Görüş

Bana yalan söylediler: Haber doğrulama konusunda bir inceleme

Doğrulama kurumlarının sayısını ve etkisini artırmalı, onları mali açıdan sürdürülebilir kılmalı ve yapılarını şeffaflaştırmalıyız.

Geçtiğimiz yıllar, Türkiye’de demokrasinin en temel unsurlarının, toplumsal ekonomik düzenlemelerle paramparça edildiğini gördüğümüz yıllar olarak hafızalara kazındı. Demokrasinin yerini alan plütokrasi, yani zenginler tarafından zenginler için yönetim, halkı sadece ekonomik olarak değil, aynı zamanda kültürel olarak da zayıflattı.

Sözü ve anlamı eline geçiren sessiz yığınlar, medya ve internet platformlarındaki kirli bilgi ve içeriklere maruz kalırken devlet, tarih ve en önemlisi kültürü emişleyerek, tepkisizliklerini bir güç hâline dönüştürdü. Bu esnada ortaya gerçeklikten uzak bir dünya görüşü çıktı. “Gerçek” yerine eğlence, “anlam” yerine gösteri isteyen toplum, ister politik, ister eğitici, isterse kültürel içerikli olsun her türlü haberi, insanı aptallaştıracak bir şekilde tüketir hâle geldi. Üstelik bu haberlerin gerçek olup olmadığına bakmadan.

Ayrıca, varlığı artık toplumsal olmaktan çıkıp istatistiksel hâle gelen bu kitleler, tükettikleri tüm içeriklerde hayaller, entrikalar, güç sarhoşluğu ve bilumum nahoş ilişkiler aramaya başladı. Gerçek olmayan haber ve içeriklerin yayılması için bir taban oluşmaya başladı. Üstelik demokrat kesimlerin de bu tabanın oluşması için istemsiz bir destek verdiğini de, en azından yalan haberlerin yayılma biçimine bakarak söyleyebilir durumdayız.

O yüzden de özellikle Türkiye’de, özellikle bugün, haber ve içerik doğrulama endüstrisi alanında detaylı ve sorgulayıcı bir inceleme yapmak sorumluluğundayız. Bu inceleme ‘endüstri’ kelimesini kullanıyor ancak son günlerde 2. yaşını kutlayan teyit.org’un kurucusu Mehmet Atakan Foça bu konuda aynı fikirde değil: “Bir ‘haber doğrulama’ endüstrisinden bahsetmek şu aşamada mümkün değil. Biz kendimizi medya sektörünün bir parçası olarak görüyoruz. Daha niş bir alana odaklanmış, farklı gelir modellerini ve farklı yönetim biçimlerini gündemine almış bir organizasyon olarak. Kendimizi de yalnızca balık vermek ve balık tutmayı öğretmek ikilemine sıkıştırmıyoruz. Balık endüstrisini yeniden şekillendirebilecek pratikleri hayata geçirmeye çalışıyoruz. Bu alanın endüstrileşebilmesi için çok daha fazla aktörün farklı açılardan olaya yaklaşması gerek. ‘Şu bilgi yanlış, şu bilgi doğru’ demek sorunu sadece görünür kılıyor” şeklinde konuşuyor.

Doğrulama endüstrisi konusunda, Türkiye’de siyasi okuryazarlığı artırma amacı ile yola çıkan Doğruluk Payı’nın kurucusu Baybars Örsek’e kulak vermekte de fayda var: “Doğruluk kontrolü alanı Amerika’da ve başka bir çok ülkede gelir kalemlerini çeşitlendirmeyi başarabilmiş, başta geleneksel medya olmak üzere özel sektörle ticari ilişkiler kurabilmiş pek çok örnek ile karşımıza çıkıyor. Türkiye’de bu alandaki çalışmaların çoğunun gelir kalemleri sınırlı ve genellikle sivil toplum kuruluşlarının yaratabildiği kaynaklar sayesinde hayatta kalabiliyorlar. Dünyadaki doğruluk kontrolü çalışmalarının çatı organizasyonu olan Uluslararası Doğruluk Kontrolü Ağı (International Fact-Checking Network) Danışma Kurulunda Washington Post, Politifact gibi kurumlarla birlikte temsil edilen Doğruluk Payı ve ağın üyelerinden biri olan teyit.org gibi kurumlar bu alanda Türkiye’nin en üst seviyede temsil edilmesini sağlıyor. Evrim Ağacı, Yalansavar, Malumatfuruş ve daha bir çok oluşumun da bu alanda gittikçe kuvvetlenerek Türkiye’nin dünyada doğruluk kontrolü çalışmaları arasında nitelik ve nicelik anlamında öne çıkmasını ve bu gazetecilik pratiğinin ülkemizde daha da güçlenmesini sağlayacaktır.”

Herkes yalan söylüyor ama…

Hepimiz zaman zaman arkadaşlarımıza, ailemize, çocuklarımıza, patronumuza, doktorumuza, eşimize yalan söylüyoruz. Bu yalanlar genelde ya söylediğimiz kişiyi, ya da yalana konu olan durumun muhataplarını ilgilendiriyor. Yalanın etkisi de çoğunlukla bu kişilerle olan ilişkimizden daha fazlasını etkilemiyor.

