Haluk Şahin Türkiye’nin en verimli yazarlarından biri.
Köşe yazılarının en sıkı takipçilerinden biriydim. Şiirlerini, inceleme kitaplarını, denemelerini çok severim.
Geçen yıl çıkan “Unutulmuş Bir Suikastın Anatomisi” kitabını da çok beğenmiştim. 1973’de iki Türk diplomatın öldürülmesi olayını, çok ilginç bir şekilde, bir dedektif gibi iz sürerek adım adım anlatmıştı.
“Babıâli’de Cinayet” ile romanı ilk kez deniyor Haluk Şahin.
Büyük bir gazetenin köşe yazarının ölümle tehdit edilmesiyle başlayan süreci aktarırken, okura “Gazeteciliğe ne oldu?” sorusunun yanıtlarını da vaat eden bir roman Babıâli’de Cinayet.
Bu kadar kısa tutulmuş ve esas olarak iki ana karaktere yoğunlaşan bir romanda, gazeteciliğe ne olduğunu tam olarak anlatmak mümkün değil elbette ama yine de romanda konuyla ilgili iyi ipuçları var.
Babıâli’de Cinayet, bir ilk roman olarak akıcılık, kurgu ve dil olarak gayet başarılı. Haluk Şahin gibi bir yazı ustasından daha azı da beklenemezdi zaten.
Roman okunmayan, romandan hoşlanılmayan bir ülkede Haluk Şahin okura ulaşabilmek adına doğru bir iş yapmış.
Okuyanı yormayan bir tempoda, fazla derinleşmeden, zekice kotarılmış tespitlerle, “günümüzün bir gazetecisi”nin ruh hâlini rehber edinerek, medyamızın hâlini romanda bir güzel anlatmış.
Romanın ana karakteri Kahraman Karaman, büyük bir gazetenin köşe yazarı. Dünün solcusu, bugünün ise bir elinde puro diğerinde viski, lüks otellerden çıkmayan “iş bitirici” elamanı! Bize acayip tanıdık gelen bir tip.
Diğer karakterler de tanıdık: İdealist yayın yönetmeni Korhan Toprak mesela. Ya da soruşturmayı yöneten polis Şuayip, ya da medya patronu Rıdvan Beytepe… Ya da Kahraman Karaman’ın karısı Esin…
Medyayı yakından takip eden, -hatta daha iyisi- içinden biriyseniz, tüm bu karakterler size çok aşina gelecek, romanın leb demesini beklemeden leblebiyi anlayacaksınız.
Ama bu durum, karakterlerin çok fazla derinleşemiyor olduğu gerçeğini değiştirmiyor. (Sadece Kahraman Karaman iyi çizilmiş. Bu karakterin sığlığı, bencilliği, ahlâki zayıflıkları iyi verilmiş) Haluk Şahin bu ilk romanda gayet zekice bir yola başvurmuş ve karakterlerin nasıl olsa gerçek hayatta karşılıkları var diye, psikolojik bir derinlik yaratma çabasına fazla girmemiş.
Şayet medyayı bilen biriyseniz, karakterler kafanızda zaten kendiliğinden derinlik kazanıyor.
Medyayı iyi bilmeyen ve “derinliklerle” fazla ilgilenmeyen okur için ise yormayan, tempolu, hafif, aksiyonu bol bir roman çıkmış ortaya.
Yani, herkes memnun sonuçta.
Romanda bir “zaman” belirsizliği var, öte yandan.
Romanın hangi zaman diliminde geçtiği biraz karışık…
Günümüzde geçiyor gibi görünse de, aslında on yıl öncesinde geçtiğini (romanda biraz ilerledikten sonra) anlıyorsunuz. İktidar partisinin seçimden zaferle çıktığı, Avrupa’dan tam destek aldığı, AB kriterlerine uygun yeni yapılanmalar içine girdiğimiz yıllar. Ergenekon davasının ilk yılları.
Romanın başında bir tarih atılsaydı, hatta Kahraman Karaman’ın, “Vadi dönemi”nin başına da bir tarih koyulsaydı, ortalama okur için daha iyi olurdu diye düşünüyorum.
Romanın polisiye boyutu çok güçlü değil. Çözülmesi gereken gizem, daha en başlarda okura tabak içinde sunuluyor adeta.
Ama zaten romanın amacı polisiye bir gizem yaratmaktan ziyade, “gazeteciliğe ne oldu, gazeteciyi kim öldürdü”nün yanıtlarını bulmak.
Sonuç olarak, “Bâbıali’de Cinayet” konusu itibarıyla çok ilginç. Yeteri kadar derinleşebilse, ülkenin çöküş tarihi bu konu çerçevesinde anlatılabilirmiş.
Ama tabii bunu bir romanın kısıtlı şartlarında yapmak çok zor. Beş on ciltte ancak yazılır.
Çünkü Türkiye çok değişik bir ülke. Kısa sayılacak sürelerde çılgın değişimler yaşadık.
Medya, tüm bu çılgın değişimlerin en iyi gözlemlenebildiği sektör.
70’lerin idealist gazeteciliğinden, 80’ler ve 90’ların şaşaalı, bol paralı İkitelli günlerine, magazin gazeteciliğinin patladığı yıllara, oralardan da, muhtelif evrelerden sonra “sürünmeci gazeteciliğe” (bugünkü durum: para yok, dert çok, sürünme çok) ve dünyanın hapiste en fazla gazeteci bulunduran ülkeler sıralamasındaki şampiyonluk günlerine nasıl geldiğimizi iyi anlamamız gerek.
Bu evreleri bilmeden romandaki Kahraman Karaman’ın dönüşümünü tam manasıyla anlamamız imkânsız.
İçinden çıkılmaz bir döngü halinde, medya ülkeyi değiştirdi ve ülke medyayı değiştirdi. Gazeteciliğe ne olduğunu tam olarak anlayabilmek için, 80 darbesinin öncesindeki kaosu ve hemen sonrasındaki karanlık günleri, daha sonrasında ülkeye adeta pompayla para basılmasını ve insanların birer tüketim canavarı haline getirilmesini, daha sonra ise ekonomik krizler, işsizlik vs yoluyla “terbiye” edilmesini, bu arada Amerikan patentli dinciliğin bir kenarda sinsi sinsi büyütülmesini, derken bilgi çağına “cumburlop” dalışımızı ve bilgi kirliliğinin yarattığı cehaleti anlayabilmemiz, büyük tabloyu görebilmemiz gerek.
Tüm bunlar ise bir romanda hakkıyla yapılamayacak kadar zor işler.
Haluk Şahin zaten köşe yazılarında, denemelerinde, inceleme kitaplarında bu konuları bize epey anlattı, anlatıyor.
Babıali’de Cinayet / Haluk Şahin
Yayınevi: Kırmızı Kedi
Sayfa Sayısı: 232
İlk Baskı Yılı: 2017
Ebat : 13,5×19,5
ISBN: 9786052980743