Yorum

Emrah Serbes ve en kötü senaryonun şifresi

Paylaştığı “itiraf” ile sosyal medya tarihine ürpertici bir biçimde geçen ünlü yazar Emrah Serbes herkesi şoke etti. En çok da hayranlarını. Söylenecek fazla şey yok. Teslim oldu, tutuklandı, olay yargıda. Kazada yaşamını yitiren baba ile kıza rahmet, hayati tehlikesi devam etmekte olan biçare anneye acil şifalar ve sabır selamet diliyorum. İyileşse bile “yaşama” geri dönebilir mi o kadın, hiç bilemiyorum.

Tartışmalı itiraf ve sonrasında ortaya çıkanlar hakkında bir iki noktaya dikkat çekmek istiyorum, müsaadenizle.

Olay hakkında konuşan-yazan hemen herkes söze “Kahramanlaştırmayın” diye giriyor. Ancak kimdir kahramanlaştıran merak ediyorum. İtiraf metni kahramanlaştırılmayı talep etmiş-ummuş olabilir ama en ‘iyimser’ olanların bile “gereğini yapmış” dediğini ve herkes için çok üzücü olduğunu ifade ettiğini gördüm ben. Dolayısıyla kahramanlaştırma eleştirisi bağlamsız görünüyor. Geçtim kahramanlığı, “helal olsun” denecek bir şey asla yok ilk anda dahi bu vakada. İki ölüm, bir ağır yaralıya rağmen suçunu günler sonra itiraf eden biriyle dış kapının dış mandalı sosyal medya kişileri ne hakla helalleşebilir ki?

Ertuğrul Özkök’ün safça mı desem, enayice mi desem karar veremediğim yazısı da son derece yersiz ve yakışıksız o nedenle. İtiraf metninde vicdan kelimesi geçiyor diye ne bu saflık Ertuğrul Bey? Adam yazar, adam hayatını sözcüklerin yerini doğru hesap ederek kazanıyor. O sözcüğü oraya koyarak yaratmayı umduğu etkiye en kolay kapılan siz oldunuz, gazeteciye hiç yakışıyor mu? (Hele de o yazı parçasına yazarın kitabından cümleler serpiştirmek?) Gazetecilik şüphe demektir. Nitekim, Deniz Zeyrek’in yazısı bunu ortaya koyan bir muhasebe ve sağlama niteliğinde.

Emrah Serbes’in başına gelen gerçek bir trajedi. Kesinlikle. Evet. Genç yaşta büyük ün kazanıp çok satanlar arasında istikrarlı bir yer edinmiş bir yazar. Kitapları televizyona ve sinemaya adapte edilmiş, izlenme rekorları kırmış, fenomen olmuş. Yerli kara polisiye dendiği an akıllara gelen Behzat Ç. gibi bir antikahraman yaratmış. Ki Serbes’i kitlelerle bu çapta buluşturan, şöhretini çığ gibi büyüten de yazdığı hikayenin televizyona uyarlanmasıydı malûm. Bu sayede popülaritesi bir yazar için beklenmeyecek ölçüde arttı Serbes’in. Röportajlarında ve sosyal medyada sergilediği hırçın, raconcu, sivri dilli ve uslanmaz duruşu da yazdıklarıyla örtüşüyordu. Ait olduğu bir dünyadan mı sesleniyordu yazar, yoksa yazdıklarından fazlaca etkilenmiş halde miydi? Bilmiyorum, hiç yüz yüze gelmişliğim yok. Sorunun yanıtı bir muamma benim için o nedenle.

Bu çapta bir şöhretin ve başarının, hayranlığın ve maddi kazancın kişiyi ne ölçüde sarsabileceğini az çok tahmin ediyorum. Hiç kolay bir başa çıkma mücadelesi değildir. Yazdıklarından etkilenmişse de haksız bulup küçümseyemem. Hele ki yazdığı duble maço öykülerin yarattığı atmosferin toplumda bulduğu karşılığı düşününce. Erkek egemen kültürün kurbanı bir genç erkek olarak fazlaca havaya girmiş görünüyordu bana. Ama konu bu ya da bunlar değil.

Polis arabasına binerken bile “Emrah Serbes, sonunda ‘T’ yok” diye bağıran kişiye baktığımda, hâlâ kendi imajına katkı sağlamayı uman birini gördüm. Bu normal değildi. Bu kişi gerçekten de yazdığı kahramanlardan biri sanıyordu belki de kendini. Ancak kazada 112’yi aramamış olduğunu söylüyor haberler (telefon kayıtlarına göre). Ne o, ne de kazayı üstlenen arkadaşı aramış Acil’i. İtirafta yazan her şey çöp oluyor bu noktada çünkü bunun tek adı varsa o da “korku” olsa gerek.

Korkakça saklanmayı seçti o korkunç anda.

Vicdan değil o yüzden benim için bu vak’anın şifresi, sade ve sadece korku. Ölmüş de olabilirdi o feci kazada ama ölmedi. Arabadan sağ çıkınca gördüğü manzarada hayatının kaydığını gördü. Sahip olduğu her şeyi ve adının üstündeki istisnai fosforu kaybedeceğini anladığı için korktu. Doğaldır, kim korkmaz ki? Allah korusun. Hayat kimseyi böyle sınamasın.

Böyle bir anda ip gibi dosdoğru davranabilmek sanıldığı kadar kolay değildir. Hele de siz milyonlarca insanın cesareti, gözü karalığı, korkusuzluğu ile tanıyıp etkilendiği biriyseniz. Kimse oturduğu yerden atıp tutmasın, hiç kolay değildir.

Hak veriyorum korkmasına. Ödü kopar insanın. Tir tir titrer. Olanlar hiç olmamış olsun ister. Bunu diler, bunun için yapabileceği bir şey olsun ister. Delice ister zamanı geriye alabilmeyi. Ama ne çare. Allah korusun geri dönüşsüz hatalardan. Hepimiz insanız alt tarafı, büyük konuşmayalım. Bir an, bir saat, bir gün sonra bizi neyin beklediğini hiç bilmiyoruz.

Ama işte, ‘doğru’ bir tane sonuçta.

O anda 112’yi aramayan kişi her kim olursa olsun bütün kimliklerinden âzâde bir korkaktır. Bencil ve korkak. Olay bundan ibaret. İyi düşünülmüş vicdan soslu bir metinle kendini kahramanlaştırmaya çalışma sebebi de buydu herhalde. Korkaklığını saklamak.

Son olarak, ilk konduğu cezaevinden alınıp T Tipi bir cezaevine nakledilmiş Emrah Serbes. Yaşamın “sözcük oyunu” yazarı yaya bırakabiliyormuş, bunu da gördük.

Sevim Gözay

1993 yılında girdiği medyada birçok yapımda kamera arkasında çalıştı. 2000’de kamera önüne geçti ve kendi programlarına imza attı. Ödüllü programları Stüdyo: Sinematik Portakal ve Cosmopolis. Kitapları: Kasetten Canlı (2013), Sinemaskop Randevular (2015). İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede 14 Ocak 2021'de hayata gözlerini yumdu.

Journo E-Bülten