İbretlik bir gündem gelişti yine, Türkiye’den başka nerede yaşanırdı bilinmez. Ne bu yüzyılda ne de herhangi bir çağda benzerine rastlanması güç bir şey.
Özel bir üniversitenin rektör yardımcısı bir TV programına konuk olmuş ve akıl almaz beyanlarda bulunmuştu.
“Okuma oranı arttıkça beni hafakanlar basıyor. Ben açıkçası korkuyorum, ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum” şeklindeki o görüşler tüm mecralarda haber oldu ve kamuoyunda infial yarattı.
Sebahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı’nın televizyonda sarf ettiği sözleri biraz daha geniş hatırlamak gerekirse:
“Ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hâttâ ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır. Onlar bu yanlışların hiçbirini yapmazlar, o beyannamenin ben neresinden tutayım. Daha önce Jön Türklerin yaptığı gibi ateşe sürüklüyorlar ülkeyi. Türkiye’nin okumuş kesimi, profesörlerden başlayarak geriye doğru, en tehlikeli olanlar üniversite mezunları.”
Devamında trafik ve ülkenin gidişatı konularına dalıyor Arı.
“Trafikte en tehlikeli tipler üniversite mezunlarıdır. Bakın normalde hiç okumamış kesimler, trafikte bir şey verdiğiniz zaman ona uyarlar, bunlar sürekli tehdit oluşturmazlar. Dünyanın gidişatını göremeyen okumuşlardır. Okuma oranı arttıkça, Türkiye’de olayları tahlil kabiliyeti azalıyor.”
Yani Profesör Dr. Arı’ya göre trafikte taksilerden, minibüslerden, tırlardan, hafriyat kamyonlarından bile tehlikeli üniversite mezunları(!)
Geçtiğimiz Cumartesi sabahı İstanbul’un kalbi İstiklal Caddesi’nde yaşanan terör katliamının ardından eve kapanan şehir halkı içinse şunları söylüyor:
“İnsanlarda beklenildiğinden çok fazla korku var. Ben açıkçası Türk milletine yakıştıramadım.”
Bize bir şey olmazcı, vurdumduymaz, bilinçsiz, cahil cesaretine teslim insanlar görmeyi arzuluyor yani Prof. Arı.
Başkent Ankara’nın ardından İstanbul’u vuran, arka arkaya onlarca can alan bombalı saldırılar karşısında dahi cahil cesaretine özlem duyuyor, buna motive etmeye çalışıyor toplumu kendince.
Bilimin ve sorgulayıcı aklın temsili olmakla yükümlü bir üniversite mensubunun acıklı hali bu şekilde yansıdı işte medyaya ve kamuoyuna.
En serinkanlı ve mesafeli yaklaşımla, istifa dilekçesi niteliğindeydi tüm bu görüşler.
İcra ettiği mesleğe ve işgal ettiği kürsüye ait olmayan biri vardı belli ki karşımızda ve sorumluluklarını taşıyamadığını ilân ediyordu var gücüyle.
Nitekim istifa haberiyle gündeme gelmesi gecikmedi Arı’nın. Temsil ettiği üniversitenin ‘yıpranmaması adına’ bu karara vardığını söylerken medyayı, sosyal medyayı, hatta Youtube’u suçlamayı da ihmal etmedi(!)
Basına yansıyan uzun açıklamasında, televizyonda defalarca kullandığı “cahil halk” tanımını tekrarlamaktan özel bir gayretle kaçınıyor, bunun yerine bildiği tüm diğer sözcükleri cümle içinde kullanarak kendini haklı çıkarmayı deniyordu.
Katıldığı programdan Youtube’a yüklenen videolar hakkında ise “montaj” suçlamasını yapıyordu.
Şu noktada “montaj” ifadesine sarılması, “cahil halk” diye adlandırdığı kesimden medet umduğunun en sembolik ve talihsiz göstergesi niteliğindeydi.
Halkı aptal kendini akıllı sanan tüm eski moda siyasetçiler de her fırsatta bu montaj ipine sarılır ülkemizde, malum.
Söylenmeyenleri söyleten, olmayanları oldu gösteren bir bilmece gibidir onların dilinde montaj.
Gözden kaçırdıkları ise şu ki; sosyal medyanın ve internet dünyasının neredeyse tamamen videoya endekslendiği günümüzde, akıllı telefon kullanan herkesin -özellikle gençlerin ve hatta çocuk yaştakilerin bile- mobil cihazlarında video çekip montaj yapabildiği gerçeğidir.
Yani şu devirde toplumun karşısına çıkıp montaj-dublaj diye kendini savunmaya çalışmak iyice rezil olmaktan başka işe yaramıyor. Zira montajın ne olup ne olmadığını artık kediler bile biliyor.
Profesör Arı’nın cehalete olan hasretine hak vermemek elde değil bu açıdan. Bu derece düşük bir entelektüel kapasite, varlığının devamı için cehalete ve cahil yığınlara muhtaç. Aksi takdirde bulunduğu pozisyonu koruma ihtimali yok, tıpkı bu örnekte yaşandığı gibi.