bu. Umarım ileride çözülür.”
‘Metni nitelikli okumak onu yazmak kadar kıymetli’
Engin Barış Kalkan’ın yazma yolculuğu, askerliğin kısıtlı ve sıkıntılı zamanlarında bol bol öykü okurken başlamış: “Okumak inişli çıkışlı da olsa hayatımda hep vardı. Çoğunlukla popüler bilim ve inceleme-araştırma kitaplarını tercih ediyordum. Neden sonra roman okumaya, askerlik dönemimde de roman okumak için elverişli ve uzun zaman dilimleri yakalamak mümkün olmadığından öykü okumaya başladım. Sonra bir şey oldu ve dönüp kendi içime, kendi hikâyelerime bakmaya başladım, benzerlerine rastlama beklentisiyle okuyordum artık edindiğim kitapları. Çok güzel kitaplar okudum o dönem. Büyük fayda gördüm ve kendi hikâyelerimi kendim anlatmaya, en azından denemeye karar verdim. Yaptığım şey hâlâ budur.”
Kalkan’ın öyküleri ilk olarak Notos, Varlık, Dünyanın Öyküsü, Sarnıç gibi dergilerde yer bulmuş. İlk kitabını oluştururken de güvendiği kişilerden destek almış: “Dosyamda birbirlerini destekleyen öykü grupları var, bunları bir kurgunun parçaları olarak etkiyi güçlendirecek şekilde konumlandırmaya çalıştım. Bütün öykülerin üzerini örten çatıyı inşa ederken de epey uğraşmam gerekti. Dosyamın yayına hazırlanışı zaten başlı başına profesyonel bir çalışmaydı. Onun öncesinde de fikrini aldığım arkadaşlarım oldu tabii. Yazmak tek başına yapılan bir iş ve ortaya çıkan ürünü ehliyetine güvendiğiniz birilerinin fikrini almadan, bu oldu deyip kenara koymak kolay değil. En azından ilk kitap öncesi için. Böylesi bir yardım alınca biraz daha cesaretleniyor insan.”
Öykü dosyası birkaç yerden olumsuz dönüş alsa da nihayetinde İletişim Yayınları’ndan gelen ışıkla kitaba giden yola çıkılmış: “Kitap üzerine Levent Cantek’le çalıştım. Detaylı bir çalışma yürüttüğümüzü rahatlıkla söyleyebilirim. Kitaptaki her öyküyü tek tek ele alıp çalıştık. Varsa zaaflarını, geliştirilmesi gereken yönlerini tespit edip bunları giderme yoluna gittik. Majör değişiklikler değildi yaptıklarımız ama metinleri kesinlikle yukarıya çekti. Tüm bu süreç boyunca hissettiğim şey birinin işime karıştığı değil kolektif bir çalışma yürüttüğümüzdü. Kitabın ismine ben karar verdim. Başından beri isim buydu ve değiştirmek hiç bahis konusu olmadı. Kapak aşamasına geldiğimizde yayınevim aklımda bu konuda bir şey olup olmadığını, varsa uygulamaya çalışabileceklerini söyledi. Ben bu işi tamamen kendilerine bıraktım. Sıkı bir çalışma yürütüp birbirinden güzel seçenekler belirlediler. Tercihim mevcut kapak oldu. Ben çok sevdim.”
Kitap çıkarma yolculuğundaki en öğretici anı sorduğumuz Kalkan; “Her aşamada bir şeyler öğrendiğim kesin. Bana en faydalı olan kısım ise dosyamın kitap haline gelmesi, yani yayına hazırlanma süreciydi. O güne kadar kendim düşünmüş, kendim yazmış, öykülerimin zaaflarını tespit edip giderme işini tek başına yürütmüştüm. Bu işi profesyonelce yapmak çok şey kazandırdı bana. Bir metni nitelikli biçimde okumanın, en az onu yazmak kadar kıymetli olduğunu gördüm” diyor.
Kitabını yayınlatma sürecinde maddi karşılığa hiç kafa yormadığını belirten Kalkan, “Yayınevimle kitabımı konu alan bir sözleşme imzaladık ve bu sözleşmeden doğan meblağ tarafıma ulaştırıldı. O parayı harcamak çok keyifliydi. Para kazanmak için değil okunmak için yazıyorum. Hayatımı mesleğimle kazanıyorum” diyor. Ancak telif konusuna daha genel baktığında ise başka şeyler düşündüğünü ekliyor: “Edebiyat insanlarının başka bir işte dokuz-altı mesai vermek zorunda kalmamaları, tüm enerjilerini edebi üretimlerine harcamaları en önemli konu. Bu, yazdıkları kitaplar, dergiler için kaleme aldıkları metinler, edebiyatla bağlantılı diğer etkinlikler vasıtasıyla olur, fark etmez. Bu durum kimi yazarlar için geçerli ama sayı yetersiz. Yakın gelecekte bu konuda gelişme göstereceğimizi umuyorum.”