Kent Yorum

Alaçatı: Kültürünüzde yaşatmak yok mu?

Alaçatı’da neler oluyor?

İyi şeyler olmuyor.

İşin doğrusu, tüm Türkiye’de olan Alaçatı’da da gerçekleşiyor.

Yani her türlü güzellik ve emek, paraya ve ranta kurban ediliyor.
Alaçatı’yı ilk parladığı yıllarda (2000’lerin başında) hepimiz sevdik. Şahane taş evleriyle, tarih kokan çiçekli sokaklarıyla, bozulmamış dokusuyla, kaliteli mekanlarıyla insanın kalbini ısıtan bir yerdi.

Alaçatı’nın antik çağdaki adı, Agrilia.

Mübadeleden önce burada yaşayan Rumların verdiği ad ise, Alasata.

Alaçatı’nın tarihini merak edenler için şahane bir kitap var. Nedim Atilla ve Nezih Öztüre’nin yazdığı Alaçatı / Agrilia’dan Günümüze Bir Mübadele Kasabası. Bulursanız mutlaka okuyun.
Eski Alaçatı’nın değişimi 2001 yılında bir restoran, bir otelle, bir avuç Alaçatı sevdalısı ile başladı. Alaçatı çok kısa bir sürede turizmin gözbebeği oldu. Ama bu turizm hareketi, maalesef iyi bir rotada yol almadı. Nerede bir güzellik varsa, nerede insanlar bir şeylerden keyif alıyorlarsa, çekirge sürüsü gibi hareket eden rantçı / mafyöz kitle Alaçatı’yı da ele geçirdi ve işte bugünlere geldik. Toplam 16 senede Alaçatı adeta hurdaya çıkmak üzere.

Peki ama neden?
Daha detaylı açıklayalım: Hayatta her şey para değildir. Yaşam kalitesi, zevki, ruhu her şeyden daha önemlidir.

Ama bizim ülkede her şey tüketmek üzerine kurulu (maalesef).

Verimli bir yer görüldüğünde, ruhunu teslim edene kadar sömürülür.

“Yaşatmak / geliştirmek” bu ülkenin kültüründe yoktur.

Bu ülkenin kültüründe sonuna dek sömürmek, kurutmak, sonra da çekirge sürüleri gibi başka bir yere göç edip orayı da kurutmak, sonra başka bir yere göç etmek, orayı da kurutmak (böyle sürer gider) vardır.

Bodrum (o güzelim mavi kasaba), Marmaris, Kuşadası, Çeşme… Her kasaba ranta ve kargaşaya kurban edilmiştir.
Alaçatı da bu kaderi paylaştı. Son yıllarda gürültüye ve kalitesizliğe (adeta) müebbet mahkum edilmiş durumda.

Alaçatı bir dekor değildi. Orada insanlar yaşıyordu. Ama rant denilen canavar, insan falan dinlemiyor.

İpini kopartan bar açtı, disko açtı, uyduruk yemeklerin servis edildiği fahiş fiyatlı lokanta açtı Alaçatı’da.

Yani, cebinde parası olan ve daha da fazlasını (çok daha fazlasını!) kazanmak isteyen ruhsuz bir kitle Alaçatı’yı işgal etmiş durumda.

O şirin sokaklar artık para tuzağı, gürültülü patırtılı yerler.

Alaçatı’yı Alaçatı yapan esas kitle, Alaçatı’dan kaçıyor (ya da kaçmayı planlıyor). Yani meydan tamamen bu ruhsuzlara kalacak.

Sonra da Alaçatı mevta olacak.
Ana sorun, paradan başka hiçbir şey düşünmeyen mekanların (bar, disko) yarattığı gürültü.

Gürültü ile başa çıkılamıyor Alaçatı’da.

Neden, biliyor musunuz?

Çünkü Alaçatı’nın bağlı olduğu Çeşme Belediyesinin “gürültü ile mücadele etme yetkisi” yok.

Evet, yok!

Bir başvuru ile kolayca alabileceği bu yetkiyi, Çeşme Belediyesi bir türlü almıyor.

Acaba neden?

Bir düşünün… Alaçatı sakinisiniz. Evinizin dibinde tüm gece süren bir gürültü patırtı var ve siz buna katlanmak zorundasınız. Ya da Alaçatı’ya bir parça huzur, güzellik, tarih için gelmiş bir turistsiniz ama gece boyunca gürültü patırtıdan kafanız şişiyor. Neden? Çünkü gürültü önlenemiyor. Çünkü bir otel sahibi ya da ev sahibi olarak gürültüyü şikayet ettiğinizde, taa İzmir’den ilgili birimlerin gelmesini bekliyorsunuz. Çünkü Çeşme belediyesi “duymuyorum / görmüyorum / aldırmıyorum” şeklinde takılıyor. (Tekrar soruyorum: Acaba neden?)
Gerçekten çok yazık!

Aslında şaşıracak bir durum yok.

Tüm Türkiye’de ne oluyorsa, küçük ölçekte, Alaçatı’da da olan o!

Rantçılar vampirler gibi sömürüyor….

Yetkililer rantçılarla birlikte hareket ediyor….

İnsanlar çaresiz….

Bir şey yapabilecek gücü olanlar ise birleşemiyor, ortak bir hareket planı oluşturamıyor, ortak hareket edemiyor, çözüm geliştiremiyor.
Biliyorum, söylemek hiçbir işe yaramayacak ama yine de ranttan başka bir şey düşünmeyen mekanlara ve yetkililere sormak istiyorum:

Alaçatı tamamen bittiği zaman ne yapacaksınız?

Tüm Türkiye bittiği zaman ne yapacaksınız?

Gidip başka ülkelerde mi bu saçma sapan gürültülü, kalitesiz mekanlarınızı açacaksınız?

Hiç heveslenmeyin. Dünyanın başka hiçbir ülkesi bu kadar sahipsiz, bu kadar dingonun ahırı gibi değildir.
Neden sonuna dek sömürmek yerine, insan gibi yaşamaktan ve yaşatmaktan yana değilsiniz?

Denizlerimizi kurutan, bağlarımızı kurutan, en cennet yurt köşelerine taş ocakları açtırıp doğayı ziyan zebil eden, zeytinliklerimize göz koyan hep bu kafa.. Anlamıyor musunuz?

Sonunda çöl olmuş bir ülkede kalakalacağız.

O zaman ne yapacaksınız? Binaların, taş ocaklarının, asfaltların yenmediğini anladığınızda, o zaman ne yapacaksınız?

Birbirinizi mi yiyeceksiniz?
Bu soru tüm gözü dönmüş rantçılara, onlara göz yuman ilgililere ve olana bitene hiç aldırmayan tüketici halkımıza sorulmaktadır.

Alaçatı’dan başladık, Türkiye genelinden çıktık yine!

Ama maalesef durum bu!

Neslihan Acu

İstanbul'da doğdu, 1995'ten bu yana İzmir'de yaşıyor. Boğaziçi Üni. Mühendislik Fak. mezunu. Gazeteciliğe İzmir Life dergisinde röportajlar yaparak başladı. Medyatava'da üç yıl medya yazıları, Yeni Asır'da dört yıl köşe yazıları yazdı. Yayımlanmış yedi romanı var: Meltem K'yı Kim Öldürdü, Kadından Donkişot Olmaz, Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk, Kuzgunun Şarkısı, Artık Ayrılsak Diyorum, İyi Tanrının Çocukları, Z Yalnızlığı.

Journo E-Bülten