Yeni kurulan Woman TV’nin ilk Yayın Yönetmeni olan deneyimli televizyoncu Ahu Özyurt kadınların anaakım ekranlardan yavaş yavaş uzaklaştırıldığını söylüyor.
Demirören Grubu tarafından Doğan Medya Grubu’ndan satın alınarak el değiştiren CNN Türk ekranına veda eden isimlerden birisi de Gazeteci Ahu Özyurt olmuştu. On beş yıldan bu yana muhabir, temsilci, haber sunucusu, moderatör olarak çalıştığı haber kanalı CNN Türk’le yaşadığı zorunlu ayrılıktan sonra Sputnik Türkiye – RS FM’de mikrofon başına geçen deneyimli haberci Özyurt, 2018 yılı sona ermek üzereyken 24 Aralık günü yayın hayatına başlayan Woman TV kanalının genel yayın yönetmeni koltuğundaki isim olarak karşımıza çıktı. Kendisini ziyaret edip her şeyin nasıl gittiğini sormanın tam sırası diye düşündük ve Özyurt ile yoğun bir iş gününün ortasında yeni ofisinde buluştuk.
Başına geçtiği ilk kadın kanalının vizyonunu aktarırken ulusal kanallarda yer alan “kadın kuşağı” kategorisindeki yapımları eleştiren Ahu Özyurt, başarılı gazetecilerin yaptığı bazı programlarda suçun desteklendiğini, teşvik edildiğini hatta görkemli ve güzel bir şeymiş gibi saatlerce ekranda konuşularak reyting malzemesi edildiğini saptadıktan sonra, bu tutumun hem toplum psikolojisi hem de ülke güvenliği adına risk oluşturduğunu söyledi. Nitekim, bu mülakatı yaptığımız sırada “Palu Ailesi” skandalının patlak vermesine yalnızca günler vardı… Reyting mekanizmasının ve reklamverenin sorumluluğunun altını kalın hatlarla çizen Özyurt, bu tür yayınların yol açtığı/açacağı toplumsal riskleri kesin bir açıklıkla ifade etti. Dikkatlerinize sunuyoruz. Kayıttayız.
Hayırlı uğurlu olsun öncelikle. Geleneksel medyanın bu kurak döneminde yeni bir televizyon kanalı, üstelik bir kadın televizyonu haberi kulağa iyi geldi doğrusu. Nereden çıktı, nasıl doğdu Woman TV?
Birkaç yıldır aslında böyle bir ihtiyaç konuşuluyordu. Hatta bazı büyük grupların da ilgilendiği, medyada sürekli kulaktan kulağa yayılırdı ama böyle şeylerin yapılması hakikaten zaruret ve genelde yumurta kapıya dayandığında gerçekleşir, bizde de öyle oldu. Alt yapısı çok iyi hazırlanmış bir kanalın hızlıca kadın kanalına dönüştürülmesine karar verdi kanalın sahibi Recep Canpolat, denizhaber.com’un da sahibi aynı zamanda. Ve birkaç aydır yapılan hazırlığın üzerine elimizdeki malzemelerle biz de hızlıca 24 Aralık’ta yayına soktuk kanalı.
Hedefleri ve ilkeleri nelerdir bu yeni kanalın?
Öncelikle Woman TV ismine takılanlar var ki hakikaten içleri ferah olsun, biz İngilizce ismi, bu markayı büyütelim ve başka yerlere de taşıyabilelim diye tercih ettik. Nasıl Big Chefs kimseyi rahatsız etmiyorsa ve artık dünyanın her yerinde bu markayı görebiliyorsanız, biz Woman TV’yi de Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Asya’da her yerde görelim ve oradaki kadınlar da kendi Woman TV’lerini yaratsınlar istiyoruz. Bunu netleştirdikten sonra, hakikaten kadına dair her şeyi rahat rahat konuşabileceğimiz, erkeklerin de olduğu, bize fikir verdiği, güç verdiği, bizi eleştirdiği ama daha çok kadınların konuştuğu bir kanal olsun istedik. Çünkü ben yıllarca moderatörlük, haber sunuculuğu yaptıktan sonra kademeli olarak fark ettim ki aslında bu ülkenin çok yetenekli, çok akıllı, becerikli kadınlarının, siyasetin hangi çevresinden olursa olsun bir süredir ana-akım ekranlardan yavaş yavaş silindiklerini görmeye başladık. Sesimizin azaldığını görüyoruz. Her cepheden kadın için geçerli bu ve herkes de şikâyetçi. Üç kadın bir araya geldiğimizde, muhafazakâr da olsak, liberal de olsak, solcu da sağcı da olsak, hepimiz aynı şeylerden şikâyet eder hâle geldik ve birbirimize destek olma zamanı bu zamandır, şimdidir. Dünya konjonktürü buna uygun, Türkiye buna uygun, onun için hep birlikte yola çıkalım istedik.
