“Deli Nizam” lakaplı Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, basın tarihimizin en renkli isimlerinden biriydi. Milli Mücadele sırasında Mustafa Kemal’in yayımlattığı gazetede yazı işleri müdürlüğü yaptı. Kalemi sapan gibi kullandı, yazdığı tefrikalarla gazetelere ve dergilere tiraj rekorları kırdırdı.
Deli Nizam’ın filminde yer almayı kabul eden Atatürk’ün, ona Sultan Abdülhamid ile ilgili söylediği iddia edilen sözler ise bugün bile tartışılıyor. Sonuçta Deli Nizam, “palavra edebiyatı” ile de ün kazanmıştı. Tüm bunları, “Kaybolan Bâbıâli’nin Ardından” yazı dizimizin bu bölümünde Emin Karaca anlatıyor.
Türkçe’de bir deyim vardır: “Yiğit lakabıyla anılır.” 1901-1970 yılları arasında yaşayıp, 1920’lerden sonra basın merkezi Bâbıâli’de bir fırtına gibi esen Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun lakabı, “Deli Nizam” idi.
Tarihteki ünlü Tepedelenli Ali Paşa’nın soyundan gelen Nizamettin Nazif, Kavala Mutasarrıflığı’na bağlı Taşoz Adası’nda 1901 yılında doğdu.
Nizamettin Nazif, ilk öğrenimini Drama ve Selanik’te yaptı, daha sonra ailecek geldikleri İstanbul’da bazı yabancı liselerde eğitim gördü, ama disiplin kabul etmez karakterinin ilk işaretlerini vererek buralarda uzun süre okuyamadı.
Heybeliada Deniz Lisesi’ndeki öğrenimini ise; “lenfatik gudde iltihabı” hastalığı nedeniyle tamamlayamadı. Bundan sonra, önce Hukuk Fakültesi’ne, ardından Yüksek Ticaret Mektebi’ne devam ettiyse de oralarda da dikiş tutturamadı.
Kendisi bir yazısında, 1917 yılında 300’ü aşkın aday arasında imtihanı kazanarak Sabah gazetesinde çalışmaya başladığını, Mütareke döneminde Sapancalı Hakkı’nın çıkardığı İstiklâl gazetesinde Fransızca mütercimi olarak görev yaptığını söylemektedir.
Kuva-yı Milliye’den hapse Nizamettin Nazif
Kurtuluş Savaşı’nın ilk günlerinden itibaren Ankara’daydı Nizamettin Nazif, yaşı 20 dolayındaydı. Kendisi Sivas Kongresi’ni yerinde izlediğini söylüyor.
Heyet-i Temsiliye Reisi olarak Mustafa Kemal Paşa 1919 yılının 25 Aralık günü Ankara’ya geldiğinde hemen bir gazete çıkarmaya karar verdi. Adını da kendisinin koyduğu Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin ilk sayısı 10 Ocak 1920’de çıktı.
Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yazı işleri müdürlüğü (tahrir müdürlüğü) Nizamettin Nazif’in üzerindeydi. Bir yandan Hâkimiyet-i Milliye’de çalışırken, aynı zamanda Kastamonu’da çıkan “Açık Söz” gazetesine yazı verdiğini, İstiklâl Mahkemesi’nin karşısına ilk kez bu yazılardan biri yüzünden çıktığını ve beraat ettiğini söylemektedir.
Nizamettin Nazif’in Hâkimiyet-i Milliye’deki görevi uzun sürmedi, basındaki maceralı yaşamının ilk işaretleri görüldü.
Hem İslamcı, hem de Bolşevik yaklaşımları olan Yeşil Ordu Cemiyeti’nin sözcüsü Seyyare-i Yeni Dünya, Ağustos 1920’de Eskişehir’de Arif Oruç’un yönetiminde yayımlanmaya başladı. Arif Oruç, Nizamettin Nazif’in dayısıydı. Nizamettin Nazif gazeteciliğe orada devam etti. Bu gazete 20 Ocak 1921 tarihinde hükûmet mensupları tarafından basılıp tahrip edildi ve bu arada Nizamettin Nazif de tutuklandı. Bu tutukluluktan beş ay sonra TBMM’den çıkan özel bir af kanunuyla serbest kaldı.