Ancak konu medya ve iletişim organları vasıtasıyla yalan söylemeye geldiğinde durum değişiyor. Çünkü söylenen yalanın etkisi sosyal paylaşımla doğru orantılı bir şekilde büyüyor. Eğer söylenen yalan tartışmalı veya ekstrem ise, sosyal medyadaki paylaşım oranı, dolayısıyla da toplumsal etkisi, dramatik olarak artıyor. Bu konuyla ilgili Foça: “Yanlış bilgi ve/vaya yalan haber üretim, tüketim, arz, talep döngülerine, mediumlara ve motivasyonlara dair Türkiye’de yapılmış bir çalışma yok” diyerek ekleme yapıyor.

Elbette haber ve içerikten daha öte bir durum da var, o da siyasetçilerin beyanatlarındaki doğruluk, eksiklik ve yanlışlıklar. Türkiye’de siyasi aktörlerin toplumu doğru bilgilendirme sorumluluğunu seçmenlere, medyaya ve en başta siyaset kurumuna yayıncılık ve eğitim faaliyetleriyle hatırlatma amacı güden Doğruluk Payı’nın kurucusu Baybars Örsek “Siyasi okuryazarlık ve belki daha genel hatlarıyla medya okuryazarlığı, toplumların kendilerini ilgilendiren konuları veriler üzerinden takip edebilmesini, kutuplaştırıcı söylemler yerine gerçek verilere dayanan, yapıcı ve doğrulanabilir söylemlere itibar etmesini sağlayacaktır” diyor.

Kitlelerin bütün kitle iletişim araçlarından çok daha büyük bir iletişim aracı hâline geldiği günümüz dünyasında bir haberin doğruluğunun henüz onaylanmamış olması, o haberin yayılma hızını yavaşlatmıyor. Hatta bazı durumlarda, tartışmalı haber ve/veya içeriğin absürtlüğü (doğru olması ihtimalinin düşük olması) haberin yayılma hızını artırıyor bile diyebiliriz.
Geçtiğimiz yıllar içinde nasıl ki devlete olan güvenin devlet tarafından zayıflatıldığını söyleyebilirsek, medyaya olan güvenin de medya tarafından zayıflatıldığını söyleyebiliriz.

Bu incelemede bahsedilen konu, araştırılmadan yapılan ve sadece “hızlı klik” almak için yayınlanıp paylaşılan haber ve/veya içerikler değil! O konudaki etik ve ahlâki sorunlar dünyanın dört bir yanında çok yazıldı, çizildi.

Bu inceleme tamamen yalan haber ve/veya içeriklerle ilgili. Öyleyse yalan haber ve/veya içeriklerle ilgili gelişigüzel anlatım yapacak olsak;

  • Haberi yazan editörün, yazarken bile yalan bilgiler yazdığını bildiği,
  • Sorumlu yazı işleri müdürünün haberin yayınlanmasına izin verdiği,
  • Yayın yönetmeninin, toplumun belli kesimlerinde tepki, belli kesimlerinde ise olası algı oluşturma amacı ile belirlediği yayın stratejisine uygun,
  • Toplumun hedefli kesimlerinde beklenen etkileşim ve tepkiyi yaratmayı başarabilen,
  • Genellikle devlet, kurumlar ve/veya medyaya olan güveni bilerek ve isteyerek zedeleyen,
  • Genellikle toplumun hedefli kesimini peşinden sürüklemeyi başaran bir ‘anlatı’ya sahip olan (narrative)

her türlü haber ve/veya içerik yalan haber ve/veya içerik statüsünde değerlendirilebilir. Her zaman aynı sırada olmak zorunda değil ve her zaman haber formatında olmak zorunda değil. Twitter’da paylaşılan bir mesaj bile bu statüye girebilir. Toplumsal infiale sebep olabilir. WhatsApp’in viralitesi konusunda ise Foça “WhatsApp gibi kapalı platformlarda yayılan sahte haberleri bulmak, yakalayıp çürütmek çok büyük zorluk” diyor.

Yalan haber daha fazla ‘kitleşim’ için

Eskiden yaptığımız sosyal medya eğitim programlarındaki bir öğrencimizin ortaya attığı bir kelime bu: Kitleşim. Kitle, iletişim ve etkileşim kelimelerinin birleşimi. Bu incelemede bahsi geçen konu ile çok ilgili.

Bugün yalan haber ve/veya içerik, çoğunlukla daha fazla kitleşim yaratması amacıyla paylaşılıyor. Daha fazla kitleşim demek haber ve/veya içeriğin yaratması istenen duygu, düşünce, algı ne ise kitleşim yükseldikçe yükselmesi demek. Üstelik, bahsi geçen haber ve/veya içerik aynı medya veya teyit organı tarafından düzeltilse ve tekzip yayınlansa bile, bu yayınlanan düzelti veya tekzip, en başta oluşan kitleşime genellikle ulaşamadığından dolayı, bu haber ve/veya içeriğe maruz kalan insanların bir çoğu, tekzip edilmemiş olanın doğru olduğunu düşünerek hayatına devam ediyor. Doğrusunun yayınlandığını bilmiyor bile.