‘Kız çocuklarına borcumuz var’
Dediğin gibi son yıllarda kadınlar ekranlardan ve gazete sayfalarından hızla uzaklaştırıldı. Siyasi yorumcular, kültür yaşam alanlarında üretenler, kimler kimler dışlandı. Bu yoksunluk hayatı ve medyayı nasıl etkiledi?
Kısaca şöyle değineyim, bir süre belki uzaklaştırma, sonrasında da artık gönüllü olarak, yine her kategoriden kadının, kendilerini artık oraya ait görmedikleri için çekildiklerini görmeye başladık. Artık yazacak yerimiz, söz söyleyecek yerimiz yok, tartışma programlarında bize doğru ortam verilmiyor diyen çok kadın var. Sadece görünmek için görünmek istemiyorlar, pek çok sanatçı, yazar, köşe yazarı… Ama bu, hayatta kadının azaldığı anlamına gelmiyor. Ben kanalı kurduğumuz gün fark ettim ki biz nerdeyse büyük bir petrol kuyusunun veya altın madeninin üzerine oturmuşuz. Aşağıdan öyle bir gürül gürül geliyor ki potansiyel. Dediğim gibi partiler üstü, siyaset üstü, her cenahtan kadın kendi sesini ve kendi yaptığı işi burada göstermek istiyor. Bizim onlara çok büyük borcumuz var, arkadan gelen kız çocuklarına çok büyük borcumuz var, çok büyük bir yükümlülüğümüz var. Başarmak, daha iyisini yapmak, hatta rekabet etmek zorundayız.
‘Bu konulara girmeyin deniyordu’
Kişisel maceranda biraz geriye dönersek, CNN Türk’te uzun bir süre direndin. Ben izlerken çok zorlandığını görüyordum ekranda mesela. Sen bunu en çok ne açılardan hissettin? Hakkında program-haber yapmak isteyip de yapamadığın konular oldu mu?
Oldu. Satış sürecine kadar daha enteresan bir kontrol içindeydik. Aman grup sıkıntıya girmesin vs. gibi. Biraz daha kendimizi tuttuğumuz bir dönemmiş, şimdi uzaktan bakınca daha net görüyorum. Satıştan sonra bize söylenen, çok uzunca bir süre hatta seçime kadar herhangi bir müdahale görmeyeceğimiz, personel anlamında da herhangi bir müdahale olmayacağı şeklindeydi. Sonra işte yöneticidir, kanalın sahibidir, politikası değişmiştir veya başka bir tercih gelmiştir eline… Sonuçta yolumuzu ayırmak zorunda kaldık… Dolu dolu, aralıklarla 15 sene, Washington temsilciliğine kadar her şeyini yaptım. Oturup montajını da yaptım, sahada muhabirliğini de yaptım, en sonunda tartışma programı moderatörlüğü de yaptım. Galiba yine de moderatörlük ve haber sunuculuğu en sıkıntılı ve zorlu olanı. Sahada olmak, kendi haberinden sorumluk olmak en keyifli kısmıydı. İçeride olunca, enteresan biçimde yani konuların ve konukların bu kadar dar bir havuzda belirleniyor olması can sıkıcıydı. Bazı konulara siz girmeyin deniyordu. Bazı konukları siz çağırmayın, onu işte Şirin alacak, deniyordu mesela. Yani editöryal tercihlerse bunu anlayabilirim ama bir süre sonra belli ki idari tercihlermiş. Şimdi bakınca görüyor insan. Hepimiz aynı işi yapmaya çalışan arkadaşlarız sonuçta. Gazeteciyiz, kimsenin kimseden ayrısı gayrısı yok ama bunlar sıkıntı verdi.
