BirGün gazetesi muhabiri Mustafa Mert Bildircin, “Erbaş’ın Diyaneti” kitabını Sefa Uyar ile birlikte kaleme almıştı. Bildircin ile bu kitabı konuştuk. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ve Ali Erbaş’ı yakından takip eden gazeteci, Ankara’da bir Diyanet muhabirliğinin olmadığını ama kurumun “kendi muhabirlerini yaratma ihtiyacı” hissedip ona göre politika geliştirdiğini anlattı. Bildircin, “İktidara yakın kurumların muhabirleri, birkaç muhabir Ali Erbaş ile düzenli olarak bir araya geliyor. Hac davetleri alıyorlar. Mesela Ali Erbaş, belli kurumların Ankara temsilcileriyle bir araya geliyor. Üstü kapalı olarak bizi din düşmanı olmakla suçluyor” dedi.
BirGün gazetesi muhabiri Mustafa Mert Bildircin ve Cumhuriyet gazetesinin eski muhabiri Sefa Uyar’ın kaleme aldığı “İktidarın Kılıcı ve Kalkanı: Erbaş’ın Diyaneti” kitabı, nisan ayında Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlandı.
Bildircin gazeteciliğe 2017 yılında BirGün’de başladı, Uyar ise 2019 yılında girdiği Cumhuriyet’ten ayrıldı ve şu an TBMM’de milletvekili danışmanlığı yapıyor. “Erbaş’ın Diyaneti”, ikisinin de ilk kitabı. Bildircin de Uyar da çalıştıkları gazetelerde Diyanet İşleri Başkanlığı ve Başkanlık ile bağlı olarak tarikat ve cemaatlere ilişkin haberleri ile tanınıyor.
Kitap Diyanet İşleri’nin, Ali Erbaş’ın başkanlığı ile birlikte geçirdiği dönüşüme odaklanıyor. Sayfalar ilerledikçe; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın devasa bütçesinden her cuma camilerde okunan hutbelerin diline, Erbaş’ın açıklamaları ve yaptıklarından verilen fetvalara kadar pek çok ayrıntı sıralanıyor.
Kitap, Diyanet ve Erbaş hakkında çıkan haberlerin alt alta sıralanmasından ibaret değil. Öyle ki kitapta “hiç haber olmamış” bazı unsurlar da var. Kitabın adındaki “İktidarın Kılıcı ve Kalkanı” sözlerinden anlatılmaya çalışılan ise şu cümlelerle vücut buluyor:
- … en ufak bir toplumsal itirazda, iktidara yönelen veya yönelebilecek bir konuda iktidarın kalkanı görevi görme konusu… Tabiri caizse Diyanet, Muaviye’nin Sıffin Savaşı’nda mızrakların ucuna Kuran sayfaları taktırması gibi sıkıntılı olduğu değerlendirilen her konuda ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanı “Şükredin” dediğinde birden şükür temalı hutbe veriyor. Kriz mi var, hemen bir fetva dolaşıma sokuluyor. Siyasette işler kötü mü gidiyor, Diyanet İşleri Başkanı bir programda Cumhurbaşkanı ile birlikte dua ediyor. …
Mustafa Mert Bildircin ile genelde bu kitabı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı, Ali Erbaş’ı, tarikat ve cemaatleri ama özelde Ankara gazeteciliğini, Diyanet haberlerini, bürokrasi muhabirliği gibi bir alanın var olup olamayacağını, sektörde çalışan veya çalışamayan gazetecilerin yapıp ettiklerini konuştuk.
“Haber uçuyor, gidiyor…”
Hemen hemen her gün Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili haberlere imza atan bir muhabir olarak, bir de bunu neden kitap hâline getirdiniz?
[Kitapta] 2017 yılından bu yana kaleme alınmış haberleri alt alta koymadık. Milli Kütüphane’ye gidip arşiv taramasına ihtiyaç duyduğumuz bölümler de var, daha önce hiç haber olmamış kısımlar da var, Sefa ile “Bunu kitaba saklayalım” dediğimiz konular da var, Diyanet’teki kaynaklarımızdan sadece kitap için teyit ettiğimiz bölümler de var. Çünkü hakikaten haber uçuyor, gidiyor. Biraz daha kalıcılığa ihtiyaç vardı. Kitaptaki bazı bölümler de bu niyetle yazıldı.
Haber niye uçup gidiyor?
Diyanet ile ilgili haber yazmak hakikaten çok kolay. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ya da Diyanet Vakfı’nın internet sitesine girsek, şu an bir haber buluruz, yarına bir haberimiz olur. Ama olur da ne olur, biz bunları yazıyoruz da ne oluyor? Hakikaten hiçbir şey olmuyor. İki gün konuşuluyor, ondan sonra birden başka bir hâle geliyor.
Bunun Türkiye’nin siyasi koşulları ile de ilgisi var. Bir haber ile ilgili “Diyanet tabii ki bunu yapacak, bunu tabii ki Diyanet savunacak” diyen bir kesim de var. Çünkü onlara göre bunun dinde yeri var. Toplumun bir kısmı bunu normalleştiriyor. Toplumun başka bir kesimi de başka bir türlü normalleştiriyor, diyor ki: “Bu hiçbir şey, daha neler neler var.” Veya Diyanet’in bütçesi konusu… “Diyanet 120 milyona takvim bastırdı” haberi… Bu haberin formatı aynı aslında, her yıl sadece rakamlar değişiyor. İnsanlarda öyle bir paranın tahayyülü yok muhtemelen veya Diyanet’in bütçesinin onun vergileriyle finanse edildiğini bilmiyor ya da düşünmüyor.
