Aylar önce konu aldığımız “gazeteciliğin soru krizi” bugünlerde tekrar gündemde.
Facebook’ta bu yılın en çok etkileşim alan 10 haberinden ikisi, soru sorduğu için gazetecilere çatan siyasetçilerin görüntüleri oldu.
Bakan Fahrettin Koca’nın basın toplantısında soru sorulmasına izin verilmeyen Yol TV muhabiri de, bakanlığın WhatsApp grubundan çıkarıldı.
Bazı gazeteciler ise Alanyaspor Teknik Direktörü Çağdaş Atan’ın tepki gösterdiği basın toplantısında olduğu gibi hiç soru sormuyor.
Deneyimli spor gazetecisi Kenan Başaran, Journo için yazdı.
2013 senesiydi… Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, Akaretler’deki kulüp binasının terasında yeni sportif direktör Önder Özen’i lanse ediyordu medya mensuplarına.
Özen, TV yorumlarından beğenerek izlediğim bir isimdi. Hâlâ da öyle. Beşiktaş’ın yeni sportif direktörü, projelerini ve hedeflerini anlatıp, “Yolun yarısında bakarım, kendimi başarısız bulursam 3 yıllık anlaşmanın sonunu beklemeden görevi bırakırım” dedi. Genel hatlarıyla iyi bir konuşmaydı. Beşiktaş’ta Avrupai bir pencerenin açıldığına beni ikna eden bir toplantıydı.
Ben dâhil birçok gazeteci sorularımızı sorduk. Güllük gülistanlık bir hava esiyordu. Sonra bir gazeteci daha söz aldı ve “Siz Tanrı parçacığı mısınız” diye sordu. Başta Önder Özen olmak üzere, herkes buz kesti!
Özen önce affaladı ve ardından gazeteciden neyi kast ettiğini biraz açmasını istedi. Soruyu soran o zaman Vatan gazetesinde çalışan Erdal Cömert’ti. Yılların muhabiri. Cömert, özetle, Özen’in söylediği şeyleri yapabilmesi için adeta bir “Tanrı parçacığı” olması gerektiğini söyleyerek sorunu açtı.
Basın toplantılarında sarsıcı sorular çok azaldı
Ertesi gün Hürriyet’teki köşe yazımda Erdal’ı, değişimi baltamakla itham ederek eleştirdim. Bu tür sorularla insanların değişim denemesini bile sekteye uğratmakla suçluyordum.
Aradan zaman geçti ve Erdal haklı çıktı. Çünkü, Erdal, futbol dünyasının hakikatlerini, tabir caizse, ciğerlerine kadar biliyordu. O yüzden proje diye anlatılanlar beni heyecanlandırırken ona masal gibi geliyordu. Kabahat Özen’de değildi, düzendeydi. Özen de benim gibi saftı esasen.
Meslek hayatımda sayısız basın toplantısına katıldım. Soru hakkı elde ettiğimde mümkün mertebe sorgulayıcı olmaya çalıştım. Konuşmacıya gol atması için asist soru sormamaya gayret ettim. Bugün spor medyasına yönelik düzenlenen basın toplantılarında Erdal Cömert gibi sarsıcı sorular çok azaldı.
Cüretkâr bir soru soran da genelde kendisini soyutlayarak, “Böyle deniliyor…” diyerek, iddiayı bulutsu kaynaklara dayandırıyor. Hani, soru sorulan kişi kızarsa, ona değil de o ‘diyenler’e öfkelensin diyedir, bu soru kalıbı…
Çağdaş Atan vakası: ‘Bir daha medyaya gerek yok’
13 Aralık’ta Alanya’da bir maç oynandı. Süper Lig’de o gün lider konumda bulunan Aytemiz Alanyaspor, üst üste 3 maçını kazanan Beşiktaş’ı ağırladı. Alanya’nın başında Beşiktaş’ın hocası Sergen Yalçın’ın talebesi Çağdaş Atan var. Ki Atan, yakın zamanda eleştirilere maruz kalan Yalçın için “Ustam” diye yazarak, destek tweet’i atmıştı. Hasılı, maç hem önemli hem de güzel futbol öyküleri barındırıyordu. Maçı, Çağdaş Atan kazandı. Yani çırak, ustayı mağlup etti.