En nihayetinde yalancı medya, kişi veya platformun amacı, toplumun bir kısmının doğru, diğer kısmının ise yanlış bildiği, çoğu zaman basit ve küçük meseleler hakkında, sosyal ortamlarda insanlar arasında basit münazaralar yardımı ile istenen kamuoyunun oluşmasına yardım etmek oluyor. Yalan haber ve/veya içerikleri yayınlayan organların stratejisi amaçsızlık değil, aksine net bir amaç bulunuyor: toplumu her konuda ortadan ikiye ayırırken, kendi belirlediği içerik tüketim omurgasını toplumda standart hâle getirmek.

Mehmet Atakan Foça’nın yalan haber ve/veya yanlış bilgilerin etkisi konusunda söyledikleri önemli: “Afrin operasyonu sırasında bilgisayar oyunu görüntülerinin operasyon görüntüsü gibi televizyonda verilmesi ile Facebook’ta paylaşılan ‘bu fotoğrafı paylaşırsanız Facebook bu bebeğin tedavi masrafları için bağış yapacak’ paylaşımının etkisi arasında elbette bir fark var. Her yanlış bilgiye de ‘yalan’ demek bu yüzden sakıncalı. Niyeti anlamak her zaman kolay değil, arkasındaki aktörün kim olduğuna, onun bunu sistematik hâle getirip getirmediğine bakmak gerek. Etkiyi ölçecek bir araç yok, çoğu şey anektodlara bağlı. Paylaşım/izlenme sayıları ipucu olabilir, onlar da dolaylı etkiyi gösteremez.”

Bu noktada insan destekli algoritmaların neden önemli olduğu konusunda sosyal medya takibi ve veri segmentasyonu üzerine ürünleri ile uzmanlaşan Tevfik Bülent Öngün’den bazı bilgiler alıyoruz: “Bir haberin doğruluğunu belirlemek temelde bir kategorizasyon problemi. Haberleri gerçek veya sahte olarak iki farklı kategoriye ayırmada kullanılabilecek birçok sinyal bulunuyor. Haber kaynağındaki daha önceki haberlerin gerçeklik oranı, haber kaynağına gelen ve giden bağlantılar, başlık ve metnin doğal dil işleme algoritmaları ile yapısal analizi, haberde yer alan bilgilerin diğer kaynaklarla karşılaştırılması, crowdsourcing ile şüpheli haber kaynaklarının tespiti, haberin yayılım şekli ve yayılım hızı analizleri gibi farklı yöntemler ile sahte haberler belirlenebiliyor. Şu an en başarılı algoritmik yöntemler bile yüzde yüz doğru sonuç vermiyor, ancak insan destekli sistemler sayesinde sahte haberleri çok büyük oranda yakalamak mümkün.”

Facebook’un kullanıcı tabanının büyümesi, dolayısıyla teknolojik inovasyona ihtiyaç duyulması ile hayatımıza giren Social Graph algoritması, bizim arkadaşlarımızla olan ilişkilerimizi bir beğeni ve demografi ağı ile anlamlandırmaya çalışıyordu. Bugün ise Facebook’un dünyanın birçok yerinde önemini yitirmesinin ana sebeplerinden birisi, social graph’ın gücünü kaybetmesi. Çünkü bugün, bir haberin yayılması artık tek taraflı ve tek yönlü olmaktan çıkıp, çift taraflı ve çok yönlü bir sistem hâline dönüştü. Dolayısıyla ortaya çok büyük bir toplumsal veri çıkıyor.

Toplumsal verinin akademik literatürdeki isminin “kullanıcı türevli içerik” olduğunu belirten Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nden Dr. Bilge Narin: “Geleneksel medyanın büyük oranda pasif kabul edilen gazete okuru, radyo dinleyicisi ve televizyon izleyicisi, yerini daha aktif katılımcı olarak tanımlanan, hem medya üreten hem de tüketen (üretüketici/producer) ya da co-creator olarak adlandırılan, etkileşimli iletişimde bulunan internet kullanıcılarına bıraktı. Toplumsalın ürettiği veri her zaman vardı. Ancak onu karar alma mekanizmalarını etkileyecek şekilde kullanabilecek kaynaklar kısıtlıydı. İnternet toplumun verisini dolaşıma sokuyor. Dijital evrende kullanıcılar tarafından oluşturulan içerik profesyonel içerik üretiminden kat kat fazla” diyor ve ekliyor:

