Cumhuriyet davası geçen hafta 7 tutuklu yazar ve yöneticinin tahliyesi ile sonuçlandı. Şimdiden 11 Eylül’e ertelenen davanın gelecek duruşmasında hâlâ tutuklu bulunan gazeteciler Ahmet Şık, Murat Sabuncu ve Kadri Gürsel ile avukat Akın Atalay’ın da serbest bırakılması bekleniyor. Duruşmayı ilk üç gün takip etme şansı bulabilen (daha da önemlisi ve sanırım doğrusu mahkeme salonuna girmeyi başarabilen) bir gazeteci olarak Ahmet Şık’ın söylediği tek cümlenin tüm davayı özetlediğini rahatlıkla söyleyebilirim:
“Burada gazetecilik yargılanıyor”
Mahkeme salonunda yankılanan soruların hemen hepsi ne yazık ki gazetecilik mesleği ve ‘sanıkların’ bugüne kadar yaptıkları gazetecilik faaliyetleri ile ilgiliydi. Bizler içinse, yani duruşmayı takip eden gazeteciler, halihazırda yapmayı sürdürdüğümüz mesleğin bu şekilde yargılanmasını görmek oldukça acı vericiydi. Mahkeme heyetinden sanıklara yöneltilen sorulardan bir demet sunmak isterim:
- Tüm gazeteler aynı haber ajansından mı beslenir?
- Yayın politikası konusunda vakıfta “Keşke şu haber yapılmasaydı” gibi konuştuğunuz olmuş mudur?
- Kitap ekindeki yayınlarınızla terör örgütlerini yüceltmiş olabilir misiniz?
- Gazetecilik sınırsız özgürlük müdür?
- Gazetenin terör örgütleriyle araya mesafe koyma kriteri nedir?
- ‘Devlet tarafından kaybedilmiş kişiler’ derken bu bilgi sizde var mı?
- Savcı Kiraz’ı öldürenlerle konuşmanız barışı ve yaşamı savunmaya uyuyor mu?
- ‘Berkin Baskını’ haberinin gazeteye verilmesinde punto seçiminde resmin basılmasında etkiniz var mı?
- Vakıf, gazetenin gazetecilik evrensel ilkelerine uyduğunu takip eder mi? Mesela vahşi bir tecavüz haberini abartarak verirse vakıf buna müdahale eder mi, böyle bir haber girer mi?
Murat Sabuncu’nun, savunması sırasında, iddianamede yer alan Cumhuriyet manşetlerinden bazılarına açıklama getirmeye çalıştıktan sonra, “Manşette öyle demedik demek çok ağır bir şey” ifadesinin, gazetelerin yazı işlerinde az çok zaman geçirmiş biri için ne demek olduğunu anlatmak kolay değil. Yahut heyetten, “X kişiyle neden görüştünüz” gibi sorular geldikçe, salondaki bir muhabirin ne hissettiğini ifade edebilmek de… Çünkü Kadri Gürsel’in de dediği gibi gazeteciler meraklı kişilerdir ve herkesle görüşebilirler.
‘Delil’ olarak haber
Kötü bir şaka gibi FETÖ soruşturması kapsamında yeniden tutuklanan gazeteci Ahmet Şık duruşma boyunca kendisine sorulan soruları gazetecilik faaliyetleri ile ilgili olduğunu dile getirerek kesin bir dille cevaplamayı reddetti. Ahmet’e Cumhuriyet gazetesinde ve internet sitesinde çıkan haberleri hakkında sorular soruldukça biz o salona sığamaz olduk. Bir haberin ya da röportajın, hayatları boyunca gazetecilik dışında hiçbir iş yapmamış insanları ‘terör örgütüne yardım etmek’ ile suçlamak için ‘delil’ olabileceğini ilk defa görmüyorduk ama sorulan sorular ancak ve ancak iletişim fakültesinde bir derste telaffuz edilebilecek türdendi. Güray Öz’ün, yayın politikası değişikliğinin iddianameye konu edilmesinin davanın konusunun gazetecilik olduğunu gösterdiğini belirterek, “Zaten konu gazetecilik olduğu için de savcılar delil diye yalnızca haberlerden, yazılardan, manşetlerden söz etmektedirler” demesi boşa değil.
Bütün iş iyi gazeteci olabilmekte
Benim açımdan davanın en unutulmayacak anlarından biri, Ahmet’in kollarını istemsizce iki yana açarak, “Ben gazeteciliği çok seviyorum” demesiydi. Bu cümleyi, oradaki kimseyi bir şeye ikna etmek ya da gazeteciliği sevmenin suç olmadığını anlatmak için sarf etmediği her halinden belliydi. Ahmet bunu, kaç senedir gazetecilik yapıyor olursa olsun haberi gazetede manşet olduğunda ya da sayfada ‘büyük’ görüldüğünde işini gerçekten çok seven bir muhabirin duyabileceği bir heyecanla söyledi. Bu heyecan, ağaçla röportaj yapanların ya da ABD’li bir yetkiliden hayali demeç alanların anlayabileceği bir duygu değil. Bu heyecan, işini şevkle yapan, haber atlattığında dünyanın en mutlu insanı olan, yayımlanan haberiyle o gün dünyaya ufak da olsa bir katkı sağladığını düşünen ve bu düşünce ile yatağa gönül rahatlığıyla girebilen gazetecilerin anlayabileceği bir heyecan. Yoksa Ahmet Şık’ın gazeteciliği çok sevdiği oradaki heyeti ne kadar ilgilendiriyor gerçekten? Ama Ahmet gerçekten gazeteciliği çok seviyor ve bu mesleği seçmekten ötürü zerre pişmanlık duymadığını şu an bulunduğu cezaevinden de haykırıyor. Çünkü gerçek gazetecilik tam da böyle bir meslek! Ahmet o gün o mahkeme salonunda bunu söylerken heyecandan ağzından kaçırmış gibiydi. O heyecanı biz hissettik. Gazetecilik suç değil, gazeteciliği sevmek de suç değil. Bütün iş iyi gazeteci olabilmekte, yani yürekte!