Bitlis’te takip ettiği bir basın açıklaması sırasında gözaltına alınan ve fotoğraf makinesinde yer alan haber konulu fotoğraflar gerekçe gösterilerek tutuklanan Uğur Yılmaz, hapiste geçirdiği süre göz önünde bulundurularak tahliye edilmesi beklenirken özgürlüğüne hâlâ kavuşamadı. Yazı yazdığı için birçok kez hücre cezasına çarptırıldığını belirten Yılmaz, Elazığ’da tutulduğu cezaevinden gazeteci İdris Yılmaz’a gönderdiği mektupta, “Şiir kitabı taslağıma bile defalarca el konuldu” diyor.
30 Ekim 2016 tarihinde Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Dicle Haber Ajansı’nın (DİHA) muhabiri Uğur Yılmaz, 17 Temmuz 2017 tarihinde Bitlis’te takip ettiği bir basın açıklamasında çektiği fotoğraflar gerekçe gösterilerek gözaltına alındı. “Örgüt propagandası” ve “örgüt üyeliği” suçlamaları ile tutuklu yargılanan Yılmaz, 6 yıl üç ay hapis cezasına çarptırıldı.
Yaklaşık iki yıldır tutuklu olduğu Elazığ 2 No.lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde birçok baskıya rağmen yazmaya devam ettiğini ifade eden Yılmaz’ın şiir ve öykü kitabı taslaklarına “cezaevi güvenliğini tehlikeye attığı” gerekçesiyle el konuldu. Yılmaz, 4 Ağustos günü hücresine giren memurların fırça sopalı saldırısına ve hakaretlerine maruz kaldığını da öne sürerek bununla ilgili savcılığa suç duyusunda bulunduğunu ekliyor.
‘Darp raporları ortada, kamera kayıtları mevcut’
“Darp raporları ortadadır, kamera kayıtları da mevcuttur. Bunlara rağmen hâlen somut bir şey gözlemleyemedik” diyen Yılmaz, kitap taslaklarına sık sık el konmasına rağmen bitirdiği “Gitmek Gerekiyor” isimli şiir kitabını ise bir şekilde cezaevinden dışarıya çıkarmayı başardığını ifade ediyor.
“Pes etmedim. Yazmaya devam ettim” diyen Yılmaz’ın Ceren Kültür Yayınları’nda yayımlanan bu kitabıyla ilgili olarak mektup aracılığı ile bir söyleşi gerçekleştirdik. “Beni hiçbir baskı zorlamıyor. Zorlandığım tek konu yazmama yönelik maruz kaldığım engeller” diyen Yılmaz, gazeteciliğe ve yazarlığa yönelik baskıların cezaevinde de sürdüğüne dikkat çekiyor.
Yaklaşık iki yıldır cezaevindesiniz. Bize bu süreci kısaca özetler misiniz? Nelerle karşılaştınız, neler yaptınız?
Türkiye’de cezaevi denilince aklınıza gelebilecek ilk şey hukuksuzluk olsun. Çünkü devletin kendi belirlediği yasaların ve hakların burada hiçbir hükmü yok. Her türlü baskıya ve hak ihlaline maruz kaldığımızı daha önce defalarca kamuoyuyla paylaştık. Beni en çok zorlayan burada yazı yazmanın kolay olmamasıdır. En ufak bir hak talebini büyük şiddetle bastırıyorlar. Tüm bunlara rağmen kendimi hiç güçsüz hissetmedim. Bunun için zorlukları gündemime hiç almadım. Zaman zaman umutsuzluğa kapılsam da, umutsuzluk ve karamsarlık hiç kalıcı olmadı. Dışarıdayken beraber haber yaptığımız arkadaşları çok özledim.
En son görülen karar duruşmasında 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldınız. Normal şartlarda tutuklu olduğunuz süre göz önünde bulundurularak tahliye edilmeniz bekleniyordu. Yaşanan bu süreçle ilgili ne söylemek istersiniz?
Türkiye’de bir gazetecinin yargılanması ve suçlanmasının çok kolay olduğu bir sürece daha tanık olmaktayız. Yargılanan gazetecilerin dosya içeriklerine bakıldığında üretilen suçların benzer olduğu görülecektir. Sosyal medya paylaşımlarını “örgüt propagandası” buldukları itirafçıların hiçbir doğruluğu kanıtlanmayan beyanlarıyla “örgüt üyesi” yaptığın, haberlerle “halkı kin ve nefrete alenen tahrik” ya da en basiti “Cumhurbaşkanına hakaret” gerekçesiyle cezalandırılmamız olağan durum halinde.