“Kullanıcı türevli içerik tartışmalarında günümüzde folksonomy popüler. Yani Twitter, Facebook ve Instagram gibi ortamlarda kullanılan hashtagler ile kullanıcılar kendi kategori ve sınıflandırma sistemlerini kullanıyor. Folks halk, taxonomy ise sınıflandırma demek. İşte sıradan kullanıcılar etkili hashtaglerle folksonomy oluşturuyor. Oldukça ses getiren #sendeanlat bunlara örnek olarak gösterilebilir. Ya da öğretmenlerin, kamu çalışanlarının, bedelli askerlik isteyenlerin günün belli saatlerinde trend topic’e girecek şekilde organize olmaları… Yalnız toplumsalın verisi derken İnternet ortamında yalnızca netizen dediğimiz internete erişebilen yurttaşların verisi bu. Bir yandan çok kıymetli ama internete erişemeyen yurttaşların sesini de yansıtmıyor. Hatta daha da ileri gidersek çok sayıda araştırmaya göre çoğunlukla “beyaz, erkek, orta sınıf ve üniversite- eğitimli” kesimin verisi bu. Cinsiyet, gelir, ırk, yaş, engellilik ya da coğrafi konum faktörleri bazında teknolojiye erişim ve teknolojiyi kullanma becerilerindeki eşitsizlikleri yani dijital uçurumu gözardı etmemeliyiz. Yani bu veririn herkesin verisi olduğu savı bir mit.”

Bu inceleme özellikle veri stratejileri için içgörü oluşturma konusunda, internete erişebilen insanlardan toplanan “kaliteli veri” ile toplumsal yansıtma yapılabileceğini savunuyor. Yani internete erişemeyen insanların spesifik bir konudaki görüşünü, doğruya yakın bir şekilde internet verilerinden elde etmek mümkün olabilir. Ancak bu noktada bir parantez açmakta fayda var, bu konuya geri döneceğiz.

Veri noktaları ve gerçek sonrası politika

Post-truth, post-truth; neymiş bu post-truth…
Objektif gerçeklerin kamuoyunu şekillendirmede duygular ve inançlara göre daha az etkili olduğu koşullar, bugünkü politik iklimde “post-truth”, yani “doğruların, hakikatlerin, olguların önemini yitirdiği dönem”, yani “inanılmış gerçeklik”, yani “gerçek ötesi” ismini aldı.

Mobil cihazlar, uygulamalar, sosyal platformlar ve internete bağlı her türlü cihaz sayesinde toplumlar artık veri toplumlarına dönüşmüş durumdalar. Sadece Facebook 2016 yılında 98 farklı kişisel veri noktası ile reklamverenlere reklam hedeflemesi yaptırabiliyordu. Bugün bu veri noktaları sayısı mobil veri kullanımı arttıkça ve Facebook’un sahip olduğu Instagram’ın popülaritesi arttıkça 120’yi geçmiş durumda. Bunun yanında Turkcell, Vodafone, Türk Telekom gibi mobil iletişim firmalarının topladığı ve reklamverenlere sunduğu veri noktaları birleştiğinde sadece bu iki platform bile, bir toplumu anlamak konusunda çok büyük içgörüler sunabiliyor.

Herhangi bir ülkede, herhangi bir muhalefet kanadının seçim kazanması toplumun ürettiği büyük veriye sahip olması, bu veriyi çok doğru içgörülerle okuması ve verimli politik iletişim stratejileri geliştirmesi ile başarılabilir hâle geldi (Elbette bu argümana dair bazı istisnalar var). Türkiye özelinde ise sadece kamuoyu araştırmaları ile değil, aynı zamanda kurumların gücü ile bu veriye sahip olan iktidar, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), Türkiye’nin en fazla ziyaret edilen haber siteleri ve ihtiyaç duyacağı her türlü veri kaynağını satın almak için sahip olduğu tüm bütçe gücüyle, toplumu sürekli ve verimli okuma adına veri biriktiriyor.

Sosyal medya ve internet platformlarından toplanan verileri okuma ve anlama konusunda Tevfik Bülent Öngün’e kulak verelim: “Doğru hazırlanmış doğal dil işleme algoritmaları ile büyük hacimli verilerde kullanıcıların genel bakış açılarını, duygusal yaklaşımlarını, iletişim tonunu, öne çıkan konu ve görüşleri anlamak mümkün. Özellikle orta ve yüksek hacimli trendlerin ve tartışma konularının gelişimini, dönüşümünü ve etkilerini ölçümlemede doğal dil işleme önemli bir araç. Toplumsal yaklaşımdan, bireylerin bakış açısına geçiş yaptığımızda algoritmik yaklaşımın hata oranı artıyor. Günümüzde algoritmalar ormanı analiz etmede başarılıyken, ağaçları anlamada zaman zaman yetersiz kalabiliyor.”

