İzlenim

Adalet yürüyüşü: Gökkuşağı kadar renkli su kadar berrak

Adalet yürüyüşünün 23. gününde İstanbul/Tuzla. (Fotoğraf: REUTERS/Osman Örsal)
Mahkeme salonları gazetecilerle dolup taşıyor. Bir ifadeden ötekine koşturup duruyorlar. 170'e yakını 'koşturamıyor' bile; tutuklu. Hemen her yargılamadan hapis cezası çıkıyor. Gerçeğe ve habere erişimin bedeli bu kadar ağır olup ödetme yeri de mahkemeler olunca geriye tek bir seçenek kalıyor: Adaleti sokaklarda aramak.

Tam 24 gündür yolları arşınlıyorlar. CHP milletvekili olmasının dışında aslında gazeteci olan Enis Berberoğlu 14 Haziran’da tutuklandığında, Parti yönetimi mahkeme salonlarında adalet beklemenin nafile olduğuna ikna oldu. O güne kadar hemen her hukuksuzluğu sineye çekmekle karışık cılız tepkiler veren ana muhalefet partisi, ‘yollar yürümekle aşınmaz’ sözüne inat yola döküldü. Adalet yürüyüşü böyle doğdu.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, hukuksuzluğun ezip geçtiği gündemde bu ‘tiz’ sese cevap veren ilk kafile ile yola koyuldu. Kararlıydı. Yürüyecekti. Ayağı da patlasa, tırnağı da kırılsa o yol yürünecekti.

Türkiye’den bahsedilirken ‘Korku imparatorluğu’ sözünün kullanıldığı günlerde, ürkek adımlar eşliğinde yola döküldü küçük bir grup. Günler geçtikçe, cılız adımlar gürleşti. Hemen her gün 20 km arşınlamaya başladılar. Birleri bin oldu.

Gökkuşağı kadar renkli

Yol zorlu, yük ağır. Kişisel olarak hukuksuzluklardan payına düşen yükü sırtına vurup yola düşen de var; çocuğu, torunu için insana yakışır bir Türkiye bırakıp bu dünyadan göçüp gitmek isteyen de. Hepsi adalet şemsiyesi altına sığınmış.

O şemsiye yürüyenlerin nazarında delik deşik. El ele verip onarmanın derdindeler. Bunu yaparken gösterdikleri özen kaydadeğer. Kimi zaman onbinleri aşan sayıya rağmen ne bir taşkınlık, ne bir huzursuzluk.

Hakkâri’den gelen de var Çanakkale’den gelen de. Ömrünü kamplarda geçirmiş gibi hazırlıklı olanlar bir yanda; entarisi, iskarpini ve yemenisi ile tempo tutturmaya çalışan kadınlar öte yanda.

Onlardan biri, 70’li yaşlarında bir çift. Erkek olan askeriyeden emekli bir astsubay. Ergenekon’un, Balyoz’un neden olduğu hukuksuzlukları unutamadığı için yürüyüşte yerini alanlardan.

“Nasıl unuturum arkadaşlarımın ömürlerinin 5 yılının cezaevinde yitip gittiğini? O gün de aynı iktidar vardı bugün de. Adalet yerini bulmadı” dilindeki sitem.

Harbiye’den cezaevine

İki genç kız. Kocaman bir pankartla mola yerinde dolaşıyor. Telaşlılar. Bir şey kaybetmiş gibiler. Birinin ikizi, diğerinin abisi adalet arayan kalabalıklar arasında yok. Çünkü cezaevindeler.

15 Temmuz darbe gecesi onların hayatını da karartmış. Uykudan uyandırılıp otobüslerle İstanbul’un dört bir yanına dağıtılmışlar. 20’li yaşların henüz başında Harbiyeli gençler onlar. Komutanlarının binbir yalanı eşliğinde o karanlık gecenin içine çekilmişler. Bir yıla yakındır da cezaevindeler. İddianamelerinin eli kulağında. 850 sayfadan bahsediyormuş avukatlar.

Kız kardeşlerin adaletten beklentisi bir an önce kardeşlerine kavuşmak.

Adalet yürüyüşü ve işsiz gazeteciler

Gazetecilik için de zor zamanlar. Hapiste olanların tahliyesini düşük bir ihtimal olarak gören çok. Kesif bir umutsuzlukla başa çıkmaya çalıştıkları günlere uyanmaktan hem kendileri hem aileleri yorgun.

