Seyahat

Dublin’de hafta sonu kaçamağı: Sürekli şaşırtan kent

Dublin, dakikası dakikasına uymayan, sizi sürekli şaşırtan bir yer. Hava bir güneşli, bir yağmurlu… Arnavut kaldırımlı sokakları, içinden canlı İrlanda müziği taşan barları, güzel kafeleri, eski kitapçıları, ünlü yazarları ve farklı mimarisiyle uluslararası kimliklere ev sahipliği yapan kozmopolit bir şehir burası.

İlk kez gidip de kısa zaman geçireceğim yerlerde hiç acele etmem; her şeyi muhakkak görmeliyim, deneyimlemeliyim diye telaşlanmam. Nasılsa bir kez daha gelirim diye düşünürüm hep. Tek programladığım konu yemek olur, onun dışında akışına bırakmayı tercih ederim. Vasıta da gerekmedikçe kullanmam ki, sokaklarında gizli hayatı keşfedebileyim. Dublin bu anlamda beni şaşırtmadı, hem araştırıp gittiğim kafeler, hem de tesadüfen karşıma çıkan kitapçılar, pub’lar ve manzaralar beni bir hayli etkiledi.

Her gün yiyebileceğiniz yemekler: The Fumbally

İki katlı turistik otobüslere binip Guiness Storehouse ve benzeri turlara katılmak yerine şehri yaşamayı seçtim, tabii bunda üniversiteden arkadaşım Mehmet’in de payı büyük. Kendisi beş yıldır Google’da çalışıyor ve şehri iyi tanıyor.

İlk durağımız öğle yemeği için The Fumbally oluyor. Bir süredir merak ettiğim bir yer burası, nedeni de tabii sağlıklı beslenmeyi kendine felsefe edinmiş bir kafe olması. Dünyada bu trendin giderek yaygınlaşıyor olması iyiye işaret bence. Artık şehirli çalışan insan ne yiyip içtiğinin farkında, sadece kilosunun değil sağlığının da derdinde. Cumartesi olması nedeniyle biraz sıra bekliyorsunuz ama değer, brunch için ideal bir mekan. ‘Kale’ (kıvırcık lahana) ile hazırlanan The Fumbally eggs ve fermente içeceklerden ‘kamboucha’ (kombu çayı) denedik. “Her gün yiyebileceğiniz yemekler” olarak tanımladıkları menüleri gibi dekorasyonları da oldukça sade.

Doğa ve kültürün buluşması

Kısa bir yürüyüşün ardından şehrin merkezinde bulunan en büyük yeşil alana, St Stephen’s Green adlı bahçeye doğru yol alıyoruz. Göl manzaralı fotoğraflar çekip tura devam ediyoruz. Alışveriş caddesi Grafton Street’ten geçerek Trinity College‘a varıyoruz. Samuel Beckett ve Oscar Wilde gibi ünlü mezunlar veren üniversite, 1592 yılında kurulmuş ve İrlanda’nın en büyük kütüphanesine ev sahipliği yapıyor. Hem Kells Kitabı‘nın sergilenmesi, hem de Harry Potter filmlerinden sahneleri anımsatması nedeniyle kütüphane büyük ilgi görüyor. Orta bahçede bulunan heybetli çınar ve dünya figürü yine okulun simgeleri arasında.

St. Patricks Day yazılı, yeşilin her tonundan giysileri görebileceğiniz George’s Street Arcade‘e giriyoruz. Yeşil bir şeyler almak şart, ama seçenek çok! Hiç yoktan iyidir deyip Dublin magnetleri alıp çıkıyoruz. Sırada kahve molası var, Mehmet’in tavsiyesiyle Industry & Co’ya giriyoruz. Modern bir dekorasyon mağazasıyla iç içe olan mekân oldukça kalabalık, yer bulur bulmaz güzel birer Americano içerek kendimize geliyoruz. Sırada Dublin Kalesi ve bitişiğindeki Dubhlinn Bahçesi var. Kelt dilinde Dubh Linn, siyah havuz demekmiş bunu da öğreniyoruz.

İrlanda müziği ile tanışma

Şimdi hedef, şehrin en kalabalık bölgesi Temple Bar ve hemen paralelinden geçen Liffey Nehri. Ha’penny Köprüsü’nü günbatımında yakalıyoruz, manzara etkileyici. Gün artık kendini Temple Bar’ın kollarına bırakırken, yan yana dizilmiş pub’lar da bizi çağırıyor. En ünlüsü, bölgeye de adını veren The Temple Bar’dan başlıyoruz ‘pub crawl’a. İlk içkilerimizi burada yudumluyoruz, henüz canlı müzik başlamamış ve kalabalık, sahnenin etrafında giderek artıyor. “İrlanda müziğini mutlaka dinlemelisin” diyor Mehmet, bir başka bara geçiyoruz. Bu müziğe has İrlanda yan flütlü bir gruba denk geliyoruz, tam aradığımız gibi!

