Televizyon

Dantelli-sucuklu tostun arka planı üzerine

Yeni gelinlerin çılgın ötesi sosyal medya paylaşımları herkesin dilinde. Timeline’lar birbirinden rüküş sunum fotoğraflarıyla dolu. Gözleri faltaşına çeviren fotogaleriler, listeler elden ele dolaşıyor. Erkekler ayrı, kadınlar ayrı makara yapıyor bu aşırı ‘süslü’ ve ‘yaratıcı’ karelerle ilgili. Kimi ciddi şoka giriyor, kimi mizahın nirvanasına ulaşıyor, kimi sınırsızca küçümsüyor. Ancak sosyal medya ile açığa çıkan veya sosyal medyanın tetiklediği bu beğeni-like odaklı durumun bize anlattığı kimi önemli şeyler olduğu/olabileceği kanaatindeyim. Beni düşündürüyor açıkçası bu ultra dantelli, fırfırlı, fiyonglu evren. Dilerseniz birlikte adım adım bakmaya çalışalım meseleye.

Beğenilmek bu kadar önemli mi? ?????

Gelin Evi adlı reality şovu gördünüz mü? Geçtiğimiz sezon ekrana gelmeye başlayan programda yeni evli genç kadınlar hafta boyu sırayla birbirlerinin evine konuk oluyor ve birinci gelmek için yarışıyor. Programda yaşanan bir kahve krizi sahnesi, günümüz insanının beğenilme/onaylanma takıntısı hakkında anlamlı bir referans oluşturabilir, izleyelim.

Bu programı ekranda ilk gördüğümde gözlerime inanamadım: özellikle küçük yer insanlarının hayatını içinden çıkılmaz bir cendereye sokan haset ve kibir duygularını ajite eden son derece talihsiz bir prodüksiyon. Hırs, acı, ihtiras, tenkit dolu, kıyasıya bir rekabet dünyası. 20’lerin başındaki gencecik kadınlar ve aşırı acıklı showroom’ları. Türkiye’nin kasabalılaşma harekâtının bir parçası gibi görünüyor her şey. 21’inci yüzyıl Türk kadınının temsili bu mudur?

Geçtim birey olmayı, yetişkin olmakla dahi alakası olmayan bir insanlık müsameresi. Birbirinin düğün-balayı kasetlerini izleyip kıskançlık krizlerine girmeler, düğünde takılan takıları, aile evinden taşıdığı çeyizleri yarıştırmalar, ikram-sunum, ev temizliği ve dekorasyon hakkında acımasız ve kerameti kendinden menkul yargılarla can yakmaya çalışmalar. Batıda catfight denen ‘kadın kavgası’ fetişinin en alaturka versiyonu bir konsept…

Programda buna benzer sayısız sahne yaşanıyor ve toplamda bu saygısız, duygusuz, bencil insan modeli pompalanarak meşrulaştırılıyor. Kendinden başka kimseyi sevmeyen, beğenmeyen, düşünmeyen ve umursamayan yıkıcı rol modeller oluşturuluyor. Ve tüm bunlar güya bu ülkenin en temel değerlerinden sayılan ‘misafirperverlik’ mizanseniyle cereyan ediyor. Çocukluğumuzda oynadığımız misafirciliğin reyting uğruna insanlıktan çıkmış hali.

Televizyona çıkmayanlar bu rekabetin neresinde? ?

Geldik konunun magmasına. Televizyona çıkmayan yeni gelinler bu rekabetin sosyal medyasında, Instagram’ında elbette. Herkes akıllı telefonuyla kendi harika hayatını ve eşsiz kişiliğini ne kadar allayıp pulluyor, süsleyip parlatıyorsa onlar da kendi dünyalarında ve kendi dillerinde bunu yapıyorlar. Küçücüklükten beri hayallerini süsleyen evlilik hedefine kavuşmuş, sonunda gelin olmuşlar. Kim tutar onları? Üstelik şansa bak ki sosyal medya ve akıllı telefonlar icat olmuş. Artık sadece yakın çevrelerindeki 3-5 kankiye değil tüm dünyaya gösterebilirler cicilerini!

Bu yaratıcılıkla başka neler yapılabilirdi? ???

Benim asıl düğümlendiğim ve bu görsellere bir an güldükten hemen sonra saplandığım soru bu işte. Bu kızlar tek tek deli ya da anormal değiller bana kalırsa. Şahsi bir problemden ziyade kültürel bir yoksunluğun dışavurumu.

*Biraz estetik, biraz sanat tarihi bilseler, sanat galerilerini, sergileri gezseler… Ki artık internet üzerinden bile gezilebiliyor birçoğu. Sinema tarihi, edebiyat klasikleri ve çağdaş sanatla biraz ilgilenseler her şey çok farklı olurdu.

*Yoğun ilgi ve yaratıcılıklarını yöneltebilecekleri bir alanla karşılaşabilirlerdi.

*Veya iyi bir kültür sanat izleyicisi olup gözlerini eğitir, estetik duyularını geliştirirlerdi.

*En önemlisi de, idealize etmeden aile kanatları altından çıkıp tek başına bir yaşama geçebilselerdi yine çok farklı olurdu.

*Hayallerinin sonunda nihayet sahip oldukları ‘kendine ait ev’lerine ve kocalarına ‘evcilik’ tadında yaklaşmalarının sebeplerinden biri de tüketim açlığı ve alışveriş manyaklığı tabii. Mağazalarda gördüğü her renkli, değişikli, tatlış objeyi niye satın alır ki insan?

*Üstüne sosyal medyanın “like beni-share beni” manyaklığı da eklenince sonuç bu.

*Ha unutmadan, kociş kişisinin bu dantelli-sucuklu PR faaliyetinde figürandan başka şey olmadığını düşünüyorum. Kızların, diğer kızların gözünü oymakta kullandığı elverişli bir araç sadece ‘kociş’. DM piranalarına karşı, “Yaklaşmayın, ısırır” anlamı da cepte.

Sevim Gözay

1993 yılında girdiği medyada birçok yapımda kamera arkasında çalıştı. 2000’de kamera önüne geçti ve kendi programlarına imza attı. Ödüllü programları Stüdyo: Sinematik Portakal ve Cosmopolis. Kitapları: Kasetten Canlı (2013), Sinemaskop Randevular (2015). İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede 14 Ocak 2021'de hayata gözlerini yumdu.

Journo E-Bülten