Anadolu’da sol yayıncılığın ardından İstanbul’a döndü
Hapisten çıkan Nizamettin Nazif, önce Erzurum mebusu Hoca Salih Efendi’nin yayımladığı Şarkın Sesi gazetesinde çalışmaya başladı. Tokat milletvekili Nâzım Bey’in çıkardığı haftalık Yeni Hayat dergisinde de görev aldı.
Yeni Hayat, 26 Eylül 1922’de kapatıldı. Bu dergi, komünist görüşlü Halk İştirakiyûn Fırkası’nın sözcüsüydü. Dergi kapanmadan önce yapılan Fırka Kongresi’nde Nizamettin Nazif, Moskova’da toplanacak III. Enternasyonal Kongresi’nde Halk İştirakiyûn Fırkası’nı temsil edecek üç delegeden biri olarak seçilmiş ve Moskova’ya gitmişti.
Nizamettin Nazif, Moskova’da bir yıl kadar kaldı. Bütün bu olaylardan sonra, önce İzmir’e giderek Arif Oruç’un yayımladığı Yeni Turan gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü üstlendi, gazete kapanınca İstanbul’a dönüp Bâbıâli’de çalışmaya başladı.
Siyaseten de aktif komünistlikten, romantik ve pasif komünistliğe geçmişti. Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde komünistlerin yargılandığı davanın 22 Ağustos 1925 günkü kararında beraat edenlerin arasındaydı.
Beyoğlu muhabirliği ve gazetelerde ‘palavra edebiyatı’
1924-1927 yılları arasında İstanbul’da Bâbıâli’de önce, 19 sayı çıkabilen Âlem’e, ardından Doğru Söz gazetesine sekreter yardımcısı olarak girdi. Bu arada komünistlerin yayın organı Aydınlık dergisinde de bazı yazıları yayımlandı.
1926’da Mahmut Soydan’ın çıkarmaya başladığı Milliyet’in Beyoğlu muhabiri ve gece sekreteri oldu. Bir yıl sonra bu kez Akşam gazetesinin Beyoğlu muhabirliğini yapmaya başladı ve beş yıldır sürdürdü. “Beyoğlu muhabiri” bu semte gelen yabancılarla temasa geçen ve röportaj yapan, şüphesiz yabancı dil bilen muhabirler için yapılan bir tanımlamaydı.
Hayalî bir mülakatının Akşam’da çıkmasından dört saat sonra, o olağanüstü mülakatı yapan yazarı Son Saat sahipleri kendi yazı heyetlerine katmaya lüzum görmüşlerdi.
Nizamettin Nazif, asıl ününü, 1927’de “Kara Davut” romanını Vakit gazetesinde tefrika ettirmeye başlamasıyla sağladı. Büyük bir ilgi toplayan tefrika, gazetenin satışını artırdı. Roman, II. Murad döneminde geçiyordu, “Kara Davut” adında soylu ama başına buyruk bir Türk beyinin maceralarını anlatmaktaydı. Tefrikaya ilgi o kadar büyüktü ki; İkdam gazetesinde kronikler yazmakta olan Ahmet Haşim 19 Nisan 1928 tarihli köşesinde şunları yazma ihtiyacı duydu:
“Şimdi her yerde büyük mümessilleri bulunan macera edebiyatının bize tanıttığı isimler içinde halkın merakını en fazla harekete getiren Nizamettin Nazif’tir. Hayatın daha keskin zevkini ve daha güzel olabileceğini bize bir an tahayyül ettirmek edebiyatın en güzel vazifelerinden biridir. Nizamettin Nazif’in palavra edebiyatı işte bu işi görüyor.”
