Türkiye’deki gazetecilik ortamının emek bakımından güvencesizleşmesinde ve tekinsizleşmesinde sizce en temel faktör nedir?
Her şeyden önce Türkiye’de medya sektörü geleneksel olarak -zaten sendikalar bir güç iken bile- sendikalılık oranının çok düşük, iş güvencesinin çok zayıf olduğu ve emekçilerin birbiriyle acımasız bir rekabete zorlandığı bir ortamdı. Sendikaların 12 Eylül sonrası ezilmesine müteakip, bu özellikleri daha da belirginleşmişti. Son on-on beş yıl içinde bu konuda hiçbir gelişme olmadığı gibi sendikacılığın azıcık varlığı var ise o da sendikalar ve çalışma yasalarında yapılan oynamalarla iyice geriletildi.
Ama bence medya sektöründe iş güvencesizliğiyle ilgili olarak son yılları karakterize eden en temel faktör, medyada hükümet kontrolünün görülmemiş boyutlara varması oldu. Bu iş güvencesi ya da güvencesizliğine yeni bir siyasi boyut ekledi: Taraftar olma boyutu.
Devlet ajans ve yayın kuruluşları çalışanlarıyla birlikte aşırı partizanlaştırılıp, uymayan çalışanlar sistem dışına atılırken, ana akım medya da tarihte eşi görülmedik bir dizi usta manevrayla kuşatılıp çok küçük istisnalar dışında tamamen teslim alındı.
Kuşkusuz bunda özel sektör medya sahiplerinin giderek daha belirgin şekilde hükümetle çıkar ilişkileri ya da korkutma yoluyla çok kolay manipüle edilen inşaat, petrol ve benzeri şirket sahipleri olmaları önemli rol oynadı. Ya teslim oldu ya diz çöktürüldüler.
En önemlisi bu süreçte hükümet, tek parti döneminin sona ermesinden bu yana eksik gedik de olsa medyada her kesimin darbe dönemlerinde bile zımnen var saydığı, görece özerkliği olan siyasi ‘orta saha’yı tamamen ortadan kaldırdı. Böylece bence dünyada bile örneği pek bulunmayan tuhaf bir medya düzenimiz oldu. Artık dev gibi bir sermayesi olan iş gücünün çoğunu istihdam kapasitesi olan ama artık asla ‘ana akım’ sayılamayacak bir ana akım var.
“Eskiden beri medyada var olan bazı şeylerin söylenememesi realitesine, bazı şeylerin söylenmesi şartı eklendi. Söylemeyenler işini kaybetti”
Bu medyada çalışabilmek için her gün dozu artan ve tanımı daralan bir şekilde ‘o taraf’a ait ve sadık olduğunu kanıtlamak gerekiyor. Bu en tecrübesiz muhabirden yazarına ve yöneticisine kadar, özellikle teknik değil içerikle ilgili çalışan meslektaşlarımız için bir işkenceye dönüştü. Eskiden beri medyada var olan bazı şeylerin söylenememesi realitesine, bazı şeylerin söylenmesi şartı eklendi. Söylemeyenler işlerini kaybettiler. Bundan çok değil on yıl önce milyonlara seslenen televizyonlar ve gazetelerde yani eski günlerin o ‘orta saha’sında çalışan birçok gazeteci eğer bu sadakatten biraz şaştılarsa bugün ya işsizler ya da iyice kıyılara itilmiş marjinalleştirilmiş medya ortamlarında çok daha mütevazı koşullarda çalışıyorlar. Alternatif medyada sendikalılık oranı, iş güvencesi daha yüksektir. Ama hem alan ve hem de sermaye kıt olduğundan çalışma koşulları ve ücret konularında durum çok parlak değil.
Gazeteci emeği dendiğinde kanunun ele aldığı şey çok geniş. Benim ise aklıma haberin ortaya çıkarılmasındaki entelektüel ve fiziksel emek süreçlerine dâhil olan insanlar geliyor. Ama bir yandan da kariyer sitelerine baktığınızda gazetecilerin en çok aradığı insan kaynağının ‘iOS app tasarımcısı, ‘Android app tasarımcısı, ‘internet editörü/tasarımcısı, yazılım geliştirici, grafik tasarımcı’ gibi insanlar olduğunu görüyoruz. Bildiğimiz geleneksel anlamda gazetecilik alanında işsizlik ise her geçen sene artıyor. Sizce bu krizden çıkılabilir mi? Temel gazetecilik formasyonu dahi olmayanların elinde bir gazetecilik pratiği gelişirken, gazeteciliğin ilke ve pratiğine hakim olanların işsiz kalmasını kırabilecek bir yöntem var mı?
