Röportaj

Ali Öcal: Basın kartını 39 yıl sonra aldı, bir günde kapı önüne kondu

Basın sektöründe çalışmaya matbaa işçiliğiyle başladı. Spora aşıktı. Gazeteci oldu. Spor yazmaktan zevk aldı ve heyecanını hep korudu. 1977 yılında girdiği meslekte sarı basın kartını, basın sigortası (212) yatırılmadığı için ancak 2016 yılında alabildi. Ankara 19 Mayıs Stadı’nda taraftarların “Ali Öcal geliyor, Ali Öcal yazıyor” diye tezahürat yaptığı gazeteci, 41 yıllık meslek yaşamında birçok önemli habere imza attı. En son Habertürk’te çalışan Öcal, 16 Mart’ta -kendisine haber bile verilmeden- işten atıldı.

Gazeteciliğe 1977 yılında başlayan Gazeteci-Yazar Ali Öcal 1958’de Çamlıdere’de doğdu. İlk ve ortaokulu burada bitirdi. Lise eğitimi için Kızılcahamam’a gitmişti. 1974 Dünya Kupası oynanırken henüz 16 yaşındaydı. Haziran ayı olduğu için Çamlıdere’ye geri dönmüştü, çam ağaçlarının üzerinde transistörlü radyosuyla Dünya Kupası maçlarını dinliyordu. İlçedekilere maçları anlatıyordu Ali Öcal, spikere kulak verip, “Burası Olimpiyat Stadı. Ben spikeriniz Ali Öcal. Hollanda- Batı Almanya milli takımları arasında oynanan Dünya Kupası final karşılaşmasını naklen yayınlıyoruz” diyordu. Daha o yıllardan spora ve gazeteciliğe hevesi vardı. Hele de futbol… Bir gün coğrafya dersinde kitaba Fenerbahçe ilk 11’ni yazdığı için hocası “Sen futboldan başka bir şey bilmez misin?” diye azarlamıştı. Futbola ilgisi sadece izlemekle sınırlı kalmıyordu. Öcal -dönemin tabiriyle- “iyi topçuydu”. Kızılcahamam Lisesi’nde kendisini göstermeye başlamıştı. Ankaragücü’nde antrenörlük yapan Mümtaz Sümer, Öcal’ı futbol oynarken gördü ve çok beğendi. Onu kahveye çağırdı. Öcal’a hayatının teklifi burada yapıldı: “Gel seni Ankara’ya götürelim. Ankaragücü’nde oyna.”

Matbaa işçiliğinden gazeteciliğe

1932 yılında yapılan Ankaragücü Stadı şehrin ilk stadıydı. Makine Kimya Endüstrisi (MKE) subay ve memurlarından 5 kuruş, işçilerinden 1’er kuruş kesilerek yapılmıştı. Öcal, bu statta ilk antrenmanına 10 Ağustos 1975 tarihinde çıktı. Stattın tarihçesini sonradan öğrenmişti ve tüyleri diken diken olmuştu. Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde okumaya başlamıştı ve bu lisede genellikle sporcular vardı. Futbolda başarılı olmadı Öcal ancak Ankara’da kalmaya kararlıydı. Ankara’nın meşhur rüzgârlı sokağının matbaalarında çalışmaya başladı. Matbaa işçisiydi. Spora olan ilgisi de bir yandan devam ediyordu. Rüzgârlının meşhur gazetelerine amatör spor haberleri yapıyordu. Öcal gazeteciliğe böyle başlamıştı.

39 yıl sonra gelen basın kartı

İlerleyen yıllarda Anayurt, Star, Sabah, Habertürk gibi birçok gazetede çalıştı, radyoculuk ve televizyonculuk yaptı, bir dönem kendi gazetesini bile çıkardı. Yılları geçti gazetecilikte Öcal’ın. Ancak sigortası hiçbir zaman 212 olarak anılan “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun” üzerinden yapılmamıştı. Haklarını alamadı, normal işçi sigortası üzerinden emekli oldu. Mesleğe 1977 yılında başlayan Öcal, çoğu gazetecinin hayali olan “sarı basın kartı”nı ancak 2016 yılında alabildi. Yani tam 39 yıl sonra…

‘Hiçbir dönemde bu kadar baskı olmadı’

Öcal, bu kadar yıl 212’siz çalışmasında kendisini de suçlu buluyor: “Yaptırmadık işte, bende de oldu kabahat” diyor ve ekliyor: “Ülkeye, spora aşkım var. Şimdi de genç gazetecilere aşkım var. Bak sizler pırıl pırıl insanlarsınız. Elinizden tutulmuyor. Şu an Türkiye’nin en büyük sorunu medyadır. Askeriye, yargı, eğitim sorunlarını konuşuyoruz ancak en büyük sorunumuz medya. Bu medyanın değişmesi lazım. Beğenmediğimiz, eleştirdiğimiz medya 20 yıl önce bundan daha demokratikti. Herkes basının önüne çıkardı. Şimdi bir tanesini çıkaramıyorsunuz, ikisi bir araya gelmiyor. Medyasız bir hayat olmaz. Gazetecilik internet üzerinden devam edecek. Ancak medyaya artık akıllı insanların yatırım yapabilme şansı kalmadı. Mevcut iktidarlar her zaman medyanın kendilerine yakın olmasını isterler ama herhâlde hiçbir dönemde medyaya bu kadar baskı uygulanmamıştır.”