Fatih Sultan Mehmed’e atılan tokat, okurların tepkisini çekti
Nizamettin Nazif tefrikanın birinde, daha henüz genç yaşta bir şehzade olan Fatih Sultan Mehmed’e Kara Davut tarafından bir tokat attırınca yer yerinden oynadı. Okuyuculardan büyük bir tepki geldi. Gençler Beyazıt’ta üniversitenin bahçesinde Nizamettin Nazif’i kınama mitingi yaptı. Bir rivayete göre de o sıralarda yazdığı gazeteyi bastılar. Bütün bu gürültü patırtılar üzerine gazete tefrikayı yayımlamaktan vazgeçti.
O günlerde bu olay gündemi meşgul etmeye başlamıştı. 1930 yılının ağustos ayı başında Serbest Fırka’nın kuruluşu hikâyesini de anlatan Yol Ayrımı romanında Kemal Tahir, bir gazete dağıtımcısı ile gazete patronu arasında geçen konuşmada bu olaya şöyle değiniyordu:
“… Furyayı sezinleyip gereğini yapmazsam, parsayı toplayamazsam, Asım Bey, başdağıtıcı defterinden beni sil, avanak defterine yaz! Biz bu furyayı biliriz. Nizamettin Nazif Bey’in Kara Davut romanında gördük, aklında mı? Ne fayda ki, adı üzerinde Deli Nizam Bey, coştu, azdı, kendini tutamadı; Kara Davut zibidisine Fatih Sultan Efendimizi tokatlattı. Tokatlattı da ne oldu? Araba yükleriyle satmaya yetiştiremediğimiz gazete, ertesi gün baktım ki, araba yükleriyle olduğu gibi geri gelmiş. Kapının önüne yığılmış. İçeri taşımaya yeterince hamal bulamadık da akşamlara kadar Bâbıâli’ye maskara olduyduk.” (Kemal Tahir, Yol Ayrım, Sander Yayınları, Nisan 1971, Sayfa: 37)
Ve lakap takıldı: Deli Nizam
Bütün bu olayların, artık adı ‘Deli Nizam‘a çıkmış Nizamettin Nazif’i etkilemediği anlaşıldı. Olaylar yatışınca tefrika devam etti, Nizamettin Nazif, Fatih Sultan Mehmed’i aşağılamayı sürdürdü ve daha sonra yazdığı kitaplarda da bu aşağılamalardan Yıldırım Beyazıd ve Kanuni Sultan Süleyman da nasibini almıştı.
“Kara Davut” uzun soluklu bir romandı. Üç kitap olarak yayımlandı. İlk ikisi 1928 yılında çıktı. Kitaplar sırasıyla büyük boy 406 ve 407 sayfaydı, resimliydi ve resimleri Abidin Dino yapmıştı. Üçüncü cilt, 1929’da Latin harfleriyle Resimli Ay Neşriyatı olarak çıkmıştı. Gördüğü rağbet üzerine, kitap 1930’da Kanaat Kütüphanesi tarafından yeniden basılacaktı.
1928 Nizamettin Nazif’in yazarlığının bereketli yılı olmuştu. Bu yıl gene önceki gibi, tefrika edilen romanı “Deli Deryalı” yayımlandı. Kitap büyük boy 323 sayfaydı. Kanuni Sultan Süleyman devrinde geçen tarihî bir romandı. Ercüment Ekrem’e (Talu) ithaf edilmişti.
Gene aynı yıl, tanınmış halk kahramanı Köroğlu‘nu konu alan romanı da, önce İkdam gazetesinde tefrika edildi. Sonra iki cilt hâlinde kitap olarak yayımlandı. Nizamettin Nazif, bu kez eserini Yusuf Ziya’ya adamıştı. İki kitabını da, okuyucu rağbetini iyi değerlendiren, dönemin tanınmış yayınevlerinden Kanaat Kütüphanesi yayımlayacaktı.