Pro lisansı olmayan Atan, maç sonu basın toplantılarına çıkamıyor. Ancak, pro lisansı olan ve resmiyette esas hoca gözüken kişi, çeşitli nedenlerle toplantıya katılamazsa Atan medya önüne çıkabiliyor. Atan, daha önce ligin ilk iki haftasıyla (Pro lisansı olmasa da TFF iki maçlık bir hak tanıyor), Galatasaray ve Trabzonspor maçlarından sonra bu basın toplantılarına katıldı. Anlaşılıyor ki büyük maçlarda resmi hoca rapor alıyor ve Atan da medya önüne çıkıp bir nevi biraz halkla ilişkiler faaliyeti yürütüyor.
Beşiktaş maçında da gazetecilerin karşısında Atan vardı. Beşiktaş’ı ve hâliyle ustasını yenmiş, liderliğini korumuş mutlu bir hoca olarak, geçti oturdu masaya. Uzun bir toplantı olacağını sanıyordu. Öyle ya, büyük bir iş çıkartmıştı ve üstelik medya ile çok fazla da buluşmadığı için epey bir soru gelirdi. Fakat öyle olmadı! Kısa bir açıklamadan sonra, “Evet arkadaşlar sorunuz var mı” diye sordu. Gazetecilerden ses çıkmadı. Şaşırdı, “Soru yok mu” diye tekrarladı ve yerinden kalktı. Kalkarken de salona doğru elini sallayarak, “Bir daha medyaya gerek yok” dedi.
Basın özgürlüğü, tepki çekse de sorulan sorulardan beslenir
Bir tarafta ülkeyi yöneten siyasetçilerden soru sorduğu için fırça yiyen gazeteciler, diğer yanda bir spor adamına soru sormadığı için “Size toplantı yapmaya değmez” aşağılamasına maruz kalan gazeteciler…
Journo yayımladı: 2020’de Facebook’ta en çok etkileşim alan 1 numaralı haber Cumhurbaşkanı’nın, 4. numaralı haber de İçişleri Bakanı’nın soru soran gazeteciye verdiği tepki. Ama işte, basın özgürlüğü sorulamayan değil, tepki çekse de sorulan sorulardan beslenir.
Çağdaş Atan’a soru sorulmaması üzerine bir tweet atarak bu durumun medya adına utanç verici olduğunu söyledim. Sosyal medya üzerinde anında iki mahalle oluştu: Benim gübü düşünenler ve düşünmeyenler.
Bazı meslektaşlarım, ben ve benim gibi düşünenleri “Bilmeden, etmeden oturduğunuz yerden sallıyorsunuz” diye eleştirdi.
Bilmediğimiz, etmediğimiz şeyler neymiş peki?
Şuymuş: Pandemi nedeniyle basın toplantısına sadece yayıncı kuruluş ve ajanslar katılıyormuş.
Hayır, ben içeride sadece 4 gazeteci olduğunu biliyorum. Ancak benim gibileri eleştirenler soru sorulması için içeride 4 gazetecinin bulunmasını yeterli görmedi!
Ayrıca toplantıya giremeyen gazetecilerin isterlerse TSYD aracılığıyla yazılı olarak soru ilettiğini de biliyorum. 75. dakikaya kadar bu soruların teslim edilmesi koşulu var. Alanya’da bu yapıldı mı? Hayır. Yine bazı gazeteciler, “75. dakikada sorular toplanıyor. Ben bu şekilde soru sormayı tercih etmiyorum” diyerek savunma yaptı.
Oysa Süper Lig’deki ilk sezonunda çalıştırdığı takımı liderliğe taşıyan bir teknik direktöre, o gün oynanan maçtan bağımsız da sorulacak birçok soru vardır. Sezon başından bu yana hiçbir yere özel röportaj vermemiş ve tam bir kapalı kutu olan bir teknik adama sorulabilecek çok sayıda genel soru bulunabilir.
Savunma: ‘Çok yoruluyoruz, soru soracak mecalimiz kalmıyor’
En basitinden şu klişe sorular yöneltilebilirdi:
- Sergen Yalçın’a rakip olmak sizin için nasıl bir duyguydu?
