Sendika olarak politik manevralar sonucu kayyım atanan veya ekonomik baskı nedeniyle kapanmak zorunda kalan gazetelerin emekçilerine nasıl yardımcı olmaya çalıştınız?
Kayyım aracılığı ile iktidarın gasp ettiği medya kuruluşlarında asıl olarak medya emekçileri mağdur oldu. Yüzlerce meslektaşımız işsiz kaldı, yasal haklarından yararlanamadı Bizim Sendika olarak bu medya kuruluşlarındaki arkadaşlar ile görüşmelerimiz kayyım atanmasının öncesine dayanıyor. Sendikamızda örgütlenmeleri konusunda girişimlerimiz olmuştu. Ancak kendi kurdukları sendikaya üye olmayı tercih ettiler. TGS’ye üye olanların sayısı 50-60 civarında kaldı. Buna rağmen bu arkadaşlarımızla ilişkimizi devam ettirdik. Kimseyi dışlamadık. Üyemiz olsun olmasın yanlarında durmaya çalıştık. Ortak eylemler yaptık. Hukuki anlamda destek verebileceğimizi söyledik ama böyle bir taleple TGS’ye başvuran olmadı. Kayyımın ilk atandığı günlerde neler yapmaları gerektiği konusunda görüşmelerimiz oldu. TGS İstanbul Şubesi Denetleme Kurulu’na seçilen ve kayyım nedeniyle işinden olan bir arkadaşımız aracılığı ile meslektaşlarımızın alacaklarının ödenmesi konusundaki girişimlerimiz hâlâ sürüyor.
Gerçekleştirdiğiniz dayanışma eylemlerinde farklı görüş ve mahallelerden gazetelerin emekçileri arasında bir ortaklaşma yaratabildiğinize inanıyor musunuz?
Hayır. Herkesin eteğinde o kadar çok taş var ki biz ne zaman ortak bir eylem yapalım desek “onlar katılmasın, bunlar gelmesin, onlar gelecekse ben katılmam” sözleri ile karşılaştık. Herkesin haklı olduğu konular var şüphesiz. Geçmişte yaşanmış acılar var. Bütün bunlar ortak hareket etmeyi engelledi. Ama sendikalar tam da bunun için var. Farklı kesimlerden, farklı düşüncelerden insanların bir araya gelip asgari müştereklerde birleşebildiği kurumlardır sendikalar. Bir sendikanın çatısı altında toplanan herkesin aynı fikirde olması gerekmiyor. Fakat ekonomik haklar ve basın özgürlüğü mücadelesinde ortak hareket edebilmesi gerekiyor. Bunu tam anlamıyla başarabildiğimiz anda TGS çok daha güçlü bir sendika haline gelecek.
Sendika olarak son dönemdeki güvencesizleşmede siyaset dışındaki boyutların rolü hakkında neler düşünüyorsunuz? Türkiye’deki güvencesizleşmeyi politika dışında hangi unsurlara bağlayabilirsiniz?
Türkiye’de medya emekçilerinin güvencesizliğinin nedeni iktidar ya da politikaları değil medya patronlarıdır. İktidarın uyguladığı politikalar nedeniyle basın özgürlüğü, editöryal bağımsızlık yok ediliyor. Medya patronları hükümet ile ilişkilerini bozmamak için gazeteciler üzerinde baskı yapıyor. Medya sektöründeki sendikasızlık hâli, medya patronlarının iktidar ile kurduğu ilişkiler gazetecilerin güvencesizliğinin sebepleridir.
Türkiye’deki mevcut medya sahipliği yapısının güvencesizlikle bir ilgisi olduğunu düşünüyor musun? Bu mülkiyet yapısı dâhilinde bağımsız bir medya oluşabileceğine unanıyor musun? Örneğin, Kumru Başer basında ‘orta saha’ denebilecek türdeki ana akımın ortadan kaybolduğunu söylüyor, siz ne düşünüyorsunuz?
Maalesef Türkiye’de bağımsız yayıncılık yapan bir medya kuruluşu yok. Ya siyaseten bir yerlere yaslanan ya da sermayeye yaslanan medya kuruluşları var. Bugün orta ya da büyük medya kuruluşu diye tarif ettiğimiz medya organlarının patronları sadece gazetecilik faaliyeti yürütmüyor. Hemen hepsinin inşaattan enerjiye, hizmetten gıda sektörüne kadar birçok alanda faaliyet gösteren şirketleri bulunuyor. Bu yüzden doğru, tarafsız habercilik yapma olanakları bulunmuyor. Örnek verecek olursak, herhangi bir sendikalaşma haberini büyük yayın organlarında okuyamıyoruz, izleyemiyoruz. Çünkü bu haberler yapıldığı zaman kendi şirketlerinde de sendikalaşmanın önünün açılacağını düşünüyor ve bu haberleri engelliyorlar. Gazetecilerin de büyük bölümünün toplu sözleşmeli bir çalışma düzeni olmadığı, güvencesiz çalıştırıldıkları için buna itiraz edemiyorlar. Sadece bu örnek bile gazetecilerin güvencesizliğinin belgesi.