Tüm bunların yanında, Türkiye’nin özellikle son yıllarda dünyanın diğer ülkelerine göre çok büyük ilerlemeler kaydettiği e-devlet yatırımları sayesinde, toplanan veri ile veri sahibi arasında ilişkilendirme yapılmış oluyor. Bu duruma, bugünlerde her yerde reklamını gördüğünüz bir ürün olan Paycell üzerinden örnek verilebilir:

Turkcell, hâlihazırda sizin aylık fatura tutarınızı, geçtiğimiz yıllar içinde yurtdışından sinyal alıp almadığınızı, gittiğiniz yerleri (hangi baz istasyonundan sinyal aldıysanız), Turkcell hattınız sayesinde aldığınız indirimleri ve birçok bilgiyi biliyor ve aktif olarak bu bilgileri takip ediyor. Bu sayede reklamverenlere bu bilgiyi hedefleme bazlı pazarlıyor. Bir Turkcell iştiraki olan Paycell’den bir ön ödemeli kart aldığınızda, bu kartı hızlıca cep telefonu numaranız ile kayıt etmenizi istiyor. Bu sayede Turkcell hattınız ile Paycell kartınız arasında bir ilişkilendirme yapılıyor. Turkcell, aynı anda hem yukarıda sayılan ve onlardan çok daha fazlası olan verilere ulaşırken, bir diğer yandan da yaptığınız harcamaları, harcamaların genellikle hangi tüketim kategorilerinde yapıldığını, Paycell kartın kullanıldığı mağazaları, dolayısıyla kişinin sosyo-ekonomik durumunu ve yaşam tarzını da kullanabilir oluyor.
İstanbul Kart’ınızın hem harcama yapmanıza izin vermesi hem de tüm ulaşım araçlarında geçiyor olması çok güzel olurdu, değil mi? Fonksiyonel olarak çok kullanışlı olacak olan bu özellik, sizin ulaşım alışkanlığınız ile harcama alışkanlığınızı ilişkilendirmek istediğinden dolayı aslında o kadar da güvenli olmayacaktır. Bugün veri ve veri ilişkilendirme sistemleri, hayatımızın her yerine işlemiş durumda.

Bu yüzden de veri toplama konusunu ciddiye almayan herhangi bir iktidar veya muhalefetin bugünün politik dünyasında başarılı olamadığı gün gibi ortada. Bugün insanlara sadece gerçekleri vermek yetmiyor. Bazen, haber ve/veya içeriklerle hedeflenen insanların inanmak istediklerini doğru ve verimli dozlarda vermek gerekiyor. Bu noktada gerçek ötesi dönemin en önemli iletişim ve kontrol enstrümanı “fake news” yani “yalan haber” olgusu hayatımıza giriyor.

Fake news konusuna girerken gazetecilik/muhabirlik konusunda temel sayılabilecek bir problemin adını koyalım ve oradan başlayalım. Dr. Bilge Narin haberin nesnel olmadığına dair bir açıklama yaparken, radarımızı yalan haberlere çeviriyor: “Aslında iletişim fakültelerinde ve medya okuryazarlığı derslerinde temelde haberin zaten nesnel olmasının mümkün olmadığına yönelik son derece yerinde bir kavrayış üzerinde durulur. Haber zaten özünde gerçeğin kendisi değil, gerçeği temsil eden bir metindir. Bir savaş haberi ile savaşın kendisi arasında farklar vardır. Bu tür bir bakış açısına sahip olan biri için zaten her haber doğruluğu sorgulanacak enformasyon parçasıdır. İnternet belki de hız baskısı nedeniyle bu parçalı anlatıların nesnel olamayacağını gösterdi bize. Tabii yine web teknolojileri örtük olan, görülmesi zor olan yanlılığa maddi hataları da ekledi. Maddi hatalar fake news olgusunun temeli. Hiç olmamış bir şeyin olmuş gibi yazılması… Çok temel haber öğelerinde hatalar yapılması… Mekân, habere konu olan kişi, haberin konusunun baştan aşağı uydurma olması…. Bu tür içerik oluşturanlar profesyonel gazeteciler olduğu gibi sıradan internet kullanıcıları da olabiliyor. Dolayısıyla amaçlar başka başka. Kimisi yalnızca eğlenmek, kimisi popülarite sağlamak, takipçi kasmak, kimisi ise belirli çıkar çevrelerinden yararlanmak için üretiyor bu içerikleri.”

Clickbait ve programatik reklamcılık

Bu inceleme, yalan haberleri kavramsal veya biçimsel olarak “haber” veya “içerik” olarak değerlendirmektense, bir propaganda malzemesi olarak değerlendirmeyi seçiyor. Dolayısıyla yalan haberden bahsederken, bu haberleri yazanları da haberci, editör veya muhabir olarak değil, kendine söyleneni yapmakla yükümlü olan maaşlı propaganda memuru olarak ele alacağız.

Fake news ana olarak iki farklı amaca hizmet ediyor:

Gelir elde etme: Clickbait, yani fake news’in ekonomik kazanç sağlama amacı ile kullanılması. Bu sayede haber ve/veya içeriği yayınlayan web sitesine trafik kazandırıyor. Aldatıcı başlıklar sayesinde siteye gelen kullanıcıların belli bir kısmı sitedeki reklamlara tıklıyor ve bu tıklamalar yayıncıya para kazandırıyor.
Yanlış bilgilendirme: Yani bir kuruma veya kişiye zarar verme ya da bir başka kuruma haksız kazanç sağlama amacı ile yazılan ve toplumun belli bir kesiminin, spesifik bir konuya olan bakış açısını değiştirme amacı taşıyan haber veya içeriklerin belli bir strateji dahilinde, uzun vadeli bir şekilde planlanması, yayınlanması ve dağıtılması.

