Gazetecilerin saha ve saha dışında yaşadığı psikolojik zorluklara dikkat çekmek için ABD Konsolosluğu himayesinde ‘Travmayı Fotoğraflamak: Gazeteciler için Zorluklar’ adlı bir etkinlik düzenlendi. Uzun yıllar Orta Amerika’daki çatışma alanlarında görev yapan ve bu konuyla ilgili çalışmalar yürüten Donna De Cesare program konuğu olarak Türkiye’yi ziyaret etti. De Cesare ile gazetecilerin yaşadığı sıkıntılar ve mesleğe ilişkin problemler üzerine konuştuk:
Sizi ilk aşamada travma ile ilgili çalışmaya, konu üzerine düşünmeye iten ne oldu?
Çatışmaların yoğun yaşandığı El Salvador’da ilk kez dikkatimi çekti. Daha önce de travma fotoğraflamıştım ancak üzerine düşünmeye başladığım ilk olay El Salvador oldu. Bir psikolog ile röportaj yaptım. Aynı zamanda rahiplik de yapıyordu ve kendisi savaşın çocuklar üzerindeki etkileri üzerine çalışıyordu. Bana, “Çocukların durumu çok kritik çünkü hem ordu hem gerilla çocuk askerler kullanıyor ve savaş bittikten sonra normal hayatı nasıl dönecekler, bununla ilgilenmeliyiz” dedi.
Gazetecilerin yaşadığı travmalar üzerine eğilmeye ne zaman başladınız?
El Salvador’da savaş sona erdiğinde de oradaydım. Birleşmiş Milletler kararı üzerine bölgeye gelen Barış Gücü ekiplerini de fotoğrafladım. Çok mutluydum, çatışma sona ermişti ancak sonrasında çok derin bir bunalıma girdiğimi hissettim. Barış elde edildi, istediğimizi aldık ama uyku sorunları yaşamaya, kabuslar görmeye başladım; erkek arkadaşımdan ayrıldım. Günlük hayat benim için devam edilemez bir noktaya gelmişti ve psikolojik destek almaya karar verdim. Bosna ve Ruanda’da çatışmalar başladığında işim gereği orada olmam gerektiğini düşündüm ama terapistim henüz yaşadıklarımı atlatamadığımı ve gitmemem gerektiğini söyledi ve gitmedim. Konunun kırılganlığını ve önemi böylelikle kavradım. Sonrasında yaşadıklarımı ve deneyimleri paylaşmak için çalışmaya karar verdim.
Gazetecilerin işi gereği travmaya daha yakın olduğunu düşünüyor musunuz? Travma işin kaderinde mi var?
Her meslek grubu üyesi travma yaşayabilir ancak örneğin, kolluk kuvvetleri, acil sağlık hizmetleri çalışanlarının travma ile çok daha yakından bir ilişkisi var. Gazeteciler de bu gruba dahil edilebilir çünkü biz en az onlar kadar ilk giden ve ilk gören olmak zorundayız. Ayrıca doktorlar, yalnızca hastayı kurtarmak veya kurtarmamak üzerine bir iş yapıyorlar ve onların hikâyelerine tanık olmuyorlar ancak biz o hikâyelerle var oluyoruz. Haliyle, psikolojik anlamda daha çok yıpranabiliyoruz. Ancak gazetecilik çok farklı uzmanlık alanlarından oluşuyor. Bu nedenle bunu her gazeteci yaşar, bu işin bir parçası diyemeyiz.
Tarihe geçen ve tarihin akışını değiştiren fotoğraflar var. Örneğin Eddie Adams’ın Vietnam’da çektiği fotoğraf veya Nilüfer Demir’in fotoğrafladığı Aylan Bebek. Bu fotoğraflar birçok şeyi değiştirdi ancak o anı fotoğraflayanlar için baş etmesi zor psikolojik yaralar da açtı. Bu anlamda, gazeteci tıpkı bir asker gibi toplum için kendini feda eden midir?
Hem evet hem hayır demek istiyorum. Çok cesur ve önemli işler yaptılar ve bize değiştirmemiz gereken şeyler olduğunu gösterdiler ancak, “Her gazeteci onlar gibi davranmalı, cesur olmalı ve gerekirse travma yaşamalı” diyemem. O an, deklanşöre basan kişi alkışlanmalı ama deklanşöre basmayan veya tetiği çekmeyen kişiyi suçlamamak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü her şeyden önce insanız.
Peki, gazetecilerin yaşayabileceği travmalar yalnızca sahayla veya çatışma alanıyla mı sınırlı?
