Türkiye’nin önde gelen sinema eleştirmenlerinden olan BirGün gazetesi köşe yazarı Cüneyt Cebenoyan, Konya’nın Seydişehir ilçesinde geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti. BirGün yazarı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, 45 yıllık arkadaşını “Cüneyt’in Ardından” başlıklı bir mektupla andı. Kozanoğlu, “Cüneyt’i anlamak zor, sevmek kolaydı” diyor ve ekliyor: “Cüneyt’i bir ‘kadersizlik abidesi’ değil, tüm kahredici koşullara karşın sinema eleştirileriyle direnen bir ‘sabır, irade, kararlılık örneği,’ değerli bir sanatçı, tutarlı bir aydın olarak yaşatalım.”
Cüneyt Cebenoyan Yalova’daki ilk gençlik dönemlerimizden 45 yıllık çok sevgili bir arkadaşımdı. Ortak arkadaş gruplarından biz üç kardeş ve üç kuzenle Cebenoyan kardeşlerin de ortak bir hukuku, samimi ilişkileri vardı. Hatta kuzenim 68’in İTÜ’lü hızlı devrimcilerinden sonra sinema yönetmenliğine soyunan Kozan Asova ilk filmi “Efes” belgeselinin başrolünü Yasemin Cebenoyan’a vermişti.
Cüneyt iyi eğitim olanaklarına sahip olmuş, sevgi dolu bir aile ortamında büyümüş, yakışıklı, sportmen ve sanat düşkünü bir gençti. Avusturya Lisesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi’ne girdi. Lise çağlarından devrimci fikirlere yakınlık duymuş, çok güvendiği bazı abilerin kapağı yurtdışına atmalarından, birçok kişinin başını dertten kurtarma kaygısına kapılmasından çok etkilenmiş, derin bir düş kırıklığı yaşamıştı. Ülkede yaprak kıpırdamayan 12 Eylül günlerinde 1 Mayıs yazılaması sırasında yakalanmış, 14 ay hapis yatmıştı.
Boğaziçi ekonomi bölümünü bitirmesinin ardından “parlak iş alanları” kendisini beklemesine rağmen o sinema eleştirmenliğini seçti, sol dergilerde yazmaya devam etti. Opera Pastanesi’ndeki patlama sırasında çok sevdiği, hep en iyi arkadaşı olduğunu söylediği ablası Yasemin’i kaybetmesiyle birlikte hayatına lanet olası bir talihsiz olaylar zinciri girdi. Bir aydın olarak demokratik Kürt taleplerinin arkasında dururken, kör terörle arasına hep net bir çizgi koydu. Yasemin’in bir PKK saldırısında öldüğünün, öznenin adını koyma gereğinin altını ısrarla çizdi. Yalova depreminde küçücük oğlu Ali’yi, yaşamlarını Yasemin’in anısını yaşatmaya adayan anne ve babasını yitirdi.
Cüneyt’i anlamak zor, sevmek kolaydı. Savruk görünümüne karşın inandığı fikrin ve örgütsel mücadelenin ısrarla arkasında dururdu. Toplumsal Bellek Platformu’nun kuruluşundan beri diğer acılı ailelerle birlikte siyasi cinayetlerin aydınlatılması için mücadele verdi. İlk çıktığı günden beri BirGün’e hiç aksatmadan yazan nadir kişilerden biriydi. Son yıllarda sevgili eşi Ayşegül’ün hastalığında da hep yanındaydı. Cüneyt’in, “Ritüel: Bitmeyen bireycilik, yürümeyen cemaatçilik” başlıklı son yazısının son satırları bile kalibreli bir sinema eleştirmeni yanında, olgun bir siyasi kişilikle de karşı karşıya olduğunuzun kanıtı gibi.
“…modern kapitalist, bireyci ve rekabetçi toplumun ilişkilerinin karşısına, çoktan tarihe karışmış, komünal bir cemaati çıkararak tartışmanın da bir manası yok. Eğer bu cemaat komünist toplumu temsil ediyorsa, bu yanlış bir temsil. Komünizmden anlaşılan bu değil. Ama ABD ve Hollywood’un, bireysel özgürlüklerin tamamen yok edildiği komünizm tahayyülü buna yakın bir şey.”
Cüneyt’i bir “kadersizlik abidesi” değil, tüm kahredici koşullara karşın sinema eleştirileriyle direnen bir “sabır, irade, kararlılık örneği,” değerli bir sanatçı, tutarlı bir aydın olarak yaşatalım. Zannedersem sevgili kızı Elif de babasını böyle hatırlamak ister…