Türkiye’de “clickbait” haberciliği gözümüze çok fazla batıyor olsa da, bu konuda dünya standartlarının altında olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Çünkü yayıncıların kazandıkları reklam gelirleri, Amerika’daki yayıncılara kıyasla çok ama çok düşük. Bu yüzden de yayıncı olup sadece reklam gösterimi ile gelir elde etmek mümkün değil. Clickbait haberciliğinin genelde çok küçük bir rekabet alanında yapıldığını söyleyebiliriz. Açıklayalım:

Hürriyet ve Milliyet web sitelerini örnek alacak olursak, aralarında aylık ortalama sayfa gösterimi anlamında 50-100 milyon sayfa gösterimi fark varsa, rekabet alanı bu sayfa gösterimlerini artırmak olarak düşünülebilir. Sayfa gösterimi az olan Hürriyet, bu sayıyı artırmak için çekici başlıklar kullanabileceği gibi, galeri içeriklerinden oluşan çoklu sayfa gösterimine dayanan içerik sunma biçimini de destekleyebilir. Bu sayede görüntülü reklam gösterimleri de artacağından dolayı programatik reklamcılıktan kazanacağı gelir de artacaktır. Rekabet alanı bu kadar kısıtlı, dolayısıyla clickbait az ancak göze batıyor.

Yayıncılıktaki gelir probleminin haber doğrulama alanında da yaşandığını söyleyen Mehmet Atakan Foça: “Medyanın tüm dünyada içine sıkıştığı gelir modeli krizini yayıncılar ne kadar hissediyorlarsa, biz de hissediyor ve yaşıyoruz. Tek farkımız kazanca değil sosyal etkiye odaklanmamız. Türkiye’de etki yatırımcılığı yok denecek kadar az. Sosyal finansman için yeni yöntemler deneniyor, bunları takip ediyor ve gelişmesi için katkı sağlamaya çalışıyoruz” diye konuşuyor.

Clickbait ve yayıncılıktaki gelir problemleri konusunda daha fazla vakit geçirmeden “yanlış bilgilendirme”, yani bu incelemenin asıl konusuna geçelim.

Facebook ve Twitter viraliteyi ödüllendiriyor

İnsanlar aynı fikri paylaşmayabilir, bir konu hakkında münazara edebilir veya tartışabilir. Ancak sevmedikleri ya da hoşlarına gitmeyen bir gerçek haberi sahte olarak niteleyemez. Sosyal medya botlarının ve/veya internette manipülatif içerikler üreten trollerin basit sloganları sürekli tekrar etmesi, yanıltıcı beyanatlar paylaşması, kişisel fikirlerini gerçeklermiş gibi sunması, bilginin kritik kısımlarını saklaması, istatistikleri yanlış kullanması veya yorumlaması, hatalı analojiler kurması, maksatlı bilgilendirmeler yapması, kelimeleri cımbızla çekmesi, söylenen cümlenin belli bir kısmını alması ve benzeri yöntemlerle içerik üretmesi aksiyonlarının hepsi yalan haber statüsünde sayılabilir.

Facebook, Twitter gibi sosyal medya platformlarının viraliteyi ödüllendirmesi, yani hızla beğeni alan ve hızla paylaşılan içerikleri daha görünür kılması, yalan haber problemini körükleyen bir fenomen hâline geliyor. Aynı zamanda haber kaynağının sürekli yalan haberler yayınlayan bir kaynak olmasına rağmen bu platformlar tarafından cezalandırılmaması da üzerine tuz biber ekiyor.

Facebook her ne kadar teyit.org gibi doğrulama kurumları ile çalışarak bu problemi çözmeye çalışsa da, yemesi gereken çok fırın ekmek var, çünkü bu çalışmaları da PR ataklarından daha ileri gidemiyor. Bu yüzden de dünyanın birçok ülkesinde kullanım alışkanlığı düşüyor ve aktif kullanımı azalıyor. Bu esnada tüm gelirini reklamverenlerden kazanan platform, video izlenme sayılarını bile 9 kat şişiren raporlarla kendi yatırımcılarını da aldatmaya çalışıyor. Bir diğer yandan ise 18-29 yaş arası tüketim grubunun %44’ünün Facebook uygulamasını telefonlarından sildiği ortaya konuluyor.

Twitter’da durum daha farklı, çünkü platformun resmi tutumu nefret suçu hariç her türlü hakarete dahi izin veren “açık konuşma” üzerine kurulu. Dolayısıyla platform, haberin doğruluğunu kanıtlama sorumluluğunu haber kaynağına değil, o haber kaynağını takip edenlere yüklüyor. Bir kullanıcının yalan habere maruz kaldıktan sonra, o haber bir doğrulama kaynağı tarafından yanlışlansa bile, Twitter’ın akış algoritması tasarımından dolayı haberin yanlışlığını görmeme olasılığı ortaya çıkıyor.

