OdaTV, Ergenekon, Balyoz, KCK basın, Cumhuriyet, Nazlı Ilıcak-Altan kardeşler ve daha nice dava… Ülkenin durumu hakkında bilgi sahibi olmak isteyen birisini Çağlayan Adliye’sine götürmeniz yeterli. Orada geçirilen birkaç saatte kim ya da kimler neyle yargılanıyor, hukuk nasıl işliyor, adalet nasıl dağıtılıyor, hangi davalar ne şekilde cezasızlıkla sonuçlandırılıyor gibi sorulara yanıt bulunarak memleketi tanıtmak mümkün. Hâl böyle olunca adliye muhabirleri, duruşmada zikredilenleri can kulağıyla dinlemek zorunda. Dinlemek zorunda çünkü; çoğu davada anaakım medyadan kimseler bulunmuyor. Geri kalan muhabirler ise hepi topu birkaç kişiler.
Adliye muhabirlerinin haber yazma dışında ayrı bir mesaisi olduğunu da bilhassa belirtelim. Nedir o? Binlerce sayfa yazılmış iddianameleri okumak gerek. Sonrasında yine bu sayfalardan ustalıkla özetin özeti şeklinde haber çıkartmak gerek. “Hukuk metinleri” olarak nitelenen bitmek bilmeyen cümleler var bir de. O uzun cümleler içersinden isnat edilen suçu da bulmak gerek. Ve tabiiki hukuk terminolojisiyle haşır neşir olmaları sebebiyle adliye muhabirliği uzmanlık gerektiren bir alan.
Peki adliye muhabirleri gün içersinde neler yaşıyorlar? Kendilerine ya da meslektaşlarına açılan davalardan ne kadar etkileniyorlar? Haberlerinde istemsizce otosansür uyguladıkları oluyor mu? Adliye giriş–çıkışlarında ne tip zorluklar yaşıyorlar? Cumhuriyet’ten Canan Coşkun, Sözcü’den Fatma Vurgun, Mezopotomya Ajansı’ndan Yasin Kobulan, JinNews’ten Evrim Kepenek ve Gazeteciler Sendikası’ndan Gökhan Durmuş’la konuştuk.
‘Duruşmaya itiş-kakış giriyoruz’
Cumhuriyet Gazetesi muhabiri Canan Coşkun’a süren kaç davası olduğunu soruyorum. Biraz düşünüyor. Hâkim karşısına Ocak ayında çıkacağı Cumhurbaşkanlığı’na hakaret davası aklına geliyor. Toplamda kendisine açılmış kaç dava var saymamış ama ‘herhâlde 5-6 tane var’ diyor. Bunların hepsi yaptığı haberlerden dolayı açılmış.
Coşkun, yaşadıkları sıkıntıların başında yeterli bilgi ve belgeye ulaşamamanın geldiğini söylüyor. Coşkun’un sarı basın kartı var. Üç yıl önce adliyenin ulusal basın odasında yerleşik vaziyette çalıştığı için savcılığın basın mensuplarına verdiği tanıtım kartına da sahip. Adliye giriş– çıkışlarında bu anlamda bir sorun yaşamıyor.
Fakat her iki karta sahip olsa da içerde güvenlik bariyeri sıkıntısı yaşadığını anlatıyor Coşkun: “Kamuoyunun takip ettiği büyük dosyaların görüleceği duruşmalarda güya ‘salondaki huzuru tesis etmek için’ kısıtlı sayıda izleyici alınmak isteniyor. Yine bu tip davalarda ‘basın en son alınacak’ ya da ‘yer kalınırsa alınacak‘ denilince tartışmalar yaşanıyor. Öyle ki bazı davalarda bu tartışmaların fizikî müdahaleye vardığı bile oluyor. Güvenlik terörü sebebiyle, içeri girsek bile duruşmaları takip edemiyoruz.”
Güvenlik görevlilerinin tavrını sorduğumuzda, Coşkun yaşadığı bir olayı anlatıyor: “Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşlerin ilk duruşmasına girecektik. Adliyenin en büyük salonlarından birinde duruşma yapılacaktı. Güvenlik görevlileri ‘eğer yer kalırsa en son basın alınacak’ dedi. İzlenecek dava bir gazetecilik davası olduğun için tepki gösterdik. Turnikeden geçerken omzumdan itildim. Duruşma salonuna girerken de itme kakma durumu oldu.”
‘Enteresan’ yargı kararları karşısında haber yazarken zorlandıkları oluyor mu peki? Hukukî metinlerin bir metin niteliği taşımadığını söylüyor Coşkun. Savcıların bir A4 sayfasını dolduracak kadar uzun cümleleri olduğunu söylüyor. “O cümlenin nasıl başladığı neye evrildiği belli değil. Bizim hukuk terminolojisine elbette hâkim olmamız gerekli ama savcıların, hâkimlerin de Türkçe öğrenmesi gerekli” diyor.