‘Vakit gazetesi, Türkiye’nin Le Figaro’su gibi bir şey’
Ancak 1928’in kasımındaki “Harf Devrimi” bu tatlı günleri sonlandırıverdi. Nizamettin Nazif, Vakit’e verdiği ilk romanından başlayarak kendisi için pek verimli ve bereketli geçen 1926-1928 yıllarını şöyle anlatacaktı:
- 1926’da Vakit’in roman yazarları arasına katıldım. Bu katılış o devreye göre büyük bir meslek meziyetiydi. Çünkü Vakit Türkiye’nin Figaro’su gibi bir şeydi. Edebî değeri en üstün gazetemizdi. Yalnız Halide Edip ile Hüseyin Rahmi’nin ve Reşat Nuri’nin romanlarını tefrika etmekteydi. Ben bunların arasında önce dördüncü sayıldım, fakat iki ay sonra gazete sahibi indinde birincileri oluverdim.
- Tefrika romanlarım Vakit’e, o zamana kadar Bâbıâli’nin görmediği ve Bâbıâli’de görülmemiş bir tiraj kazandırdı. 1927’de hem Vakit’in hem İkdam’ın tefrika romancısı olmuştum. Aynı yılın sonunda bir romanım da Ali Naci’nin İkdam’ında tefrika edilmeye başladı. Milliyet de kendini benden mahrum etmedi. Dört günlük gazetede ayın zamanda romanları tefrika edilen bir muharrir oldum.
‘Rotatif bobinlerini çiftlik gibi ve kalemi sapan gibi kullanan adam’
- İstanbul’da Rumca çıkan Meterismisis ve Fransızca çıkan Le Journal d’Orient gazeteleri, romanlarımın Rumca ve Fransızca tercümelerini tefrika etmekteydi. Kısa bir süre sonra da Atina’nın Akropolis’i, Sofya’nın Urro’su, Belgrad’ın Politika’sı romanlarımı tefrika etmeye giriştiler.
- 1928 harf değişikliğine kadar İstanbul’da neşredilmiş dergiler arasında benden yazı almamış olanı hemen hemen yok gibidir. Rahmetli Ahmet Haşim, İkdam’daki ‘Bize Göre’lerinden birinde yazdığı gibi, artık ben ‘rotatif bobinlerini çiftlik gibi ve kalemi sapan gibi kullanan adam’ olmuşum. Harf değişimi bütün bu gazete ve dergileri yere serdiği gibi, benim bu yazı ve kazanç sellerimi de bir anda kurutuverdi.
Gazeteden gazeteye Nizamettin Nazif
Nizamettin Nazif, 1929 başında İzmir’e giderek Ahenk gazetesini yönetmeye başladı. Bu arada ona artık bir gazete yetmiyor, diğer bir İzmir gazetesi olan Yeni Asır’da hem köşe yazarlığı yapıyor, hem de bir romanı tefrika ediliyordu. Ayrıca Hizmet gazetesinde “Girid’i Nasıl Aldık?” başlıklı tefrikası yayımlanıyordu.
Nizamettin Nazif her zamanki uçarılığıyla İzmir’i kısa bir süre sonra terk edip tekrar İstanbul’a dönecek ve özellikle sol aydınların toplandığı, Zekeriya-Sabiha Sertel çiftinin yayımladığı Resimli Ay dergisine kapılanacaktı. Bu dergide Nizamettin Nazif gibi solculuğuyla tanınmış yazarlar; Nâzım Hikmet, Sadri Ethem, Sabahattin Ali, Fatma Nudiye, Suat Derviş gibi isimler yazıyordu.