Yalan haber ve/veya içerik problemi, medya ve teknoloji sektörünün acilen çözüm yolları aradığı konuların en başında geliyor. Çözümlerin bazıları insan gücüne dayalı, bazıları ise algoritmalara. Ancak yayıncılık sektörünün içinden gelenlerin ilk aklına gelen çözüm reklamverenleri boykot oluyor. Örneğimizi Türkiye’den verelim: Bugün Türkiye’nin yalan haber ve clickbait haberciliği konusunda notu en kırık web haber kanallarından olan Hürriyet, Milliyet, Yeni Şafak, Yeni Akit gibi kanallar, muntazam olarak Türkiye’nin en büyük reklamverenlerinden reklam alıyorlar. Bu sayede kazandıkları gelir, onların işletme operasyonlarını yürütmelerine yardımcı oluyor.

Muhabirlik ile propaganda memurluğunun ayrıldığı yer, metnin yazılma ve sunulma biçimi hâline gelmiş durumda. Nitekim yalan haber ve/veya içerik ile ilgili tartışmaları gördükçe, Orwell-severlerin aklına şu cümle geliyor: “Sahtekarlığın egemen olduğu yerde, gerçeği söylemek devrimci bir harekettir”.

Değerlendirme

Yalan haber konusunda entelektüel bakış açısı, kitlelerin iktidar ya da medya tarafından aldatıldığını veya kandırıldığını söylüyor olsa da bu inceleme aynı düşünceyi paylaşmıyor. Sadece iktidar yanlısı medya değil, aynı zamanda toplumun bir kesimi tarafından demokrat sayılabilecek medyanın da aynı tuzağa düştüğünü görmememiz için gözümüzü çevirmemiz gerekiyor. Bu incelemeyi yazarken cımbızla kelime seçerek haber yapan, klik hırsızı başlıklarla ziyaretçi çekmeye çalışan ve eleştirdiği haber kanallarıyla benzer alışkanlıkları icra etmeye devam eden Cumhuriyet, Birgün, Odatv gibi haber kanallarını eleştirmemek doğru değil.

Kamuoyunu doğru bilgilendirme konusunda Baybars Örsek’e kulak verelim: “Kamuoyunu doğru bilgilendirmek siyasetçilerin hem sorumluluğu hem de demokrasinin bir gerekliliği. Doğruyu yansıtmayan vaatler ve söylemler ile siyasetçiler bu ikisini de ihlâl etmiş oluyor. Siyasi aktörlerin öncelikli olarak mevcut seçmenlerini ve potansiyel oy alabilecekleri kitleleri hedeflediğini düşündüğümüzde gerçek dışı ve abartılı bilgilerin siyasi sonuçları oluyor. Sonuçta demokratik toplumlarda halk, siyasetçilerin beyanlarını, vaatlerini ve söylemlerini esas alarak bir oy tercihi oluşturuyor. Seçtiği siyasi temsilcinin doğru olmayan önermelerini duyan geniş seçmen kitlesi söylemin doğruluk kontrolünü gerçekleştirmeye ihtiyaç duymuyor ve önermenin doğruluğuna inanıyor.”

Tepkisiz kitleler olarak gösterdiğimiz “hiperuyumluluk” davranış biçimi medya kanallarına da geçmiş durumda. Demokrat veya değil tüm medya kanalları, içinde yaşadığımız gerçek ötesi çağında birbirine her geçen gün daha da benziyor ve benzer davranışları gösteriyor. Her gün, her dakika toplumun gözü önünde olan siyasetçilerin dahi gerçek dışı haberleri üretmesi, paylaşması ve yaymasının sıradan hâle geldiği günümüzde, medyanın ve medya tüketicisinin de raydan çıkmasına şaşırdığımız günler de geride kaldı.

Nitekim bugün demokrat sayılabilecek haber kanallarının hâlen bu davranış biçimine devam etmesini, bu yazıyı hazırlarken fikirlerine başvurduğum Journo.com.tr kurucusu Mustafa Kuleli’nin “Yalan habere inanılması değil mesele, gerçek olana inanılmaması…” söylemine bağlıyorum. Kuleli sözlerine şöyle devam ediyor: “Amaç kendi hakikatini dayatmak değil, insanları bir hakikat olmadığına inandırmak.”

Ne yapacağız?

Bu incelemeyi yazan kişi olarak kitlelerin vurdumduymazlığının iktidar tarafından bahşedildiğine inanmadığımı belirtmeliyim. Muntazam olarak yalan habere ve içeriğe maruz kalan bu kitlelerin kendilerine özgü davranışları bulunuyor. Onların da devrimci olduğunu düşünüyorum. Farklı bir tür devrimciler. Bilmeden (veya özel olarak istemeden) kendi devrimlerini yapmaya çalışıyorlar. Adına kültürel hegemonya dedikleri de tam olarak bu değil mi?