‘Tartışma programları cahilleştiriyor’
Kadın meselesi de mesela, altı kadın panelist oturunca kadın konuşuyorsunuz iyi oluyor diyorlardı yöneticiler, hâlbuki izleyici bunu sevmiyor. İzleyici istiyor ki ekonomi konuşulurken de orada kadın olsun, dış politika konuşulurken de kadın olsun, atıyorum askeri operasyon konuşulurken de bir tane kadın olsun istiyor. Bunları çok kolay beceremedik. Birazcık da konuk havuzunun daralması ya da daraltılması nedeniyle. Eskiden bir kriterimiz vardı, dün ona (NTV veya Habertürk’e) çıktıysa bugün bize çıkmasın derdik. Hem yüzü dinlensin, hem bilgisi genişlesin. Sonra konuştuğumuz konuklar da, akademisyenler özellikle, bunun kendilerine çok zarar verdiğini özellikle söylediler. Okuyamıyorlar, araştıramıyorlar, kendileri de yüzeyselleşiyorlar. Ben tartışma programlarının, özellikle referanduma kadar olan süreçte bilgilendirme amacına hizmet ettiği ama ondan sonra hakikaten siyaseti de, gazeteciliği de sığlaştırdığını düşünüyorum. Bilgisel anlamda cahilleştirdiğini düşünüyorum.
‘Haber kanalları sığlaştırıyor’
Ben doktora yapmaya başladığımda onu anladım, okumayı bırakmışım mesela. O kadar parça pinçik şeylerle uğraşmaya başlamışız ki, 300-400 sayfa bir kitabı okumak benim için bir hafta sonuyken normalde, ben bitiremez oldum kitapları. Çünkü otuz tane ayrı saçmasapan işle uğraşıyorsun veya üç tane ayrı konuyu aynı isimlere konuşmaya çalışıyorsun. Bu onları da sığlaştırıyor, bizi de sığlaştırıyor. Bilgiden uzaklaşıyoruz, gerçek araştırma yapamıyoruz. Günlük tartışma programları bana göre haber kanallarının ‘bilgilendirme ekranı’ misyonuna çok büyük darbe vurdu.
‘İnsanlar televizyondan korunmaya çalışıyor’
Bir tweetin vardı, pahalığa tepki gösteriyordun ve bir takipçin de senin tepkini eleştiriyordu. Sen de cevaben “işe metrobüsle giden bu insana fazla geldi, kusura bakmayın” demiştin. Toplu taşımayı kullanmaya devam mı işe gelirken?
Tabii. Hep de öyle geleceğim, uzunca bir süre. Bu kanal palazlanıp, uçup, bütün personelimiz güzel maaşlar aldığı güne kadar. Fiziksel olarak da daha mantıklı, Üsküdar’da oturuyorum ve hızlıca motorla gelebiliyorum buraya (Kabataş). Arabaya, mazota para vermek hem yanlış, hem de hakikaten vücudumuza zararlı. Arabayla gidip geliyor olmak insan vücuduna aykırı bir şey aslında teknik olarak. Dolayısıyla ben buna devam ediyorum ve inşallah da hep devam ederim. Radyoya da metrobüsle gidiyorum. Bugün Levent’teki bir toplantıdan buraya metroyla geldim. Metro-metrobüs devamlı kullanıyorum.
Yol hâlleri nasıl, insanlar tanıyor mu?
Yoo (gülüyor). Tanımıyorlar. Televizyon izleyicisi çabuk unutur. Bazen konuşunca sesten tanıyorlar. Veya saçımı aynı şekilde yaptıysam o tartışma programlarındaki gibi, “bir yerden çıkartacağım ama nereden” filan bilemiyorlar. Bakkal, manav, taksiciler, minibüsçüler bazen yakalıyor. Şu farkı da anlıyorsunuz tabii, referandum döneminde mesela hakikaten insanlar oturmuş neye oy vereceğiz diye deli gibi seyretmişler, çünkü o dönem minibüsçüden çöpçüye herkes bizi tanıyordu. Ondan sonra ya sıkıldı insanlar, ya da siyasetten bıktılar, bakmamaya başladılar. Ne olduysa, kendilerini çektiler televizyondan. Kendilerini o aletten korumaya çalışıyor artık insanlar. O yüzden Medyascope’taki işler çok iyi mesela. İstediğim kadar seyrederim, istersem pause yapar gider maillerime bakar gelirim veya kahvemi içerken izlerim, oh.