‘Havlamayınız efendiler’
Nizamettin Nazif’in yazıları sert ve üslubu kavgacıydı. Örneğin Resimli Ay dergisinin Nisan 1929 sayısında (sayfa 28-29), Osmanlı döneminin ilk konservatuvarı olan Darülbedayi etrafındaki tartışmalara cevap yazmıştı. Dergi yönetimi Nizamettin Nazif’in boy resmiyle yayımladığı bu yazıyı okurlara şöyle sunuyordu: “Kara Davut müellifi Nizamettin Nazif Bey, Kara Davud’un güneş altında parıldayan kılıcı gibi lisanıyla Darülbedayi etrafında koparılan gürültülere cevap veriyor ve diyor ki: Havlamayınız efendiler!”
Nizamettin Nazif, kendi anlatımına göre; Milliyet’in sahibi Siirt mebusu Mahmut Soydan’ın davetiyle İzmir’den İstanbul’a döndü ve çok övündüğü, “ölüyü dirilten” diye tanımladığı tefrika romanı Battal Gazi’yi yazdı.
Bu sıralarda Nizamettin Nazif’i derinden etkileyecek bir gelişme oldu. Arif Oruç bir süre sonra, yaşadığı İzmir’i terk ederek İstanbul’a geldi. 1929’un aralık ayında Yarın adlı günlük bir gazete çıkarmaya başladı. Doğal olarak gazetenin sürükleyici ismi Nizamettin Nazif olacaktı.
Kâr paylı gazete ortaklığı ve İsmet Paşa’ya muhalefet
Kendisi gazetecilik yaşamını anlattığı anılarında, gazeteye “satış, kâr getirdiği takdirde yüzde kırkını almak” koşuluyla ortak olduğunu söylüyordu. Yarın gazetesi ilk günlerde sansasyona kapalı bir yayın izlerken 12 Ağustos 1930 tarihinde Fethi Okyar’ın, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın teşvikiyle Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurmasıyla değişti.
Estirilmek istenin demokrasi rüzgârına gereğinden fazla kendisini kaptıran ise ‘Deli Nizam‘ın Yarın gazetesi oldu. Resmen yeni fırkanın sözcülüğünü üstlendi. Başvekil İsmet Paşa’yı ağır bir biçimde eleştirmekteydi. Doğal olarak hükûmeti tutan gazetelerle polemiğe girildi. Ali Naci’nin İnkılâp‘ıyla, Yunus Nadi’nin Cumhuriyet gazetesiyle kalem kavgaları yapıldı.
O günlerde Deli Nizam bir fırtına gibi esiyordu. Yarın‘ın tirajı o günler için erişilmez bir rakam olan 50 binlere çıkmıştı. Bazı günler tükenen nüshaları, el altında 50 kuruşa, 1 liraya satılıyordu.
Bu şaşaalı ve karmaşık ortam 97 gün sürebildi. Fethi Bey gelişmeler üzerine 17 Kasım 1930’da partiyi feshetti. Yarın gazetesi de böylece açığa düşmüştü. Serbest Cumhuriyet Fırkası kendini feshedip 1931’de hükûmete gazete kapatma yetkisi de veren yeni Matbuat Kanunu yürürlüğe girince Yarın kapatıldı.
‘Burada Nizam vardır, intizam olmaz’
Nizamettin Nazif, gazetesine, yakın arkadaşı Vâlâ Nurettin’i de sürüklemişti. O dağdağalı günlerde gazeteyi birlikte yönetiyorlardı. Nizamettin Nazif’in dizginlenemez düzensizliğinden bıkan Vâlâ Nurettin gazetenin girişine şu yazıyı koydurmuştu: “Burası bir iş yeridir, nizam ile sükûneti muhafaza ediniz!”
Akşama kalmadan Nizamettin Nazif bu yazıyı şöyle değiştirtti: “Burada Nizam vardır, intizam olmaz!”
Nizamettin Nazif’in her ne kadar lakabı “deli” idiyse de Yarın gazetesi kapatıldıktan sonra akıllanmıştı. Zaten yakınlarına; “Deli numarası yapmak her zaman işe yarar, ama en mühim koşul insanın kendisinin deli olduğuna inanmamasıdır” diyordu.