- Bugün geldiğiniz noktayı, göreve gelirken tahmin ediyor muydunuz?
- Sezon sonundaki hedefiniz nedir?
- Kendinize örnek aldığınız bir teknik direktör ve futbol takımı var mı?
Ama hayır. Tek bir soru bile gelmedi. Peki salondaki gazeteciler neden soru sormadı? Bu gazeteciler, WhatsApp grubunda yoğun bir tartışma yaptı. Özetle şu savunmalar öne çıktı:
- Biz sadece spora bakmıyoruz. Yangına da gidiyoruz, tarladaki çiftçi haberine de… Çok yoruluyoruz, soru soracak mecalimiz kalmıyor.
- Çağdaş Atan’ın toplantıya geleceğini tahmin etmiyorduk. Hazırlıksız yakalandık.
- Atan’dan defalarca röportaj talep ettik ama hiçbirine yanıt vermedi. Bizim de içimizden sormak gelmedi.
- Saat geç olmuştu. Soru sorsak bile yayınlara yetişmeyecekti.
Meslekteki örgütsüzlüğün bir sonucu
Birinci maddeki gerekçe, meslekteki örgütsüzlüğün bir sonucudur. Ne yazık ki gazeteciler hak ve hukuk mücadelesine girişmeye ve bu uğurda bedel ödemeye kalkışmıyor. Hâliyle de ağır koşullarda çalışmaya mahkûm oluyor. Fakat yine de bu durum, soru sormamanın bir gerekçesi olamaz.
İkinci maddenin de izahı yok. Atan sürpriz yapmış olsa bile, en kötü “Nasılsınız” diye sorulur! Kaldı ki kulüp basın sorumluları, toplantıya kimin geleceğini en az 10 dakika önce haber verir.
Üçüncü maddeye gelince… Atan’ın tavrını protesto mu etmek istedi gazeteciler? Protesto adı konarak yapılır; böyle değil. Mesela Milli Takım uçağında gazeteci Bilal Meşe’yi tartaklayan Arda Turan’ın basın toplantısı protesto edilmişti. Gazeteciler aralarında örgütlendi. Arda Turan içeri girince, bir iki kameraman hariç (kamunun haber alma hakkına hürmeten) herkes dışarı çıktı. İçeride kalanlar da soru sormadı.
Ve dördüncü madde… Siz sorunuzu sorun ve cevabı en kötü, ertesi gün servis edin! Kaldı ki siz tüm ajans muhabirlerisiniz ve artık zamana pek bağımlı olmayan dijital medya kuruluşları da var müşterileriniz arasında.
İstanbul medyası kadar yerel medya da eleştirilmeli
İstanbul’da birçok maçta basın toplantısı izledim. Evet, hepimizin ilk amacı “büyük” tabir edilen takımın teknik direktörüne soru sormaktır. Hatta önden kendimizi rezerve bile ettirmeye çalışırız. Diğer yandan, özellikle Anadolu’dan gelen ve pek bir iddiası olmayan takımların teknik direktörlerine de mutlaka bir arkadaşımız soru sorar. Ortada merak edilecek, cevabı aranacak bir konu olmasa da, en azından nezaketen bir soru sorulur. Alanya’da nezakete ihtiyaç yoktu, çünkü orada gazetecilik namına sorulacak çok soru vardı.
Kamuoyunda tartışma yaratan bu olaydan sonra Atan, bir açıklama yaptı ve tepkisinin yerel medyaya değil, İstanbul’dan gelen gazetecilere olduğunu söyledi. Her gün yüz yüze olduğu Antalya’daki meslektaşlarımızla ilişkileri korumaya yönelik bir açıklama. Ama yanlış bir açıklama. Öncelikle içeride olup soru sormayan gazeteciler yerel medyayı değil, ulusal medyayı temsil ediyor. Bunu önce doğru tespit etmeli.
İkincisi, yazılı soru yollamayan İstanbul medyası kadar, yerel medyayı da eleştirmeli. Hatta onları daha çok eleştirmeli. Çünkü onların Alanya taraftarına karşı kamusal sorumluluğu daha önde gelir. Ben “Alanya Postası” Spor Müdürü olsam, maça giden muhabirim soru sormadığı için karşıma alır, bu meraksızlığını anlatmasını isterdim.
