23 Temmuz Pazar günü, İstanbulluların içkilerini alıp içebildikleri son kamusal alanlardan Cihangir Merdivenlerinin yanındaki bostanda şenlikli bir piknik gerçekleştirildi. Pikniğin sebebi uzun süredir görmeye alışık olmadığımız bir hukuk kazanımının kutlamasıydı. Cihangir Merdivenlerinin yanındaki Roma Bostanı, aşağısındaki Roma Parkı ve yan sağ ve sol bölgelerde yer alan iki alanı da kapsayan Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar Planları Beyoğlu Semt Dernekleri tarafından açılan dava sonucunda iptal edildi. Plana göre vapurlardan baktığımızda Beyoğlu çevresinde görülen son yeşil alanlardan Roma Bostanı “sosyal tesis” olarak imara açılacaktı. Kendilerine Roma Bostanı İnsanları diyen gönüllüler, mahalleli ve farklı alanda uzman kişilerle mücadelenin kazanımlarını ve gelecek planlarını konuştuk planlarını konuştuk.
Roma Bostanı İnsanlarından Sevil Baştürk, 2009 yılında arkeolojik park ve kentsel sit alanı olarak ilan edilmiş bölgenin sosyal tesis adıyla imara açılmasının hukuksuzluğuna değiniyor öncelikle. Roma Bostanının yanındaki bölge mahkeme devam ederken özel izinle ruhsat alıyor. Halen inşaat halindeki bölgenin de bu durumda ruhsatının iptal olması gerektiğini vurguluyor.
Mahkeme süreci içinde de Roma Bostanı İnsanları alanın yeşil alan olarak kalmasına vurgu yapmak adına Gıda Ormanı projesini başlatıyorlar. Peyzaj Mimarı ve Permakültür Tasarımcısı Aybike Zengin de “Burası son kalan yeşil alanlardan bir tanesi Beyoğlu civarındaki. Bostan süreci Gezi’den sonra başladı, ama çeşitli olanaksızlıklar yüzünden o süreç bitti. 2015 yılında sistemli bir şekilde projelendirmeye giriştik,” diyor. Ve devam ediyor: “Burasıyla beraber çevredeki dört alana sosyal tesis yapmak istiyorlar. Beyoğlu’nun ortasındayız ve birçok kafe var. Son kalan yeşilin de bina yapılmasını istemiyoruz. Burası bir çöplüktü, devamlı hafriyat atılıyordu. Buradan dönüştürdük ve bir meyve bahçesi yapıyoruz. Halk olarak bize yapılması gerekeni kendimiz yapmış olduk. Bizim istediğimiz bir proje yapılacaksa ihtiyacımızı giderecek şeklinde olmadı.”
‘Her şeyin merkezine kendimizi koyuyoruz’
Bu noktada Roma Bostanında uygulanan permakültür metoduna bakalım. Aybike Zengin permakültürü “insan yaşamını kolaylaştıran, doğayla uyumlu bir tasarım bilimi” olarak tanımlıyor. “Doğaya baktığımızda hayatımızı zorlaştırmamızın sebebi her şeyin merkezine kendimizi koymamız ve her şeyin bize hizmet ettiği algısıyla yaşamamız. Ama kendimizi eğer merkezden çıkarıp genel çerçevede değerlendirirsek bulunduğumuz çevreyle uyumlu bir hayata geçtiğimizde minimum enerjiyle maksimum ürün elde etmiş oluruz,” diyerek anlatıyor buradaki amaçlarını.
Şehir içinde permakültür yapmanın anlamına gelirsek… Zengin devam ediyor: “Şehirler tüketim noktası. Evet, kırsaldaki çiftçiyi desteklemek çok önemli. Ama tüketen kısmın bilinçlenmesi ve üreticisini desteklemek de önemli. Şehirdeki mevcut yapılaşmada etkin tasarımlar yaptığımızda kaynaklarımızı dengeli şekilde kullanmış oluruz. Atık mesela, doğada olmayan bir şeydir ama şehirde başımızın belası. Doğru tasarımla atığı minimuma indirebiliriz. En küçük alanlarda sebzemizi, meyvemizi yetiştirebiliriz.”