‘Televizyon negatif şaçar hâle geldi’
Ancak televizyonun hâlâ bu ülkede bir karşılığı var, içini doğru yapmamız gerekiyor, seyirci istiyor, mecburuz buna. Kadın kanalında istediğimiz de biraz o aslında: Akşamları neşeyle seyredin, çocuğunuz varsa da yoksa da rahatsız olmayın, eşinizle, erkek arkadaşınızla, kız arkadaşınızla huzursuz olmayın ekrana bakarken, kötülük gelecek gibi hissetmeyin. Negatif bir şey saçar hâle gelmiş televizyon çünkü, onu görüyorsun.
Milliyet yazarı Ali Eyüboğlu bir yazısında değinmişti Woman TV’ye. Şu ifadeler önemliydi: “Ulusal eğlence kanallarının tümü kadınların emrinde. Gündüz kuşaklarında kadınların izlediği yapımlar var. Dizilerin kaderini kadın izleyici belirliyor, beğendikleri yaşıyor, beğenmedikleri kaldırılıyor. Kadın izleyici böylesine bir lükse alışmış.” Soru şu; bunlara katılıyor musun ve var olan içerikler doğrultusunda bunlar ‘lüks’ mü?
Hiç değil. Evet, gündüz üçer dörder saat süren ‘kadın kuşağı’ diyeceğimiz bazı çok iyi gazetecilerin de yaptığı şeyler var. Ama reyting mekanizması, artı reklamveren mekanizmasının sağlıklı düşünüp bu ülke için iyi bir şey yapmak istiyorsa; bu kadar suçun desteklendiği, teşvik edildiği hatta görkemli ve güzel bir şeymiş gibi saatlerce ekranda konuşulduğu programları desteklememesi gerekir. Evet, bu ülkede bazı sıkıntılar, sorunlar var. Aile içi şiddet var, kadınlara karşı yapılan zorbalıklar var. Bunların çerçevesini doğru çizip çözüm önermek varken, saatlerce bu mevzuların uluorta konuşulması, izleyicilerle paylaşılması, alkışlarla, kahkahalarla… Evlenme programları niye kaldırılmıştı:
“Aile bağlarını bozan, toplum yapısını zedeleyen her şey ülke güvenliği için risktir”
Türk ailesi sanki sürekli kriminal ortamda yaşıyormuş gibi. Averaj Türk ailesi içinde sürekli cinayet, hırsızlık, çocuk kaçırma, tecavüz, ensest olan bir aileymiş gibi gösteriliyor. Bu, standart değildir. Bunların her gün ekranda diziler hâlinde anlatılması doğru değildir. Ülkenin psikolojisine de terstir, ülkenin güvenliğine de terstir. Defalarca söyledim, her yerde de söylerim. Aile içi bağları bozan, toplum yapısını zedeleyen, insanların birbirine saygı ve sevgi duymasını engelleyen her şey bu ülkenin güvenliği için risktir. Bunu bugün anlamayanlar, beş sene sonra anlar.
‘Kadın kadının kurdu değil basamağıdır’
Kadına, hangi sosyal statüde olursa olsun güç veren, on saniye bile olsa yaptığı iyi şeyle ekrana taşıyan, destekleyen, omuz veren her şey, göreceksiniz önümüzdeki dönemde çok büyük prim yapacak. Ve kadınlar birbirinin omuzuna basarak yükselecek. Niye kurdu olalım birbirimizin kardeşim? Basamağın olayım, gel omzuma bas, çık. Yeni kuşak geliyor, gazeteciler-medyacılar, gencecik kızlar yetişiyor. Hepsi bizlere “iş arıyoruz abla” diye CV’ler atıyor. Benim onlara boynumun borcu. O kanalları izleyip, televizyon kanalı buymuş demesinler. Orada yapılan işi küçümsemiyorum, ama dozunda yapılmadığını düşünüyorum. Bu bir uyuşturucu gibidir. Bir ailenin trajedisini yirmi gün ekrana sürerseniz, herkes kendisini o aile gibi görmek ister. Bu böyle yayılır. Böyle yapmamak gerekiyor, tek derdim o.