Hayır sadece sahayla sınırlı değil. Tabii ki, travma sonrası stres bozukluğu adı verilen ve genelde asker ve çatışma gazetecilerinde görülen bir durum var, ancak ikincil travma dediğimiz bir bozukluk var. Yazar veya editörlerde de görülebiliyor. Her gün maruz kaldığınız haberler ve fotoğraflar ikincil travmaya neden olabilir.
‘Yoğun stres altında çalışmak sizi travmaya daha yatkın hale getirebilir’
Örneğin, gazetecilerin kurum içerisinde yaşadığı istismar, tehdit veya işsiz kalma korkusunun, teslim tarihi zorunluluğunun bir travmaya sebebiyet verebileceğini düşünüyor musunuz?
Bu tarz olaylar stres seviyenizi inanılmaz şekilde tetikleyebilir. Yoğun stres altında çalışmak, sizi travmaya daha yatkın hale getirebilir. Örneğin, çocukken yaşadığınız bir trajedi veya iş içerisinde yaşadığınız yoğun stres siz farkında olmadan travma yaşama ihtimalini arttırır. Dolaylı olarak evet diyebiliriz.
Gazeteciliğin şekil değiştirdiği ve internete taşındığı bir dünyada, travma kendini nasıl gösterebilir? Örneğin, artık işleri çoğunlukla trajik ve travmatik olayları teyit etmek olan ‘doğrulama habercileri’ var. Travmanın dijital dünyadaki görünümü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Dijital dünya ile birlikte trajik olaylar ve fotoğraflardan kaçışımız kalmadı. Haber masasında yüzlerce trajik olaya tanıklık ediyor, akşam ise hayatın normal akışına devam ediyor. Ayrıca editörler için başka bir büyük tehlike var. Biz sahada kameramızı kenara bırakıp olaya müdahale edebiliyor ve yardımcı olabiliyorduk ancak bilgisayar başında daha pasif bir rolde, o görüntüler üzerine yağarken hiçbir şey yapamıyorsunuz ve bu sizi hiçbir şey yapamayacağınızı hissettiğiniz bir tükenmişliğe götürüyor. Bu tarz doğrulama kuruluşlarında veya internet gazeteciliği alanında çalışan editörlerin bu işi sonsuza kadar yapamayacağını bilmesi gerekiyor. Psikolojik olarak çok büyük hasarlar verebilir ve mutlaka düzenlemelere ihtiyaç var. Örneğin, bir rotasyon kuralı olmalı. Amerika’da bu alanda çalışan bir gazeteci bunalım nedeniyle istifa etti.
Peki travma ile gazeteciler, kuruluşlar nasıl mücadele edebilir? Ne gibi önlemler alınabilir?
Her şeyden önce dayanışma gerekiyor. Dayanışma olmadan hayatta kalamayız. Gazeteciler egolarını bir kenara bırakıp birbirlerine destek olmalı. Bu sayede bu konunun bir lüks olmadığını anlatabilirler ve profesyonel desteği daha yüksek sesle dile getirebilirler.
Kuruluşlar rekabeti bir kenara bırakıp dayanışma içinde olmalı. Bu yalnızca travma ile mücadeleyle sınırlı değil. Dijital zorbalığa kurum olarak direnmeli ve bir strateji belirlemelisiniz. Basına uygulanan baskıyı da tek başınıza yıkamazsınız. Meksika’da yılda neredeyse 15 gazeteci öldürülüyor. Gazeteciler patronlarından habersiz bir dayanışma geliştirdi ve bu sayede hayatta kalmaya çalışıyorlar. Basına uygulanan baskıyı da travmaya da dayanışma olmadan aşamazsınız.
Sizin gazetecilik anlamında değişmesini istediğiniz önemli şey nedir?
Haber masalarında hakim olan kültürün değişmesi, birçok şeyi tersine çevirebilir. O sayede, travmanın neden önemsenmesi gereken bir şey olduğunu daha gür bir sesle anlatabiliriz. Travma konusunda farkındalık yaratabildiğimizde daha iyi bir gazeteciliğe de öz bakım konusunda daha çok bilgiye de sahip olacağız. Örneğin, bu konu gazetecilik öğrencilerine ders olarak verilebilir. Simülasyonlarla gazeteciler kendilerini içinde bulabilecekleri konumlara hazırlanabilir. Bu konuda en iyi durumdaki kuruluş Avusturya’daki ABC diyebilirim. Kendi içinde bir organizasyon takımı var. Gazeteciler travma konusunda eğitiliyor ve birbirlerine destek oluyor.