Medyayı düzeltmenin medya sermayesinden başlamak olduğunu düşününce, yolların kapalı olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Öyleyse doğrulama sorumluluğunun objektif kurumlarda olması gerekiyor. teyit.org, dogrulukpayi.com, evrimagaci.org, malumatfurus.org gibi kurumların her biri farklı dikeylerde sorumluluk alıyor da olsalar, karşılarında sermaye ve kitle anlamında çok büyük bir organize yapı olduğundan dolayı güçsüzler.

Her gün onlarca yalan haber ve/veya içeriğin internetteki bilgi dolaşımına girdiği ve arama motorlarında sonsuza kadar kayıtlı kaldığı ülkemizde doğrulama kurumlarının sayısını artırmalı, etkilerini artırmanın yollarını bulmalı, bu kurumları sürdürülebilir mali yapılar hâline getirmek için desteklemeli ve yapılarını daha da şeffaflaştırmalıyız.

teyit.org haber doğrulama merkezinde günde 1-2 iddia ile ilgili içerikler hazırlanıyor ancak bundan çok daha fazla içeriğin doğrulanmaya ihtiyacı var. teyit.org’un doğrulamaya çalıştığı içerikler gerçekten de kamuoyunu yüksek derecede meşgul eden içerikler oluyor. Peki ya etkisi nispeten küçük ancak şehir efsanesi gibi dolaşan ve büyüyen içerikler ne olacak?

Mesela Yeni Akit’te yayınlanan “Brunson davasındaki gizli tanık İnönü’nün yeğeni çıktı” haberi gibi (an itibariyle arşivden kaldırılmış) gerçeklikten tamamen uzak olmasının yanında absürt sayılabilecek bir iddiayı hangi kurum doğrulayacak?

Bu noktada bu incelemenin bazı önerileri olabilir:

  • Doğruluk Payı, siyasilerin söylemlerindeki doğruluğu araştırmasının yanında teyit.org gibi haber doğrulaması alanına da girebilir,
  • Üniversitelerden yeni mezun girişimci ekipler ‘sosyal girişim’ modelini benimseyip yeni teyit mekanizmaları ve kurumları hayata geçirebilir,
  • Medya kanallarının destek verebileceği bir inisiyatif hayata geçirilip “doğru haber aktarım kuralları” minvalinde bir metodolojiyi benimsemeleri sağlanabilir, bu sayede ‘doğrulanmış haber’ sorumluluğunun bir kısmı medya platformuna yüklenebilir,
  • Haber ve/veya içerik doğrulama konusunda üniversiteler ile ortaklaşa sertifika ve/veya master programları tasarlanabilir, bu sayede sosyal medyada etki sahibi ‘self-doğrulamacı’ kullanıcılar yetiştirilebilir,
  • Çevrimiçi eğitimlerle internet kullanıcılarına bir haberin doğru ya da yanlış olduğunu nasıl anlayabilecekleri konusunda yöntemler öğretilebilir,
  • Yayıncılar için yeni gelir yöntemleri yaratma konusunda çalışmalar yapılabilir, bu sayede yalan haberden uzak yayın yapma politikasını seçen platformların büyümelerine yardımcı olunabilir.

Doğrulama endüstrisinin dünyada da her geçen gün biraz daha büyüdüğü ortada. Türkiye’de de yalan haberlerin ve içeriklerin sayısı arttıkça büyüyor olacak.

1-2 Kasım’da Antalya’da yapılacak olan “Fact-Checking Summit Turkey 18” etkinliğinde, Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından konunun uzmanları ve ilgilileri toplanıp, bu incelemede yazılan konular ve daha fazlası ile ilgili fikirler üretip aksiyon planları oluşturacaklar. Umarız bu inceleme de etkinlik gündemine girmeyi başarır.

Ayrıca bu incelemenin yazılma sebebi, Türkiye’de bu konuyla ilgili teknik dilden uzak ve tümdengelim yapan, dolayısıyla da konuyu hiç bilmeyen insanlara da haber ve/veya içerik doğrulamanın önemini yansıtan detaylı bir incelemenin daha önce yapılmamış olması. Umarız bu incelemeden sonra daha sık ve buradaki bilgilerden daha fazlasını veren, toplumu ve medya sektörünü eğitme amacı güden yeni incelemeler de görebiliriz.


“Tilkilerden ve onların kuyruğundaki kızıllıktan kime ne?”

Fatih Güner

Görsel iletişim eğitimi aldı ve uzun yıllar sanat yönetmenliği yaptıktan sonra sosyalmedya.co'yu kurdu. Düzenlediği eğitim programları ile 1.500’e yakın öğrenci mezun etti ve 3.5 yıllık maceranın sonunda şirketini rakibine sattı. Veriye dayalı pazarlama konusunda örnek işler yapan ve ödüller alan Fatih, motivasyonel konuşmacılık kariyerinin yanında online eğitimler yaparak insanları bilgilendirmeye devam ediyor.

Journo E-Bülten