‘Dosyam saçma iddialarla dolu’
Dosyam buna benzer o kadar saçma iddialarla dolu ki basın açıklamalarına katılmam suç sayılmış. Düşünebiliyor musunuz, bu ülkede gazetecinin basın açıklamasına gidip iki fotoğraf çekmesi suç sayılıyor. Bir de gizli tanık ve bir örgüt üyesi var. Biri sadece beni gördüğünü ve görüştüğünü söylüyor, diğerinin ise absürt iddiaları var. Elimdeki kameranın bile örgüte ait olduğunu söylüyor. Bizler 5N1K olmadan haber yazamıyoruz. Bu yargıçlar 7 yıl ceza veriyor. Avukatım AİHM için hazırlık yapıyor. Gazetecilik sadece dışarıda değil burada da baskı altında. Bulunduğum kurumla ilgili haberler çıktığı vakit gazeteleri vermiyorlar.
Cezaevinde kaldığınız süre boyunca neler yaptınız?
Kaldığımız odalar 6 metrekarelik beton kuyusu gibidir. Burada pek fazla etkinlik yapamazsın. Zaten yasal olan etkinlik haklarında idarenin keyfi tutumuyla sınırlı kalıyor. Örneğin kurs, sohbet ve benzeri birçok hakkımız tanınmıyor. Bu durumda hâliyle tek alternatifimiz yazmak. Ben de bu alanda yazarak zamanımı değerlendiriyorum. Dışarısı olduğu gibi burası için de “yazmanın yasak olduğu bir mekân” desem abartı olmaz. Burası bir tutsak evi lakin cezaevi yapmak için de büyük uğraş gösteriyorlar. Umutsuzluğu, karamsarlığı dayatıyorlar. Ne var ki ikisinin de kalıcı olmadığını bilmiyorlar.
‘Hayat umutsuzluktan umut yaratmaktır’
Bildiğimiz bir şeye son veremeyiz. Bildiğimiz şey umuttur. Yaşar Kemal “Hayat umutsuzluktan umut yaratmaktır” der. Hepimizin iki defa okuması gereken bir söz. Koşullar kötü de olsa umut hep koştuğumuz mahzendir. Yolumuz da hep badireliydi. Yani koşullar çok zordu. Badirelerin hep kötü yanı olmadı. Şiirlerime tanım ve anlam da kazandırdı. Her zorluk ile karşılaştığımda şu haşiyeyi düştüm önüme: Şiir sevgidir. Öğrenilmesi gereken şiir değil sevgidir. Girdabı olmayan sevgi, sadece yalazlanmış bir düştür. Dışı parlak, içi karanlıktır.
Yazılarınız nedeniyle cezaevi savcılığı tarafından birçok soruşturmaya maruz kaldığınızı basından takip etmiştim. Tam olarak neyle suçlandınız, soruşturmaya konu olan yazının içeriği neydi?
Bugün yüzlerce gazeteci ve aydın fikirlerinden dolayı neden yargılanıyorsa ve ben neden tutukluysam, cezaevi idaresinin gerekçesi de budur. Karanlığı aydınlatan fikirler hep ürkütmüştür karanlık odakları. Belli ki benim şiirlerimin ve öykülerimin yasaklanma gerekçesi de buydu. İlk şiir serüvenine ilhamlarımın beni zorlamasıyla başladım. Tek başıma bir odadaydım. “Yazmak gerekiyor” dedim ve yazdım. Yanına öykü de eklemiştim. Redaksiyona hazırlarken, kurum tarafından el konuldu.
Demirci Kawa’yı, kelebekleri (Mirabel Kardeşler), Rosa Lüksemburg’u yazmıştım. Tabii ki şiirlerimde Trujillo, Hitler gibi tiranlara da iki kelâm etmiştim. TSK’yı küçük düşürdüğüm gerekçesiyle el konuldu. Bir parçamı yitirmiş gibi oldum. Sonra “Güçsüzlük köleliktir” diyip tekrar kolları sıvazladım. Her ne kadar hücre cezası alsam da (11 gün) yine de güçsüz düşmedim. Yazmaya devam ettim. Aşk anlayışımı, sevgi sanatımı yazdım. “Herkes sevgi yumağı, herkes birilerini seviyor, kimse istemiyor sevgiyi, sevmeyi öğrenmeyi.” Ben özetle zor koşullarda emeksiz zenginliği – vicdansız hazzı – kişiliksiz bilgiyi – ahlâksız ticareti – yalancı tanrıyı – evsiz rabbimi – insanlığa uzak bilimi- ilkesiz siyaseti, isyan ettiğim her olayı şiire döktüm. Değişmeler ve tarih sancılı oluyor. İşte bu sancıyı “Gitmek Gerekiyor” adlı kitapta yazdım.
Şiirleriniz ilham kaynağı nelerdir?