Egemen güçlerle çatışmanın başına ne gibi işler açabileceğini pek çok kez yaşayarak görmüştü. İktidara biat etmeye karar verdi; bunu kendine has bir biçimde, tantanayla yapıp yeni konumunu pekiştirmek istedi.
Atatürk’ün de bir sahnede yer aldığı ‘Bir Millet Uyanıyor’ filmi
Yakın arkadaşı, Darülbedayi yöneticisi ve neredeyse ülkenin tek sinema yönetmeni olan Muhsin Ertuğrul ile Bir Millet Uyanıyor filmini yapmayı kararlaştırdı. Filmin senaryosunu da Nizamettin Nazif yazdı.
Film bir Kurtuluş Savaşı ve Gazi Mustafa Kemal Paşa güzellemesi olacaktı. Deli Nizam’ın anlatımına göre Atatürk senaryoyu beğenmiş, hatta TBMM’de okuyacağı nutku Çankaya Köşkü’nde kameralar önünde tekrarlayarak filmde yer almayı bile kabul etmişti.
“Atatürk Çankaya’da bizi kabul etti. Biraz izahat istedikten sonra fon olarak getirdiğimiz kara örtünün önüne geçti ve nutkunu irada başladı. Makine rahat rahat işliyor, şefin sesi çok rahat değiştirebiliniyordu. Bu arada sol taraftaki bir kapının önünde Bayan Afet, bir milletvekili ve General Kazım beliriverdi. Üçü de yüksek sesle konuşuyorlardı. Atatürk’ün yüzünde ani bir değişiklik oldu, onlara dönüp seslendi: ‘Susunuz! Film çeviriyoruz. Salona gidiniz.’ Atatürk’ün siniri bozulmuştu bir kere… ‘Bırakalım’ dedi. Filmcilerin ısrarıyla devam etti. O sırada bahçıvanla birkaç kişi kapının yanında gülüşmeye başlamasın mı? Atatürk bu kez gürledi: ‘Ne o? Biz burada komedya mı oynuyoruz, yoksa bir devlet şefi gibi halka mütelaamızı mı bildiriyoruz. Bu ne terbiyesizliktir? Gülmeyiniz, çekiliniz, yıkılınız, gidiniz?’ Sonra nutkunu tamamladı. Filmcileri uğurladı.”
Nizamettin Nazif’in anılarında dile getirdiği sahne, filmin son hâlinde yer almıyor. Ancak filmin 50. dakikasında Atatürk görülüyor ve tören kıtasını selamlarken kameraya bakıyor:
Bir Millet Uyanıyor filmi, Yarın gazetesinin kapatılmasından bir yıl sonra, 1932’de çevrilmiş ve büyük başarı kazanmıştı. Başarıyı perçinlemek isteyen Nizamettin Nazif senaryoyu roman haline getirip Cumhuriyet’in 10’uncu yılında Kanaat Kitabevi’nden kitap olarak yayımlattı.
Nizamettin Nazif artık rejime sadakatini kanıtlamıştı. “Deli” rolünü oynamaya da devam edebilirdi.
‘Günde dört beş magazin sayfası, bir başmakale, iki tefrika’
Bir yandan da gazeteciliğini sürdürüyordu. Yarın‘ın ardından, önce eski Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt ve Trabzon milletvekili Nebizâde Hamdi Bey (Ahmet Hamdi Ülkümen) ile birlikte Halkın Sesi gazetesini yayımladı. Fakat iki ortağı, Nizamettin Nazif’in deyimiyle “başmakale yazmak meraklısı” olduğu için onlarla geçinemedi ve ayrıldı.
1931’de “Kara Davut” adlı, haftada iki gün çıkan bir halk gazetesi yayımlamaya başladıysa da başarılı olamadı.