‘Belediyenin spor kulübü olmaz’

Öcal, gazetecilik yaparken kendisine ilkeler edindiğini vurgulayarak, “Özellikle okul sporlarına ilgi gösteriyordum. Ders kitapları arasında gelecek aranmaz. Mutlaka eğitim sanat, sporla beslenmeli. Böyle sağlıklı bireyler yetişir” diyor. Öcal’in amatör spor konusunda yerel yöneticilere eleştirisi var: “Yerel yönetimler ve sporu doğru anlatmış olsaydık. Böyle olmazdı. Amatör kulüpler gelişirdi. Ancak yerel yönetimler, kendi kulüplerine belediye kaynaklarını aktarıyor. Yerel yönetimin forma rengi, takımı, kulübü olmaz. Belediye başkanları forma, madalyayla çıkmaz. Belediye başkanı ait olduğu yöreye spor kültürünü aşılamak için uğraşır. Spor tesisiyse, spor tesisi. Mevcut kulüpleri desteklemek. Ama bunlar kendi kulüplerini kurup, kendi adamlarını başına geçiriyor.”

Türkiye’yi “Spor özürlü bir ülke” olarak değerlendiren Öcal, gerekçelerini şöyle açıklıyor: “Yedek kulübesiz saha yapıldığını şahit oldum. Yedek kulübesiz saha mı yapılır? Biz spor filan yapmıyoruz. Bakın sokaklarınıza şu an kaç çocuk koşuyor, top oynuyor. Bu büyük bir tehlike.”

‘Sen yapmadıysan o haber yapılmadı’

19 Mayıs Stadı’nda haber takip eden gazeteciler Öcal’ın her an koşuşturma içinde olduğuna şahittir. Basın toplantılarında sorduğu sorulardan meslekte devam eden heyecanı görülebilir. Öcal gazetecilikteki bu duruşunu ders mahiyetinde sözlerle açıklıyor: “Gazetecilik heyecan mesleği, o heyecan bittiği anda mesleği bırakacaksın. Kendine inanacaksın. Mesela bir haber yapılmış diyorsun. Ancak o haber yapılmadı. Çünkü sen yapmadın. Kendi gözünle habere bakmadın. Bu haber bir ay önce yapılmış, eskimiş demeyeceksin. Haberde fikir takibini de yapacaksın ve haberi devam ettireceksin… Ben evrensel gelişmelerden kopmadan, yerel gazetecilik yaptım. Yaptığım haberin otobüste karşılığını alıyordum. Hep olaylara samimi yaklaştım. Ben Ankara’nın her problemine kendi problemim gibi sahip çıktım. Hiçbir zaman da çıkar, menfaat için gazetecilik yapmadım. Bu kadar emek sarf ettim, bedel ödedim. Ne şöhret anlamında, ne para anlamında bir şey bekledim…”

‘Yerel gazeteciliği küçük görüyorlar’

Öcal, en son çalıştığı Habertürk gazetesinin Ankara ekinden kendisine haber bile verilmeden çıkarılmasını dert etmiyor. Yine düşündüğü genç gazeteciler oluyor: “Ben gelecek kuşaklar için üzülüyorum. Genç gazetecilerin yaşadığı mağduriyetleri anlatmaya çalışıyorum. Ben bir çocuğa staj yaptırmak için iki yıl uğraştım. Ben gençliği, bu ülkeyi seviyorum. Yapmamız gereken şeyler bunlar. Bizi yüksek koltuklarda oturanlar anlamadılar. Benim gazeteye başladığımda İlhan Cavcav, Habertürk gazetesi almıyordu. Adam gazeteyi benimle almaya başladı. Yerel gazeteciliği küçük görüyorlar, ana gazetede çalışanlar kendilerini büyük görüyorlar. Artık yerel gazetecilik gelişmeli. Daha iyi olmalı.”

Öcal sohbetimizi meslek aşkını yansıtan bir anısını anlatarak, güleryüzle noktalıyor: “Atatürk Spor Salonu’nda Dünya Boks Şampiyonası var. Biz haberi takip ettik. Haberi yetiştirmeye dalmışız ki, müsabaka bittikten sonra haberi geçerken çalışanlar kapıyı kitlemiş gitmiş. Anadolu Ajansı’ndan arkadaşla ikimiz kalmışız. Sonra bekçileri filan çağırdık da öyle çıkabildik.”

Tamer Arda Erşin

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi Bölümü mezunu. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İş Sağlığı ve Güvenliği Bölümü'nde yüksek lisans yapıyor. Çalışma yaşamı, işçi sağlığı ve güvenliği ve haber fotoğrafçılığıyla ilgileniyor. 20'inci Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri Fotoğraf Dalı'nda 'Hayır gitmiyoruz' isimli fotoğrafıyla ödül aldı.

Journo E-Bülten