George Mason Üniversitesinde ” İstanbul’un yeşil alanlarının kültürel politikası” üzerine tezini hazırlayan doktora öğrencisi Başak Durgun da hem akademisyen kimliğiyle hem de gönüllü olarak çalışmalarını sürdürüyor. Durgun Roma Bostanı mücadelesini, kent mücadelesi içinde merkezi bir yerde diye tanımlıyor. “Çünkü sadece bir kurtarma mücadelesi değil, yeni bir alan yaratma mücadelesi. Keşke bir mücadele içinde değil açık alanda olsa. Bir araya gelip toprak nasıl işlenir, tohum nasıl bir şeydir, bir araya gelebilmek için önemli bir alan olarak görüyorum.”
Durgun’a şehir içinde yapılan dünyadaki tarım örneklerini soruyorum: “Dünyada bunun çok çeşitli örnekleri var. New Yorkta çeşitli bahçeler var, topluluk bahçeleri olarak mahalle bahçeleri oluyor. Bazıları da çok fakir mahallelerde food desert (gıda çölü) olan yerlerde yapılıyor. Süpermarketlerin olmadığı, gıdanın ulaşamadığı yerleşimlerde gıda ihtiyacı karşılanıyor. Farklı modellerde örnekler var. Bazılarında belediyeler de var. Beykoz’da, alanlar belirli kira üzerinden dönüşümlü olarak veriliyor.”
İşin literatürüne gelirsek… Durgun Roma Bostanını literatürde topluluk bahçesi olarak tanımladıklarını belirtiyor. Yani, bir topluluğun bir araya gelip yarattığı bahçe. Ancak ekliyor, “Ama bunu demek zorunda da değiliz. Bu İngilizce literatürden bir tercüme. Bostan ve bostancılık Türkiye’de tarihi olan bir kelime, ben bunu tercih ediyorum. Biraz anlamını kaybetmiş ama bize ait bir şey.”
‘Cihangir’de nefes alacak yer yok’
Yaklaşık elli yıldır Cihangir’de oturduğunu belirten Gülten Deniz de mahalleli olarak projeye karşı çıktığını belirtiyor. “Roma Bostanının korunması benim için çok önemli. Çocukluğumuzu burada oynayarak geçirdik. Roma Bahçesinin bir kısmını talan ettiler, ben orada oturuyorum. Burada bir yapılaşma istemiyoruz. Deprem, afet olduğunda gidecek tek yer burası. Ama maalesef bugünkü belediye uğraşıyor. Sit alanı ilan edilmişken 18 yıl sonra yapılaşma çıkardılar. Hava alacak, nefes alacak yer yok. Buranın korunmasını istiyorum ve ben de elimden gelen yardımı yapacağım.”
Son olarak Sevil Baştürk, bunun tek bir alana yönelik koruma mücadelesi olmadığını, kentsel kararlara katılım açısından da önemli olduğunu ekliyor. “Mesele şu, hiyerarşik bir zincir var ve biz bunun içinde yer alamıyoruz. Biz uygulamalı siyaset gösterdik. Kendi emeğimize sahip çıktık. Şehir insanı olarak son kalan yeşil alanımızı kullandık. Bundan sonraki planlama süreçlerinde bizim ihtiyaçlarımız görülerek planlanmalı, sözümüzü söyleyebilmeliyiz. Birileri sosyal tesis ihtiyacı görmüş ama bu çevrede 350 kafe var. Bizim en son ihtiyacımız sosyal tesis, bizim ihtiyacımız olan yeşil alan. Bunu gösterdik. Şehirliler olarak sadece itiraz eden ya da fikrini söyleyen değil uygulayan kişiler olduk.”
Roma Bostanı İnsanlarını takip etmek için web siteleri: http://romabostani.org/