Aile içi taciz ve tecavüze maruz kalmış beş kişinin hikâyesini anlatan “Yuva” belgeselinin senaristi ve yönetmeni Ebubekir Çetinkaya, Journo’nun sorularını yanıtladı:
Neden aile için taciz ve tecavüzü anlatmak istediniz?
Bir haberde ülkemizde yaşanan cinsel istismar gerçeğine dair bir rakamla karşılaşmış ve etkilenmiştim. Birkaç kişiyle konuşurken “Aslında benim de tanıdığım bir kişi bunu yaşadı” cümlelerini sıklıkla duymaya başladım. Zaten bunu dile getirince paylaşanların sayısı da artıyor ve sayısı hiç de az değil. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun (TKDF) yüzde 40 olarak açıkladığı rakama hiç şaşırmadım, araştırma dışında gözlem, deneyim ve paylaşımlarının da bu rakama inanmamda referans olduğunu söyleyebilirim. Görünür kılınmasının ve dillendirilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple belgesel fikri oluştu.
Belgeselinizi Hollanda Başkonsolosluğu desteklemiş. 2014’te yayımlanan “Türkiye Ensest Atlası” Projesi ise Finlandiya Büyükelçiliği tarafından sağlanan fon ile TKDF tarafından hazırlanmış. Konuyla ilgili Türkiye’den destek bulamadınız mı?
Yerel sivil ve resmi kurumlardan yardım talebim olumsuz sonuçlandı. Gördüğümüz üzere bugün bu sorun zaten ‘milli gurur’ olarak görülüp yok sayılıyor. Desteği Hollanda Kraliyeti Ankara Başkonsolosluğu İnsan Hakları Fonu karşıladı.
Belgesel öncesi araştırma sürecinden bahseder misiniz? Araştırmalarınız ne kadar sürdü? Mağdurlara ulaşmak anlamında bir sıkıntı yaşadınız mı?
Araştırma süreci benim için hem masa başında, kütüphanede hem de tanışarak, dinleyerek, izleyerek geçen bir süreçti ve kısa sürmedi. Uzun bir süre herkes istismara maruz kalmış birilerini tanıdığını söylüyordu ama filme dahil edilmesi aşamasında bu çok mümkün olmuyordu. Zamanla kadın kuruluşlarının desteği, tesadüflerle ve kişilerin birbirlerine söylemesiyle kişilere ulaşabildim. Bu konuda çalışan psikiyatr, hemşire, öğretmen ve kadın kuruluşları var. Aile içi istismara uğrayanların destek almak için gittikleri kişiler bunlar. Onların paylaşımları oldu. Bazıları şans eseri karşıma çıktı. Ama bu süreç oldukça uzun sürdü.
‘Konuşmak için bir yıl bekledim’
Belgeselinizde deneyimini anlatan beş kişi var. Hazırlık sürecinizde daha fazla kişiyle görüştünüz mü?
Birçok kişiyle görüştüm. Aslında çoğu anlatımlar benzerdi. Önemsediğim bazı noktalar vardı görüştüğüm kişilerin bize anlatırken bu anlatımdan kendilerinin ne kadar etkilenebileceğiydi. Bunun zor bir süreç olduğunu tahmin edebiliyordum. Mesela bir karakterimizle konuşmak için 1 yıl bekledim. Destek aldığı danışmanı bir yıl sonra beni aradı. Yani bu kişinin bir şey yapma isteği bile süreç gerektiriyordu ve ben bunu bekledim. Görüştüğüm herkes çok güçlüydü. Ben biraz içsel bir seçim yaptım. Durumu bana en iyi aktarabilen dilin izleyiciye de geçebileceğini düşünerek bu dili kullanana yer verdim. Bu bir seçimden ziyade zorunluluktu; çünkü filmin bir süresi, izleyicinin de bir sabır sınırı var.
İşlenmesi zor bir konuyu ele almışsınız. Film devam ederken sizin ya da anlatıcıların cesaretinin kırıldığı zamanlar oldu mu?
Karakterlerim çok güçlüydü ve filmin finale ulaşmasında ekibim üzerinde etkileri enerjileri olduğuna inanıyorum. Bu soru yapım aşamasında sorulsa farklı yanıtlayabilirdim ama finale erip birçok kişi tarafından izlenmiş filmin geçmişine vefasızlık yapmak istemiyorum.
Aile içi taciz ve tecavüzün sosyoekonomik anlamda düşük seviyede olan çevrelerde yaşanıldığı düşünülür. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?
Aile içi cinsel istismarı tek bir bölgeye ve sınıfa indirgemek hem tespit hem de çözümü açısından büyük bir hata olur. Araştırma aşamamda faydalandığım tarafsız akademik araştırmalar da aile içi cinsel istismarın her sınıfta yaşanabildiğini belirtiyordu. Ancak üst sınıf dediğimiz ailelerde genellikle bu mevzunun üstü çok daha sıkı örtülüyor. Bu sebeple resmi rakamlar daha çok sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerde yaşandığı algısı yaratıyor. Tabii bunda önyargıların ve hor görmenin etkisi de var! “Aa, onlar aynı evde 10 kişi yaşıyor. Ensest yaşanmaması mümkün mü” diye kurulan cümleleri de duymadım değil.
‘Şikâyetçi olursan ailen dağılır’
Tacize uğrayan çocuğun ailesi de olay yargıya taşındığında yaşadıkları güçlüklerden söz ediyorlar çalışmanızda. Bunu biraz açabilir misiniz?
Filmde bir çocuk karakterimiz var. Babası tarafından yıllarca cinsel istismara uğramış anne, dede ve anneannenin anlattıkları yer alıyor filmde. “Artık biz ne yapalım, nereye gidelim? Kendimizi mi yakalım olanlara inandırmak için” diyerek tükenmiş haldeler. Düşünebiliyor musunuz inandırabilmek ne güç! Yaşadığınız şey zaten çok ağır, bir de inanmak istemeyenlere anlatmak… Çok üzücü bir durum, biz çocukla hiç temasa geçmedik. Anne kendi ailesinin yanında ve kızını sürekli babası bulmasın diye şehir değiştiriyor. Polisten ve resmi kurumlardan duyabildiği tek şey: “Şikâyetçi olursan ailen dağılır”. Korkunç olan taraf, babanın hâlâ çocuğu görme izni var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitme hazırlığındaydılar.
Mağdurlar ailelerine ya da taciz failine konuyu açtıklarında bilmezlikten gelindiğini anlatıyorlar. Belgeseliniz beklediğiniz seyirci kitlesine ulaştı mı? Yoksa seyirciler de görmezden gelmeyi mi tercih ediyorlar?
İzleme konusunda zorlanacağını düşünüp izleyemeyen çok kişi olduğunu biliyorum ancak yüzleşmek istemediklerinden izlemediklerini söylersem haksızlık olur. Çoğu duyarlı ve de hassas kişiler, ertelediler izlemek için. İzleyenlerin empati gücünün çok yüksek olduğunu film sonrası söyleşilerde fark ettim, filmi sahiplenen sayısız üniversite öğrencisi oldu ve bu çok ümit verici. Birçok yerde özel gösterimler düzenlenebildi. Üzerine kafa yoran ne yapabiliriz diye soran kişiler de az değil.