Süren davalarını hatırlatarak Coşkun’a otokontrol uygulayıp uygulamadığını soruyorum. Cevabı net: “Otokontrol uygularsam işimi yapamam. Bu işin sanki doğasına aykırı. Mesleğe ihanet etmek gibi olur.”
‘Giriş-çıkışlarda problem yaşamıyoruz’
Sözcü Gazetesi’nde çalışan Fatma Vurgun, 7-8 aydır adliye muhabirliği yapıyor. ‘FETÖ’ davaları dışındaki hemen tüm davaları takip ediyor. Vurgun, diğer adliye muhabirlerinin aksine, giriş-çıkışlarda bir problem yaşamadığını söylüyor. Sarı basın kartı var. “Genel olarak adliye muhabirleri için sorun olmuyor. Güvenlik görevlileri artık bizi tanıyorlar. Genellikle basın kartını göstermeye gerek kalmadan girebiliyoruz” diyor. Basın odasından faydalanabiliyor hatta gün boyu orada çalıştıklarını ifade ediyor. Yayın politikalarından kaynaklı haber yazarken otokontrol uygulamadığını vurguluyor.
İçerisi çok kalabalık olduğu takdirde basının en son alınıp alınmadığını soruyoruz. Şöyle diyor Vurgun: “Basının takip ettiği bir duruşmaysa genelde bizi önceden alırlar. Kalan yerlere seyirciler alınır ama gecikmişsek ve mahkeme başkanının izni varsa sıkışarak da olsa içeri girebiliyoruz.”
‘16.00’dan sonra adliyeden çıkamıyoruz’
Mezopotomya Ajansı’ndan Yasin Kobulan, beş yıldır adliye muhabirliği yapıyor. Günün büyük bir bölümünü adliyede geçiriyor. Öyle ki adliyede sabahlandığı da oluyor. Sarı basın kartı olmadığı için adliyedeki basın girişini kullanamıyor. Bunun dışında Kobulan, kamuoyunun ilgisinin yoğun olduğu duruşmalarda sarı basın kartının özellikle istenildiğini belirtiyor. Bu yüzden adliye muhabiri olmayan ama sarı basın kartı olan gazeteciler bu duruşmalara girebilirken kendilerinin dışarıda kaldığını anlatıyor. Bunun sonucunda ise ancak duruşma salonunda yer kalırsa ya da süren tartışmalar sonucunda duruşmalara girebildiklerini anlatıyor.
Kobulan, Silivri’de görülen davalara ayrı bir parantez açıyor. Orada yaşanan sıkıntılar daha belirgin. Sarı basın kartı olmayan gazeteciler, duruşmalara izleyici olarak katılabiliyor. Bu ne demek? Basın odasından faydalanamıyorlar ve izleyiciler arasında uzaktan bir yerden duruşmayı takip etmeye çalışıyorlar. Hâliyle bilgisayarlarını kullanamıyorlar. Bu yüzden notlar içerde tutuluyor ve haberi yazmak için tekrar dışarı çıkılıyor.
Çağlayan Adliyesi’nde ise sarı basın kartı olmayanlar saat 16:00’dan önce adliyeye girmek zorunda. Bu saatten sonra dışarı çıktıkları takdirde ise tekrar içeri giremiyorlar. Acil bir durum da olsa bu değişmiyor. Bu durumda çeşitli ihtiyaçlar avukatlar ve sarı basın kartı olan meslektaşlar tarafından tedarik ediliyor. O saatlerde adliyede bir çok yer kapandığı için yiyecek- içecek de dâhil bu ihtiyaçlara.
Kobulan’a bir çok gazeteci davası varken istemsizce otokontrol yapıp yapmadığını soruyorum. Şöyle yanıtlıyor: “Önüme gelen bilgi haber niteliği taşıyorsa paylaşma gayreti içerisinde oluyorum. Şu ana kadar hiçbir habere başıma iş açar kaygısıyla yaklaşmadım. Zaten böyle olsaydı habercilik yapmazdım.”
‘Koskoca adalet sarayında en büyük salon 25 kişilik’
JinNews muhabiri Evrim Kepenek, daha çok kadın ve çocuğa yönelik şiddet, cinsel istismar davalarını takip ediyor. Mesaisi Çağlayan adliyesiyle sınırlı değil. Bakırköy ve Anadolu adliyelerine de gidiyor. “Her bir adliyeye haftada en az iki kez gidiyorum” diyor.
Kepenek, savcı onayıyla alınan adliye kartına sahip değil. Daha önce başvurmuş fakat alamamış. Muhalif medyada çalışanlara bu kartın verilmediğini söylüyor. Bunun dışında, bir KHK ile var olan sarı basın kartı da iptal edilmiş.