Ali (Eyüboğlu) ağabeye katıldığım yerler var, ama seçeneksizlik lüks değildir. Yarım saat de olsa bu insanlar o ekranda çocuk bakımı öğrenecekse veya metroda izinsiz fotoğrafı çekildiğinde yapması gerekenleri öğrenecekse, bu bir güçtür. Daha iyi bir Türkiye için birazcık bir umut versek… Bu, bizim bu vatana borcumuzdur. İyi yetişmiş kadınların borcudur bu.
“Yayıncılık sorumluluğu” değil mi bu zaten?
Evet. Bu bu olanlar olmamalı o yüzden.
‘Freak show dönemi bitti’
Amerikan televizyonunun freak show humması gibi değil mi?
Tabii, 80-90 yılları arasında onlar da böyle bir cinnet getirdi. Ama bitti, ömrünü tamamladı. Biz daha hızlı geçeriz, onların beş yılda geçtiği yolu biz üç yılda katederiz. Çünkü bitmiş artık, bunu dönüp yapmanın bir anlamı yok. Ve bu ülkenin dinamikleri buna müsaade etmez. Bizim otuz yıl bunları konuşma lüksümüz yok. Çözüm üretecek şekilde gitmek zorundayız. Bir yayınımızda Senaristler Birliği’nden konuğumuzun dediği gibi; “öyle kadın olmaz” diyenler bir kadının aynı anda kaç top çevirdiğini biliyor mu? Eşlerine sorsunlar, şirket yöneten hanımlara sorsunlar, evde oturup çocuğunu büyüten kadına sorsunlar. Biz o kadına her şeyin en iyisini, en güzelini sunmak zorundayız. Evde tek başına, kendine ait özel zamanında televizyon izleyen kadınlar her şeyin en klasını, en temizini hak ediyor. Onları en mutlu edecek, en motive edecek, en besleyecek şeyleri hak ediyorlar. Bunları koymamız lazım ekrana.
‘Şımarmaya fırsatımız yok’
Meryl Streep’in çok sevdiğim bir anekdotu var, nasıl olup da şımarmayışını soruyorlar bunca müthiş kariyerine rağmen. Diyor ki, ütünü kendin yapmaya devam ettiğin sürece şımarmaya vaktin olmaz. Senin yöntemlerini merak ediyorum bu anlamda…
Vaay! Ne diyeyim, sen bizi biliyorsun. Şımarmaya fırsatımız olmadı bizlerin. Medyada girdik çıktık, itildik kakıldık. Sistem bize şımaracak kadar müsaade etmiyor, etrafımızı ışıltılarla doldurmuyor. Habercilikten geldiyseniz bir de… Ben Suriye sınırında göç gördüm, depremde elimde ceset taşıdım. Gerçek hayat bizim şımarmamıza müsaade etmez. Bu ülke buna müsaade etmez ama kendimizle gurur duymamıza ve birbirimize, “iyisin ya, helal sana” dememize müsaade eder. Ve daha çok yapmamız gerekir.
Ev işleriyle aran nasıldır peki?
Yemek yapmayı çok istiyorum ama vaktim yok. Ön hazırlık kısmında biraz sıkıntım var -aşacağım- ama malzeme hazır olduğu zaman hızlı hızlı çok eğlenceli yemekler yapabiliyorum. Ev temizlemekle de aram fena değildir ama ütüyü çok severim garip bir şekilde. Saatlerce ütü yapabilirim. Kadınlar genelde nefret eder, ben çok severim. Liseden beri böyle. Annem babam öğretti o zamanlar ve çok sevdim ütülemeyi ben. Düzeltmeyi severim saçma bir şekilde. (Kahkahalar)
‘Reyting’le arası nasıl olacak Woman TV’nin, ne kadar önemli olacak reytingler sizin için?