Aynı yıl arkadaşı Vâlâ Nurettin ve Vakit‘in sahibi Hakkı Tarık Us ile birlikte, küçük ortak olarak Haber adlı akşam gazetesini kurdular, ama hesap işlerinde pek usta olan Hakkı Tarık ile bozuşunca iki arkadaş kendi gazetelerini yayımlamaya karar verdi. Yeni gazetenin adı Her Gün idi.
Vâlâ Nurettin’le geçinemedikleri için bir süre sonra Her Gün de kapandı.
Devletin ‘basın murahhası’ oldu
1933’te Saat-12 adlı bir gazete çıkardı, batırdı. Bir ara yine Milliyet’e girdi. Kendi anlatımıyla; günde dört beş magazin sayfası, bir başmakale, iki tefrika yazdığı oluyordu.
1936’da Etem İzzet Benice ile birlikte Velid Ebüzziya’nın Zaman gazetesini satın aldılar ve bir süre sonra Açık Söz adıyla yayımlamaya başladılar. Bu arada, dönemin tutulan haftalık dergileri Yedi Gün ve Yeni Gün’de yazmaya başlamıştı.
Bütün bu gazete ve dergilerde egemen güçlerin hoşlanacağı yazılar kaleme alıyordu. Bunun ödülünü de aldı. 1936’daki Montrö Boğazlar Konferansı’na ve 1939’da İran Veliahtı Rıza Pehlevi’nin Mısır Kralının kız kardeşi Fevziye’nin düğününe resmî görevli olarak, “basın murahhası” adıyla gönderildi.
Asparagas söyleşiler ve yayıncılıkta seri girişimcilik
Nizamettin Nazif yapısı gereği, sürekli gazete değiştiriyordu. Çalıştığı gazetelerde; köşe yazısı yanında tefrika romanlar yazıyor, tarih sohbetleri ve röportajlar da yapıyordu. Bu arada röportaj yaptığını söylediği kimselerle hiç görüşmeden röportajlar kaleme aldığı da oluyordu. Durum ortaya çıkınca da, “Gerçekten görüşseydik sanki yazdıklarımdan daha güzel şeyler mi söyleyecekti” gibi sözlerle kendisini savunuyordu.
1937’de Etem İzzet Benice’nin gazetesinden ayrıldı. 1940’ta sahibi olduğu İstiklâl adlı bir gazete çıkardı ama, patronluğunda da nizamsızlığını sürdürüyordu. Atak davranıp bir süre sonra Son Havadis adında bir akşam gazetesi de çıkardı. Ama İkinci Dünya Savaşı’ndaki sansürü artıran sıkıyönetim tarafından gazetesi sık sık kapatılıyordu. Bundan sonra da birkaç gazete ve dergi çıkaracak, hiçbiri uzun süreli olamayacaktı.
Yazılarını hep son dakikaya bırakıyor, ama ne yapıp edip yetiştiriyordu
İstiklâl gazetesinde, II. Meşrutiyet’in ilan edildiği günlerde geçen “Karlı Dağlar (Makedonya)” adlı bir romanı tefrika edildi. 1944 yılında “Fatma’ya Mektuplar” adlı bir kitabı yayımlanmıştı. Aynı yıl Son Telgraf gazetesinde tefrika edilen “Kolkola” romanı Semih Lütfi Yayınevi tarafından kitap olarak basıldı. Daha önce 1941’de “Son Balo” adıyla yayımladığı, Atatürk’le ilgili eseri de, 1944’te “Atatürk’ün Son Balosu” adıyla yeniden yayımlandı. 1941’de Yeni Mecmua‘da, 1946-1948 yılları arasında Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu dergisinde yazıları yayımlandı.
Deli Nizam bu arada dış politikaya merak sarmıştı. 1945’te “1945 Komedyası Başlıyor” ve “Potsdam Muamması” adlarında, o günlerin dış politikasıyla ilgili iki kitapçık yayımladı.