Daha adliyeye girerken sorunların başladığını söylüyor Kepenek. Girişte avukat ve gazeteci kabul edilenlerin kullandığı girişi kullanamıyor. Yurttaşların giriş yaptığı kapıyı kullanıyor. Bu niye sıkıntı? Şöyle anlatıyor Kepenek: “Orası da tahmin edersiniz ki yoğun oluyor. Bir dava 10.00’da başlıyorsa ve siz 09.00’da adliye kapısında olmalısınız. Girişte bilgisayar ve kameraya bakılıyor. ‘Ben basınım’ diyorsun. ‘O zaman kameranı basın odasına götür’ diyorlar. Sana güvenmedikleri için yanına birini veriyorlar. Bu da insanı çok yaralayan bir durum.”
Duruşmalara girerken aynı problemler devam ediyor. “Özel güvenliğin insafına kalmış” diyor Kepenek. Nasıl? “Özel güvenlik seni tanıyorsa, sana saygı duyuyorsa alıyor ya da diyor ki; ‘Bekle, başladığı zaman alacağım.’ Bazıları ise ‘Buranın patronu benim, sen kimsin!’ tavrında oluyor. ‘İster alırım, ister almam. Siz de basın mısınız!’ bu bizzat bana söylendi. Arkasından sarı basın kartı soruluyor. Bu kartın herkese verilmediğini anlatmaya çalışıyorsun. Tabii o kısımla ilgilenilmiyor.”
“Özel bir durum olmadığı sürece davalar kamuoyuna açık yapılır. Usulen de bu böyledir” diyor Kepenek ve devam ediyor: “Ama bize yapılan muamele sanki bütün davalar basına kapalıymış gibi.” Gazetecilere kimi kez “yer yok” deniliyormuş. “Bu sorun bizi ilgilendirmez” diyor Kepenek ve şöyle açıklıyor: “Koskoca adalet sarayı yapmışlar ama en büyük salon 25 kişilik. Aileler, avukatlar, çevik kuvvet geliyor. İki üç sıraya jandarmalar oturtuluyor. Hâliyle basına yer kalmıyor.”
Kepenek’in 2011 yılında başlayan ‘KCK basın’ yargılaması devam ediyor. Bu yüzden girdiği davalarda kendi haberini de yazdığı oluyor. Kepenek, “Hassas konulu davaları takip ediyorum. Duygu anında yazdığım bir kelime hem benim güvenliğimi hem de çalıştığım ajansın kapanmasına neden olabilir. Kadın ajansının olmaması demek kadın gözüyle yazılan haberlerin olmaması demek. Bu yüzden haber dilime dikkat ediyorum” diyor.
‘Gazeteciliğe yönelik itibarsızlaştırma kampanyası var’
Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Gökhan Durmuş’a sarı basın kartı dayatmasını soruyoruz. “Ben de bir çok gazeteci davasına gidiyorum. Bu problemi özellikle son 2-3 yıldır çok sık yaşamaya başladık. Gazeteciliğe yönelik itibarsızlaştırma kampanyasının bir kolu da bu. Geçmişte böyle problemler yaşanmıyordu çünkü adliyeden alınan kart her yerde geçerli oluyordu” diyor.
Durmuş, sarı basın kartı olsun olmasın bütün gazetecilere, her adliyede ayrı olmak üzere, adliye savcısının onayıyla verilen adliye muhabirliği kartını kastediyor. “Fakat” diyor ve ekliyor: “Normalde o kartın adliyenin bütün yerlerinde geçerli olması gerekir fakat bazı durumlarda sarı basın kartı dahi işe yaramıyor. Tamamen keyfi yürüyen bir işleyiş söz konusu”
Türkiye’de “sarı basın kartın var mı?” sorusu bir çok gazeteciyi çalışamaz hâle getirmişken son durumun ne olduğunu ve basın kartıyla ilgili uygulamaların dünyada nasıl olduğunu soruyoruz.
“Aslında sarı basın kartını devlet değil, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün çağrısıyla toplanan bir komisyon veriyordu. Burada 15 koltuk Sendika’nın ve Cemiyetlerin temsilcileri tarafından dolduruluyordu. 2015 yılında yönetmelikte bir değişilik yaptılar ve meslek örgütlerinin temsilci sayısını düşürdüler. Üstelik komisyon şimdi Cumhurbaşkanlığına bağlandı” diyor Durmuş.
Dünyada özellikle Avrupa’da basın kartını sendikalar veriyor. Her yıl o karta yeni bandroller takılarak, geçerlilik süresi belirleniyor. Doğru olan sistemin bu olduğunu belirten Durmuş Avrupa’da gazeteci olarak işe başladığınız an -sendikaya üye olmak kaydıyla- basın kartının hemen alınabildiğini söylüyor.