Evet böyle bir sorun var. Çünkü öncelikle artık gazetecilik gerçekten teknolojik olarak kabuk değiştiriyor. Bildiğimiz bütün formları altüst edecek değişiklikler yaşadık son on yıl içinde örneğin. Fakat sonuçta bir haber gündemi var ve bu haberleri birilerinin izlemesi, iyice anlaması, doğru soruları sorması ve kamuya anlatması gerekiyor. Bunları ancak bir ‘gazeteci’ yapabilir. Gazeteciler olarak bizim için esas olan halk adına soru sormaktır diye düşünürüm ben hep. Halkın haber alma hakkı olduğuna yani gazeteciliğin esasen bir hizmet olduğuna inananlar için de esas olarak mesele bu. İdeal bir düzende bunun ilacı gazetecilerin ürettikleri haber ve analizleri en etkili, en derin, en kıvrak ve cazip şekilde sunabilecek meslek içi eğitimlerden sürekli olarak geçmeleri. Bu imkânları mesela İngiltere’de işverenler ya da sendikalar kısmen sunuyor. Türkiye’de de bunlar zorlanabilir. Bu sendikalara güç verecek bir mecra haline de getirilebilir. Küçük ücretler karşılığında kaliteli meslek eğitimleri vermek gibi.
“Haberin bir eğlence türü haline gelmesi, okuyanların her şeyi biliyorum zannedip aslında sadece yüzeyini görüp, hiçbir konuyu birbirine bağlayamaması ya da kolayca manipüle edilir hale getirilmesi, karşı durulması, direnilmesi gereken eğilimler”
Yine ideal bir düzende arzu edilen içerik ile biçim arasındaki dengede biçimin bir amaç değil, haberi daha iyi anlaşılır, daha çabuk, daha hızlı sunmanın aracı olması tabii. Ama ideal bir düzende ve ortamda yaşamıyoruz. Bu da önümüze, sorunuzun cevabının ikinci ayağı olan daha önemli bir sorunu çıkarıyor. Tüketim toplumu özelliğiyle kapitalizm. Bundan çok değil otuz yıl önce yılda bir-iki ayakkabı alabilen bir kesim insanı şimdi çok daha ucuza bir sürü, hemen parçalanıveren ayakkabı almaya yönelten kapitalizm içinde medya da, habercilik anlayışı da paralel değişikliklerden geçiyor. Bütün dünyada böyle.
Haber de diğer her şey gibi daha ulaşılabilir, daha yaygın, daha renkli daha ucuz, daha hızlı ama daha boş hale geliyor. Bu, bugün medyayı gazeteciliği bir direnme alanı haline getiren ona toplumsal bir sorumluluk yükleyen bir şey benim açımdan. Haberin bir eğlence türü haline gelmesi, okuyanların her şeyi biliyorum zannedip aslında sadece yüzeyini görüp, hiçbir konuyu birbirine bağlayamaması ya da kolayca manipüle edilir hale getirilmesi, karşı durulması, direnilmesi gereken eğilimler. Bunun en güzel örnekleri İngiltere’deki AB’den ayrılık referandumu sırasında yaşandı. Tartışmaların basit ve net şablonlarla açıklanmaya çalışılması, haber ve analizlerin sürekli kolay yalanıp yutulabilir basit şemalara indirgenmesi insanların konunun bütün boyutlarını tartışabilmesinin önüne kesiyor. Bunu Türkiye’de de en yakında Suriyelilere vatandaşlık vaadi tartışmasında yaşadık. Bu tür kamuoyunu aptallaştırma eğilimlerinin en iyi ilacı sloganlar ve tavırları değil somut bilgiye dayalı çıkarsamaları öncelemektir. Fikirleri, doğru dürüst ölçülmüş, kaynakları kontrol edilmiş bilgiler ile destekleyerek, derinlemesine sunmak, insanların tartışmasından, kafalarının karışmasından, her şeyin çok net olmamasından korkmamaktır herhalde. Çünkü nihayetinde insan türünün zekasına, doğruları ve iyileri arama bulma güdülerine inanmıyorsak zaten gidelim bu meslekten.
