İktidar ve menfaat rüzgârları o gün nereden esiyorsa yalanları ona göre değişir. Turkuaz gazeteciler duruma anında uyum sağlayıp ağız değiştirir. Bazen talimat gecikir. Gelişmeleri kaçıran “gazeteciler” de ofsayta düşüverir. Bu zavallılığı hiçbir istatistik, hiçbir liste anlatamaz.
“… bir hükûmetin bu amaçlar için yetersiz kaldığı veya aksi yönde işlediği görüldüğünde; kamuoyunun selametine en mucip bir biçimde onu ıslah etmek, değiştirmek veya kaldırmak; topluluğun çoğunluğunun mutlak, devredilemez ve feshedilemez bir hakkıdır.”
Sözüm meclisten de, bugünden de uzak. Hem de bir hayli uzak! Bu sözler Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ne, Fransız Devrimi’ne ilham vermiş Virginia Haklar Beyannamesi’nden. Hükûmetlerin; halkın ortak yararı, mutluluğu ve güvenliği için çalışması gerektiğini vurgulayan belgenin 3. maddesinde bu ifade var. 12. madde ise şöyle diyor: “Basın hürriyeti, özgürlüğün en büyük kalelerinden biridir ve despot hükûmetlerce asla engellenemez.”
Bu beyanname, 1776 yılında kaleme alınmış. Yılları toplayıp çıkartın! Yüzyıllar sonra hâlâ basın özgürlüğünü konuşup duruyoruz.
1974 yılından bu yana bu kavramın katı, sıvı, gaz her hâlini yaşadım, nice örneğine tanık oldum. Medya Mahallesi’ni CNN Türk’te yaptığım yıllarda yanıma iktidarın —en azından o günlerde— hoşuna gidecek bir isim getirildiğinde de kitabın sonuna geldim.
Yine de iyi yıllarmış! Hiç değilse patron uyarısı veya işten çıkarma ile yetiniyorlarmış. 2010 sonrası onca gazetecinin cezaevine atıldığını düşünürsek, “Mutlu günlermiş” bile diyebiliriz!
Ben cezaevi ile tanışmadım. Henüz! “Henüz” diyorum, zira kesinleşmiş bir cezam ve devam eden birkaç davam var. Dahası… Cuma namazının tarihçesi üzerine kurduğu birkaç cümle yüzünden hakkında suç duyurusunda bulunulmuş; o duyuru —CİMER’den geldiği için mecburen— ciddiye alınıp savcılığa çağrılmış bir gazeteciyim.
Anlatmaya, yazmaya utanıyorum aslında. Öyle ya! Yazılmayan, yayımlanmamış haberler yüzünden yargılanan, yıllarca hapis yatan gazetecilerin ülkesi burası.
Basın özgürlüğünde dünyada 154. sırada olmamız tesadüf değil elbette. Bizi kıskanan, başta Almanya, Batı aleminin uydurması hiç değil.
Hegemonya tesisinde, yani bir toplumu çıkarlarına aykırı bir rejimi “gönüllü” kabule razı etmede medya en kritik rolü üstlenir. Haberin, bilginin, gerçeğin yerini o rejimin fildişi kulelerinde üretilen yalanlar, masallar alır. O yalanları halkın üzerine boca eden basın kartı sahiplerini tek tek dinleseniz şaşarsınız. Neredeyse hepsi aslında gerçeği bilmektedir. Ama o yalanları, ne olduğunu bir türlü açıklayamadıkları “dava” yüzünden söylemektedirler.
İktidar, çıkar rüzgârları o gün nereden esiyorsa yalanları ona göre değiştiriyor mu! Ne gam! “Gazetecileri” anında duruma uyum sağlayıp ağız değiştirir.
Tabii, her zaman değil. Bazen talimat gecikir. Gelişmelere ya da işaretlere gözlerini kapatmış “gazeteciler” de -futbol terimi buraya çok uyar- ofsayta düşüverir.
Biz yayında konuşurken haber merkezinde kıyamet kopmuş
Örnek mi?
Şu malûm açılım sürecinin arifesiydi. Bugün iktidara yakın medya içinde yer alan Yeni Birlik gazetesinin sahibi Avni Özgürel, CNN Türk’te Medya Mahallesi’nin konuğuydu. Bir önceki hafta Kuzey Irak’ta olduğunu biliyordum. Ama Avni Özgürel asıl bombayı canlı yayında patlattı: Oralardayken Kandil’e de gitmişti. Kandil’den getirdiği mesajı da Ankara’da “ilgili yerlere” iletmişti. “Hangi yerler” diye sordum. “Cumhurbaşkanlığı, MİT” diye tek tek saydı.
Biz yayında bunları konuşurken, farkında bile değilim, haber merkezinde kıyamet kopmuş. Nasıl olur da Kandil’den dem vururmuşuz! Nasıl olur da Kandil’in mesajlarından söz edermişiz!
Kıyameti koparanlar belli ki bir an bile düşünmemiş. Avni Özgürel kim? Yıllardır aktif gazetecilik yapmadığı hâlde neden kalkıp oralara gitmiş? Kandil onun gibi —siyasi olarak tam zıddı noktada— bir isimle görüşmüş? Avni Özgürel getirdiği mesajı hangi kurumlarla paylaşmış?
Bu sorulara bir an bile akıl yormayanlar, birkaç hafta sonra birden açılım mücahidi oluverdi. Dahası sürece dair soru sormaya yeltenenleri ihanetle suçladı. Ve elbette açılım dedikleri süreç, AKP’ye oy kaybettirdi diye Suruç’taki bombalarla ve Ankara’daki gar katliamıyla kapanınca başa döndü. Bu kez Kürt siyasetini ağzına alanı ihanetle suçladı.
Bu zavallılığı hiçbir istatistik, hiçbir liste anlatamaz. Açıklayamaz.
Sarı basın kartlarının artık Erdoğan’ın en sevdiği renge, turkuaza dönmesi… Turkuaz gazetecilerin ihya edilmesi boşuna mı?! Rica ederim yani!!!
Bu yazı ilk olarak Türkiye Gazeteciler Sendikası ile Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin Ocak 2021’de yayımladığı “Özgür Basın” dergisinde yer aldı. Tüm yazılara Özgür Basın sayfasından erişebilirsiniz.