Bir grup kadın çığlık çığlığa şarkılar söylüyor, bir bekarlığa veda partisinin hemen yanı başındayız. Zaten İrlandalılar sıcak insanlar, neredeyse her şarkıya eşlik ediyorlar… Aziz Patrik gününe hazırlanır gibiler, 17 Mart’ta barlar sokağa dökülecek ve her yer yeşillenecek. Dublin’i ziyaret etmek için ilginç bir dönem.

Aziz Patrik’i anma günü, Hıristiyanlar için kutsal bir gün. İrlanda kökenlilerin ilk olarak Amerika’da başlattığı kutlamalar zamanla bir festivale dönüşüyor. Chicago’da nehir yeşile boyanıyor her sene ve sadece İrlandalılar değil, yeşilini giyen herkesin katıldığı bir şenlik olarak kutlanıyor.

Tüm lezzetiyle tembel bir pazar

Dublin’de ikinci gün güzel bir Pazar brunch’ı ile başlıyor. İstikamet Bath Avenue’daki Farmer Browns. İstanbul’da katiyen iyisini bulamadığım ‘eggs avocado’yu ustalıkla yapıyorlar. Bu lezzetli kahvaltının ardından biraz yürüyoruz. Dublin Port civarında in cin top oynuyor, ne varsa şehir merkezinde! İrlandalı yazar Samuel Beckett’in adını verdiği köprü de bu civarlarda, modern bir tasarıma sahip ve şekli arpı andırıyor. Taksiye atlayıp bu kez o aklımda kalan kitapçıları gezmeye gidiyoruz. Tam bir pazar günü yaşıyoruz, en tembel haliyle.

Hodges Figgis (Waterstones) ve Ulysses Rare Books‘ta kitapları karıştırmanın keyfini çıkarıyoruz. Biraz alışverişin ardından soluğu Mehmet’in favori tatlıcısı Dolce Sicily’de alıyoruz. İlk ‘matcha çayı’ deneyimim biraz tatsız, ama tatlı yüzümüzü güldürüyor. Dışı çıtır, içi yumuşacık birer ‘cannoli’ söylüyoruz, tam kıvamında!

Akşam yemeği için tercihimiz deniz mahsulleri restoranı, bunun için de nehrin hemen öbür ucundaki The Winding Stair’e gidiyoruz. Önden kırmızı ve sarı pancarla süslenmiş mozzarellalı roka salatası, ana yemek olarak da çedarlı sosa yatırılmış mezgit balığı sipariş ediyoruz. Bugün yemek seçimleri hiç yanıltmadı bizi, yüzler yine gülüyor.

Yeniden gelmek için en az iki sebep

Eve dönüş pazartesi… Beyaz yakalılar sabah 9’da şehrin doğusuna doğru hareket halinde. Hem bankalar hem de Facebook, Google gibi şirketler bu bölgede yoğunlaşmış. Sabah ilk işim trafiği atlatıp Google ofisine gitmek, biraz da iş hayatını ve bu ünlü ofisi gözlemlemek. Bilardo masasından, salıncağa, langırttan lounge tipi rahatlama köşelerine, ne ararsanız var bu 13 katlı binada. Dublin’in tipik tuğla evlerinin arasından yürüyerek hayatı gözlemliyorum dönüş yolunda. Yeniden gelmek için en az iki sebebim var, onları düşünüyorum: Croke Park Stadyumu’nda bir rugby maçı izlemek ve Aziz Patrik Festivali’ni yerinde yaşamak!

Yeşil yoncam bana şans getirir mi bilmem ama her gittiğim yerde olduğu gibi burada da benden bir parça kaldığı hissiyle veda ediyorum Dublin’e…

“The light music of whisky falling into glasses made an agreeable interlude.”

James Joyce – Dubliners

 

Sergül Nguyen

Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans, Sciences Po Paris'te Avrupa Çalışmaları üzerine yüksek lisans eğitimini tamamladı. Ardından CNN Türk'te istihbarat ve dış haber muhabirliği yaptı. Şu an Galatasaray Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Çalışmaları bölümünde doktor adayı. Tezini medya etiği ve kozmopolitanizm üzerine yazıyor. University of Applied Sciences Utrecht'te araştırma yöntemleri üzerine dersler verdi.

Journo E-Bülten