Bu soru çok hoşuma gitti. Birden tekli odadaki anılarım gözlerime düştü. Katre katre Henri Charriere’nın bir yapıtı olan “Kelebek” adlı kitap, bir tutsağın emsali olmayan zulmünü ve yaşadığı serüvenleri anlatıyor. Bu kitap başlı başına bir ilham kaynağıydı. Tabii ki sadece bu değil. Örneğin; Edip Yalçınkaya adlı 28 yıllık tutsak ilham kaynağıyken, yazdığı “Kardaki Kan” hakikat ilhamıydı. Bana kim olduğumu anlatıyor bu kitap ve bana beni yazdırdı. Bir Kürt olarak 5 bin yıldır Mezopotamya’ da etnisitemi sürdürüyorum. Kendi topraklarımızda öteki olduk. Marlo Morgu’nun “Bir Çift Yürek” adlı eserindeki Aborijinler Kürtlerle aynı kaderi paylaşıyorlar. Bunları okumak, düşünmek birer şiir kaynağı. Tabii ki sadece kitaplar değil, kısa filmlere konu olacak yaşantılarımız da ilham oluyor. Zaten yaşamın kendisine iyi bir okur için bir rubai değil mi?
‘Saksıdaki bitkiye seyre durdum’
Geçtiğimiz yıl farklı bir odadaydım. Telefona çıktığımız her hafta beklediğimiz koridorun karşısında tutsaklar saksının içine bitki ekmiştiler. Biz de hep uzun uzun seyre dururduk. Yanımdaki Ahmet Tekin adlı arkadaş hayretle, “Ne güzel bir bitki. Yıllar oldu görmeyeli. Keşke kokusunu da duyabilsek” dedi. Ahmet’in bitkiye özlemi benim için emsali olmayan bir ilhamdı. Şairler ağız birliği yapmışçasına martıların ilhamından bahsederler. Tutsaklar ise nesli tükenmekte olan turaç kuşlarından ilham alırlar…
Kısaca cezaevi yaşantınızdan söz eder misiniz?
Durmadan yazıyor ve okuyorum. Duvarları görme vaktimiz yok. Sosyalist ütopyalarımın verdiği azim ile bir roman yazıyorum. Ezen ile ezilen proletarya sana bir name yazarken “Apé Musa’nın kalemini tutmak toprağa kefensiz ve sevgiyle sarılmak demektir” demiştim, lakin vazgeçilmez, bırakılması mümkün olmayan bir kalemdir. İşte buna vâkıf olarak yazıyorum. Her yanımız pranga olsa da sevgi doluyuz. Moralimiz “közde pişen kaçak çay tadındadır.” Eşsiz bir sosyal ağımız var. Haftalık 8 saatlik etkinliğimiz gasp edilse de öcünü sosyal ağdan alıyoruz. Bazen kokuyor biraz, onu da öpüp başımıza koyuyoruz.
Zamanınız nasıl geçiyor?
Özgür olduğumu düşündükçe zaman daha hızlı geçiyor, her bitiş yeni bir pencere açıyor. Şair Attila İlhan “Biz aksiyonu olmayan teorilerin girdabında boğulmuşuzdur” der. Ben de aksiyon dolu teorilerin girdaplarında yüzmeyi öğrendiğimizi söylerim. Özgürlüğe yürüdüğümüz bu günlerde takvim yapraklarını yırtacak vaktimiz bile yok. Bu nedenle dolu dolu yaşadığımızı belirtiyorum. Zaman bir kavgadır. Kazanırsan içinde yaşayabileceğin bir dünyayı yaratabilirsin. 28 yaşındayım, kavga etmeyi yeni öğrendim. Ali Şeriati bilinçsiz ibadeti değersiz görür. Ben bu görüşü üzerime alıyorum. Konumumla özdeşleştiriyorum.
Burada hiçbir ânı boş geçirmeye hakkımız yok. Çünkü ışığımızı bekleyenleri biliyorum. Her ânımız tanım kazanmış anlamlarla doludur. Kurşun ata ata bitiyor, lakin zindan yata yata bitmez. Ömürden çok cezalar var. Dışarıya önerim odur ki mekânsız tutsaklığınızdan kendinizi kurtarın. Biz zaten hep özgürüz. Görmek istediğimiz her şeyi görüyor, duymak istediklerimizi duyuyoruz ve yazıyoruz.
Şiir yazdığınız için hücre cezası aldınız, bunu anlatan şiiriniz var mı?
Elbette var. Yaşamımın her zorluğunda bir anlam zuhur ederdi. Bu yüzden günlük tutar gibi şiir yazdım. Hücrede saptadığım köle duygularımı azad edip daha da özgürleştim. Hücre, felsefi bir akademi. Mutlaka bir şeyler koparmalıydım. Düşünme sanatını kopardım:
Askeri bir ortamda kumandan, ‘Düşünme savaş’ der.
Maliyeci, ‘Düşünme, vergini öde’ der.
Din adamı, ‘Düşünme, inan’ der.
Hücre ise “Durma düşün, durma sorgula ve durma yaz” der.
Ben de yazdım.