Kuşağınızdaki gazetecilerin bir kısmı yeni medyaya çok ilgiliyken bir kısmının bu konudaki ‘yeni medya okuryazarlığı’ tecrübesi çok düşük. Bu bölünmeyi neye bağlıyorsunuz?
İnsanlık haline bağlıyorum açıkçası. Tarihsel olarak hep vardı böyle kuşaklararası gerilimler. Kimisi daha kıvrak ve açık kimisi daha muhafazakâr oluyor. Kırk yıl önce ben gazeteciliğe ilk başladığım günlerde daktilo öğrenmemekte ısrar eden kıdemli gazeteciler vardı. Yazılarını el yazısıyla getirirlerdi, daktiloya çekilirdi gazetelerde. Yenilik yaş ilerledikçe daha tehdit edici bir şey. Bir de buna ek olarak şimdi değişim çok hızlandı. Bir yıl mesleğe ara verseniz dönüşte teknolojiyi tanıyamayabilirsiniz. Bunlar eskiden daha uzun aralıklarla değişen şeylerdi. Meslekte eskiliğin gerçekten fikrî bakımdan olduğu gibi teknik olarak da bir birikimi oluyordu. İçinde bir gevşeyip rahat edebilirdiniz tecrübelerinizin. Halbuki şimdi öyle mi? ‘Ben her şeyi biliyorum, hepinize de öğretirim’ günleri geçti. “Gençler şu uygulamayı bana bi gösterir misiniz” diye boyun bükmeniz lazım..
Özellikle haberin elde edilmesi süreçlerinde robot gazeteciler ve yurttaş gazetecilerin muhabirin işlevselliğini kırdığı ya da gün geçtikçe daha çok kıracağı söyleniyor. Bu konudaki yorumunuz nedir?
Ben buna katılmıyorum. Yapılabilecek çok fazla haber ve bunu yapmanın çok fazla yolu, yöntemi ve düzlemi var. Bunların her birinin okuyucusu takipçisi ayrı ayrı yaratılabilir ya da zaten vardır. Hepsi başka ihtiyaçlara cevap verir bence. Ya da bazen aynı büyük ihtiyacın parçalarını oluşturabilirler. Nasıl çok satan romanlar ve polisiyeler hiçbir zaman klasik romanların bir kenara atılmasına sebep olamadıysa, bildiğimiz gazetecilik standartlarına ve ilkelerine uygun üretilmiş, bilgi dolu, güvenilir ve kapsamlı haberlere her zaman ihtiyaç olacak. Bu pek değiştirilebilir bir şey değil. Ama bunu yeni koşulların ortaya çıkardığı yeni insan ve teknoloji kaynaklarıyla zenginleştirmek ve bu kaynakları tek başına oldukları gibi değil belki ama bu tür bir haberciliği besleyebildikleri yerlerde ve ölçülerde kullanmak da mümkün.
“Bana birisi yirmi yıl önce, bugün Guardian’da BBC’de yapılan internet sitesi üzerinden canlı haber akışlarının nasıl üretildiğini, hangi kaynakların kullanıldığını, ne çok gazetecilik dışı bilgi ve beceri kullanıldığını anlatsa aklım çıkardı herhalde”
En basit bir haber için en az iki tane ajanstan doğrula sonra ortak bilgileri sapta, ulaşabiliyorsan yetkili, tanık, yerel gazeteci bul, konuş diye özetleyebileceğim arkaik formüle bugün aklın alamayacağı teknolojik ve insânî kaynaklar ve yöntemler eklenmiş bulunuyor. Bana birisi yirmi yıl önce, bugün Guardian’da BBC’de yapılan internet sitesi üzerinden canlı haber akışlarının nasıl üretildiğini, hangi kaynakların kullanıldığını, ne çok gazetecilik dışı bilgi ve beceri kullanıldığını anlatsa aklım çıkardı herhalde. Akla gelebilecek her bilgi kaynağını ama süzerek ve bağlamı içinde sunarak kullanıyorsunuz. İnanılmaz doğrulama yöntemleri kullanmanız gerekiyor. Böylece haberi, çok daha kıvrak, anında güncellenebilen, yazı, ses, görüntü gibi bütün formları ve fazlasını aynı anda kullanabilen müthiş bir şey haline getirebiliyorsunuz. Şimdi tıkır tıkır yapıyoruz ve ben çok da zevk alarak yapıyorum. İki enstrümanlı müzik yapmaktan yüzlerce enstrümanlı orkestraya geçmek ve onunla bir hikâye anlatmak gibi…