Bu yürüyüş onlar için de ses veriyor. Hem gazetecilerin birey olarak haklarına hem de halkın haber alma hakkına saygı çağrısı içeriyor. Katmanlı bir mesele bu. İçeride kalemleri buruk meslektaşları kadar olmasa da dışarıdaki gazeteciler de adaletsizliği iliklerine kadar hissediyor.

Gazeteci Şükrü Küçükşahin.

Onlardan biri de, kendi deyimiyle ‘one man TV’ hizmeti veren, Hürriyet’te köşe yazarıyken bir anda kendini işsiz bulan bir gazeteci. Gözler boynundaki basın kartına takılıyor, “Ha o mu? Ömür boyu kartım var. Yoksa onu da alırlardı, biliyorum” sözleriyle zihinden geçen soruyu yanıtlıyor.

Periscope’ta kimi zaman beş bin kimi zaman 35 bin kişi Adalet Yürüyüşü yayınlarını onun sunduğu perspektiften izlerken, “Malûm, iktidar medyası gerçeği perdeliyor” diyerek, okuyucusuna/izleyicisine ulaşabileceği mecra yaratma çabasının altını çiziyor.

Kanal D’nin görevine son verdiği bir başka gazeteci de alanda. O da telefonunu canlı yayın aracına dönüştürenlerden. Güneş altında kilometrelerce yol tepmelerine rağmen, ayaklarındaki güce halayla güç katanlara çeviriyor ekranını. Bir yanda marşlar çalınıyor. Öte yanda, “Hak, hukuk, adalet” sloganı atan gençlerin enerjisi dalga dalga yayılıyor.

Adalet için yola düşen kadınlar.

“Kadına adalet” diyerek yola düşen “Mor fularlı” kadınları es geçmek olmaz. Özellikle Kürt kadınlar. Hızlı ve telaşlıca anlattı biri: “Türkiye’de kadını hor gören sistem yetti artık canımıza!” Özetle, “Öldürme, yaşat” demek için oradalar.

Hayır videosu nedeniyle tutuklanan Ali Gül.

9. Koğuş’un en genci

22’sine yeni basmış Ali Gül. Pırıl pırıl bir hukukçu. “Hayır” videosu çektikten bir hafta sonra kendini cezaevinde buldu. Silivri Cezaevi’nin meşhur 9 No’lusunun en genç tutuklusuydu. “Hakaret”ten mahkumiyet bile aldı. Başka davaları da var süren. O da adalet talebiyle yolları arşınlayanlardan.

Çakmak çakmak yeşil gözleri, kareli kasketi ile hem çok olgun hem çok genç. Tıpkı Harbiyeli öğrenciler gibi o da çok genç yaşta “Adaletsizlik ören örümcek” ile tanıştı. Yine de kararlı. Yürüyecek. Adalet ona gelmiyorsa, o adalete gidecek.

Adalet tecelli edecekse küfür de neymiş!

Yol boyunca kimi tatsızlıklar da yaşanmıyor değil. Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle, “Ankara-İstanbul arası iktidarın en güçlü olduğu yerler.” Tam da bu nedenden ötürü olumsuz tepkilerden nasibini alıyor yürüyenler. Yine de çok metanetli ve sabırlılar. Küfürlere, saldırgan jest ve mimiklere aldırmıyorlar. Zaten meşguller. Zihinlerinde adaletin tecellisine dair delişmen sorular var. Ayaklarının altında ise sıcağın etkisiyle yakıp kavuran bir asfalt.

Destek de var elbet. Üç çocuk, “Hak, hukuk, adalet” diye, tüm sevimlilikleriyle bağırıyordu mesela. Başörtülü teyzelerden, şortlu kadınlara kadar geniş bir yelpaze…

Kadınlar çok daha aktif hak-adalet taleplerinde. Öncüler. Erkeklerin bu duruma saygısı sonsuz. Zaten yürüyüşte tüm cinsiyetler, kimlikler sıfırlanıyor. Fiziki olarak; yürüyüş, ter, yorgunluk ve halayda; psikolojik olarak da özgür bırakılmış bir adalet tasavvurundaydılar. Su kadar berrak bir hedef. O suda tam 24 gündür on binlerce ayak yıkandı, yıkanmaya devam ediyor ve o ayaklar çamura hiç ama hiç değmiyor.

Gülten Sarı

Gazeteci. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu. Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünü, "Avrupa'daki ABD Üsleri ve Üslerin ABD Hegemonyasına Katkısı: Soğuk Savaştan 2008'e" başlıklı teziyle tamamladı. Yakın zamana kadar ulusal gazete ve dergilerde çalışıyordu. Halihazırda Internet haberciliği alanında çeşitli çalışmalarıyla mesleğini sürdürmekte.

Journo E-Bülten