Teknik olarak olmamamız gerekir. Bir noktada o çarkın içine gireceğiz diye hafiften ürpererek izliyorum ama reyting bizim için niye önemli; büyük dijital platformlarda reklamverenin önüne koyabilmek için önemli. Ama burası bir tematik kanal, bir ihtisas kanalı. Biz ana-akım kanallarla reyting anlamında mücadele edemeyiz. Başlarda muhtemelen çok bir derdimiz olmayacaktır ama insanlar sevdikçe reytingimiz yükselir.
‘Medya ekonomisini çevirebilmeliyiz’
Önce denklerimiz veya benzerlerimiz içinde yukarıya oynamayı isterim, sonra da ana-akımda şansımız varsa ilk yüze, elliye doğru girsek ne güzel olur reklamveren açısından. Bu ülkede, bu ekonomiyi çevirmemizin doğru yolları olmalı. Medya ekonomisinin sağlıklı ilerlemesi açısından, başka mecralara da paralar akması açısından. Çok öyle paragöz bir kanal olmamıza gerek yok. Bloomberg HT ve CNBC-e kurulduğunda da ben baştan beri oradaydım. Herkes dalga geçti, “kim izleyecek bunları ya, bütün gün banka-para, alttan bant akıyor, milletin gözü şaşırır” vs. Şimdi alttan bant akmayan kanal yok. Kadın kanalı olan biz dâhil herkeste bant akıyor. Çünkü insanlar okur, benim annem bile bazen yukarıda ne olduğuna bakmıyor, alttan akan banttan takip ediyor haberleri. Bunlar, ihtisas kanallarının Türkiye’de iyi bir izleyicisi olduğunu gösteriyor. Evde oturan kadınlar, çocuk büyütenler, ofisindekiler, kuafördekiler, herkes…
‘Kadınlar krizde kurtarıcıdır’
Böyle kriz dönemlerinden çok geçti Türkiye. Böyle dönemlerde kadın karar alıcıların doğru yerlerde olması sigortadır -şirketlerde, medyada, STK’larda-. Ve krizden hızlıca çıkmamızı sağlar. Çünkü parayı ve insanı çok dikkatli yönetir kadınlar, öncelikleri doğru belirlerler. Krizlerden böylece kolay çıkılır. 2007-2008 krizinde Amerika’daydım ben ve tepesinde kadın olan büyük sigorta şirketlerinin bir kısmı çok rahattı. Erkekler risk almışlar da almışlar, ilk yüzdeyiz aman ilk beşteyiz, dergilere kapak oluyoruz vs. ne oldu? Şirket ertesi sene topu dikiyor, kapanıyor. Kadınlar belki ufak işler yapmışlar ama o şirketleri öyle sağlam oturtmuşlar ki, o krizden güçlenerek çıktılar. Bunu erkek CEO’lar da, hocalarımız da hep söyler; kadının yönettiği şirketler kriz zamanlarında daha dayanıklıdır, daha doğru karar alırlar. Modeli yaygınlaştırmaktır maksat.
CNN Türk’ten ayrılmandan kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen bugün GYY koltuğunda buluştuk seninle. Aklına gelmiş miydi olayların böyle seyredeceği?
Hiç, sıfır. Ben Milli Savunma Üniversitesinde doktora öğrencisiyim hâlâ ve uslu uslu evimde oturur, güzel güzel doktora yaparım, bundan sonra bana akademik kariyer yakışır vb. bir plan yapmıştım.
Medyada artık gelecek görmüyor muydun kendine?
Yok, hiç. Biz artık bu sektörde ekmek yiyemeyiz diyordum. Radyo iyi tamam, orada kendimize küçük bir özgürlük adası yaratıyoruz diyordum. Full-time kariyer olaraksa bu saatten sonra bu sektör beni almaz diye düşünüyordum.
Şimdi ne hissediyorsun?
Ne bileyim (gülüyor). Hem şaşkınım, hem çok mutluyum. O kadar güzel tepkiler, o kadar cesaretlendirici şeyler geliyor ki, başarmaya mecburuz. Başka seçeneğimiz yok. Şurayı oturtayım, şahane bir marka olsun ve iki sene sonra daha yetenekli bir kadına bırakayım. Hemen yani, hemen…