Spor medyası, ‘demeç gazeteciliği’ formuna bürünüyor
Spor medyasında uzun zamandır gerek özel röportajlarda, gerekse de maç sonu basın toplantılarında, amiyane tabirle, muhatabını çatır çatır sorgulayan gazeteciliğe pek tanık olamıyoruz. Spor medyası giderek bir ‘demeç gazeteciliği’ formuna bürünüyor. Konuşan kişi, kendisi hasbelkader çarpıcı bir ifade kullanmıyorsa, haber veya röportaj metinleri incir çekirdeğini doldurmuyor. İlişkilerin bozulması pek göze alınmıyor!
Bazen çarşaf çarşaf “röportajlar” görüyorum. Gazeteci, “İşte X kişinin anlattıkları” deyip 10 bin vuruşluk yazıyı akıtıyor. Bu bir röportaj falan değil, adeta bir ilan! Marifetmiş gibi “Hiç araya girmedim” notları da düşülüyor! Ne demek araya girmemek! Aksine sık sık araya gireceksin. Soru soracaksın, çelişkiyi yakalayıp sorgulatacaksın vs… Tabii, hayali röportajlardan, tek kelimeden destan üretilen yazılara kadar öyle şeyler gördük ki spor medyasında, buna da şaşırmamak lazım artık!
Basın toplantılarında ‘Tanrı parçacığı’ türünden sorular azaldığı gibi bir de hitap sorunu var. Gazeteci, soru sormak için söz aldığında X kulübün başkan veya yöneticisine “Başkanım” diyerek, söze giriyor. Veya yöneticiye “Abi” diyor! Nerede kaldı temas ve mesafe ilkesi?
Siyaset her topa ayağını uzatırken ‘spor gazetecileri’ kamufle olamaz
Genel olarak tüm medyada, özel olarak spor medyasında büyük bir kan kaybı yaşanıyor. Spor medyasındaki kan kaybının temel nedenlerinden biri bu alandaki gazetecilerin kendilerini, “spor gazetecisi” diye ayrıştırmasıdır. Siyasal baskının arttığı dönemlerde bu kamuflaj işlerine de geliyor; üç maymunu oynamak için.
Oysa, sporun kurum ve kuruluşları bugün alabildiğine siyasal alandan besleniyor. Gerek mali, gerek idari açıdan özerklik alanları gönüllü şekilde ihlal edildiği için her şeyin ucu siyasete dokunuyor. TFF Başkanlık seçiminden yayın ihalesine, bir kulübün teknik direktör tercihinden bankalardan borç alınmasına kadar her topa, siyaset de ayağını uzatıyor. Ama “spor gazetecileri,” bu ilişkileri görmezden gelip sadece “penaltı, kırmızı kart, korner” tartışmasıyla kendilerini sınırlamayı başararak gazetecilik yapabiliyor!
Ne hikmettir, memleket sınırlarında kendini spor ve sporun içinde de sahadaki pozisyonlarla sınırlayan “spor gazetecileri,” yurtdışındaki toplumsal ve siyasal olaylara dairse yorum yapmaktan kaçınmıyorlar. Amerikan seçimlerine dair de ahkâm kesiyorlar, ırkçılık, cinsiyetçilik ve ayrımcılık için de… Donald Trump’a en ağır ifadeleri bile kullanabilen meslektaşlar, iç siyasete gelince ıslık çalıp havaya bakıyor!
Kederli olan, bu tutarsızlıklarından rahatsızlık da duymuyorlar.
Tüm eleştirilerimden azade olan meslektaşlarım muhakkak var, ama ne yazık ki sayıları gerçekten çok az.
Gazeteciler, hem çalıştıkları kurumlarda zayıfladı, hem de mesleki örgütleri işlevsizleşti. Hâl böyle olunca da meslek tamamen “Ben ekmeğime bakarım” kaçışına hapsoldu.
Gazeteciliğin soru krizi: İzin verilse bile refleks kalmadı, peki ne yapmalı?