14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonraki yeni dönemde Nizamettin Nazif’in yine Bâbıâli’nin renkli bir tipi olan, eski arkadaşı Etem İzzet Benice’nin Son Telgraf ve Gece Postası gazetelerinde çalıştığını görüyoruz. “Deli” lakabının, adının iyice ayrılmaz parçası olduğu da artık inkârı imkânsız bir gerçek gibi bütün basın camiası tarafından kabul ediliyordu. Disiplinsiz yaşamanın sonucu, vereceği yazıları, hep son dakikaya bırakıyor, ama ne yapıp yapıp yetiştirmesini de biliyordu.
Atatürk’ün Abdülhamid uyarısıyla ilgili Deli Nizam iddiası teyit edilemedi
Nizamettin Nazif, 1955-1959 yılları arasında Hürriyet gazetesinde çalıştı. 1958’de II. Meşrutiyet’in ilanının 50’nci yılı münasebetiyle ilgili yazdığı bir yazıda; Atatürk’ün kendisini bir gün Dolmabahçe Sarayı’na çağırıp gazetesinde yazdığı Karlı Dağlar (Makedonya) adlı tefrikasını ilgiyle takip ettiğini söyledikten sonra; “Yalnız Abdülhamid’i hiç sevmediğin belli… Yine sevme Abdülhamid’i ama hatırasına sakın hakaret edeyim deme. Senin kuşağın biraz daha ölçülü kararlar vermeye alışmalı” dediğini anlattı.
Okuyucular; doğruluğunu tahkik edemeyecekleri bu hatıranın yazılış nedenini pek anlamadılar ve Nizamettin Nazif’in olağan sayılabilecek bir fantazisi sandılar ama, o tarihten üç yıl sonra yayımlanacak Abdülhamid övgüsü dolu kitaplar çıkınca, kaleme alınan hatıraların amacı anlaşıldı.
‘Hataları sevaplarıyla dip doruk gazeteciydi’
1959’da “Bilinmeyen Taraflarıyla Atatürk” kitabını yayımladı. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra ise Nizamettin Nazif’in renkli kişiliğini gösteren eylemlerine tanık olundu. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) saflarında politikaya atıldı ve 16 Ekim 1961 seçimlerinde CHP listesinden İstanbul milletvekili adayı oldu, ama sıralamada 31’nci sıradaydı. Nispi seçim sistemi uygulandığından seçilme şansı zaten hiç yoktu. Son sıraya konulmasının Nizamettin Nazif’i kızdırdığına şüphe yoktu. Bu durumda hızla sağa kaydığı görüldü.
1967’de girdiği “Yeni İstanbul” gazetesinde, “Bence” sütun başlığı altında fıkralar yazmaya devam eden Deli Nizam, 25 Mayıs 1970’te hayata gözlerini yumdu. Bedii Faik, anılarını içeren Matbuat, Basın Derkeeen… Medya‘da (Doğan Kitap, I. Cilt, Mayıs 2001, Sayfa: 239) Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nu şöyle değerlendiriyordu:
“Hep hayıflanmışımdır; Bâbıâli’de gereği kadar ciddiye alınıp, gereğince itina görmüş ve saygı gösterilmiş bir adam değildi! Buna o, hiç mi hiç önem de vermemiş, belki de bu hiçbir şeye metelik vermeyen serazat tavrından dolayı da biraz öyle karşılanmıştır ama, bence tepeden tırnağa enteresandır, tepeden tırnağa yazar, tepeden tırnağa hatip ve inişleri çıkışları, hataları sevaplarıyla dip doruk gazeteciydi!”
- Bu yazı; Emin Karaca‘nın henüz bitmemiş “Deli Nizam. Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun Hayatı, Mücadelesi ve Eserleri” çalışmasından özetlenerek alınmıştır.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – KAYBOLAN BÂBIÂLİ’NİN ARDINDAN YAZI DİZİSİNDE TÜM BÖLÜMLER