“Diyanet, kendi muhabirlerini yaratma ihtiyacı duydu”
Parlamenter sistem varken Başbakanlık muhabirleri aynı zamanda Diyanet haberleri de yazardı. Ama Diyanet Cumhurbaşkanlığı’na bağlandıktan sonra, Cumhurbaşkanlığı muhabirleri Diyanet ile ilgilenmedi. Diyanet muhabirliği diye bir şey var mı?
Sadece Diyanet İşleri Başkanlığı’nın haberlerini yazan, takip eden muhabirler yok. Ama özel bir alan olarak, ihtisas alanı Diyanet olan muhabirler var. Bazıları bürokrasi muhabirliği olarak da yapıyor.
Diyaneti o kadar çok deşifre ettik ki… Bir süre sonra Diyanet, kendi muhabirlerini yaratma ihtiyacı hissetti. Mesela… İktidara yakın kurumların muhabirleri, birkaç muhabir Ali Erbaş ile düzenli olarak bir araya geliyor. Hac davetleri alıyorlar. Mesela Ali Erbaş, kurumların Ankara temsilcileriyle bir araya geliyor. Bunu Ali Erbaş’tan önce yapan yoktu. Varsa da belki en azından Cumhuriyet’in muhabiri ya da temsilcisi davet edilmiştir. Bu kurumlara hiç ulaşmadan iktidara yakın kurumların temsilcileriyle düzenli olarak bir araya geliyorlar. Ondan sonra ne oluyor, Diyanet’i “güzelleyen” haberler çıkmaya başlıyor. “4-6 yaş Kuran kurslarında çocuklarımız dinimizi öğreniyor” gibi…
Bizim, çocukların dinini öğrenmesiyle ilgili bir problemimiz yok. Sefa da din düşmanı değil, ben de değilim. Aksine insanların inanç özgürlüğünü savunuyoruz. Çocuklar öğrensin, ama pedagogların da uyarıları var, 4-6 yaş din eğitimi için uygun değil. Ali Erbaş, basınla yaptığı buluşmalarda üstü kapalı olarak bizi din düşmanı olmakla, kasıtlı hareket etmekle suçluyor. Oraya giden arkadaşlarımız bize anlatıyor orada neler konuşulduğunu.
“Bir kez bile Anıtkabir’e gitmedi, ama 49 ülkeyi gezdi…”
Kitapta çok işleniyor Diyanet’in hutbeleri. Haberleri de çok sık yapılıyor. Hutbelerde Atatürk’ün adının geçmemesi konusu… Bu yapıdaki Diyanet’in Atatürk’ü anıp anmamasının önemi ne?
“Bu yapıdaki Diyanet” diyoruz. Bir şeyi tarif ediyoruz, bunu diyerek. Deşifre edilmesinde bu da çok önemli. Bu ülkenin kurucu liderini, kendisini de kuran insanı anmıyor 10 Kasım’da. Hiçbir milli bayramda Atatürk’ün adını geçirmiyor. Ali Erbaş görev süresi boyunca bir kez bile Anıtkabir’e gitmedi, ama 49 ülkeyi gezdi. Dünyanın etrafını döndü iki kere, ama bir kere Anıtkabir’e gitmedi. Bunu anlatmak gerekiyor. Bunun haber değeri var. Israrla anlatmak gerekiyor.
‘Bu yapıdaki Diyanet’te… Ali Erbaş mı sorun, bu sistemde ona verilen görevler açısından Diyanet’in kendisi mi? Yani Ali Erbaş değil başka bir isim de ‘Diyanet’i bu yapıya’ sokar mıydı?
Bu saatten sonra başka Ali Erbaş’lar gelebilir. Ama Ali Erbaş’a kadarki başkanların hiçbirinin bu kadar siyasetle yan yana olmadığını gördük biz. Bunun için verilen fetvalara baktık. Kritik kararların hemen hemen hepsinin ardından fetva geliyor. Mehmet Görmez, Ali Bardakçı… Hiçbiri siyasi iktidarla yan yana pozisyon almamışlar.

Peki Ali Erbaş neden böyle yapıyor?
Korkacak bir şeyin olduğu zaman, sesin daha gür çıkar. Ali Erbaş, bence bağırma ihtiyacı duydu son dönemde. Bu sadece “Görev süremin sonuna geliyor, tekrar istiyorum bu koltuğu” değil. Bence başka çekinceleri vardı. Bu da iktidarın işine geldi. Sonuçta birçok insan Diyanet’i hâlâ güvenilir ve önemli buluyor. Güvenilir kurumlar listesinde gerilese de… O yüzden Diyanet’in ne söylediği önemli. Bu yüzden kol kola girip ilerlediler.
“Derin Diyanet” yok, İsmailağa Cemaati var
Ali Erbaş’ın rakibi var mı?
Yok gibi görünüyor. Hiçbir ilahiyatçı da yok. Kurumun içinde birden fazla cemaat olduğu için onların kavgasına hiçbir ilahiyatçı girmek istemiyor. Ali Erbaş’ın görev süresi temmuzda bitiyor. Bu yüzden görev süresi uzatılabilir. Çünkü hakikaten yerine bir isim yok.
Bir “derin Diyanet” var mı sence?
O kadar girift bir kurum değil aslında. Derin Diyanet yok, ama Diyanet’in fetvalarında ağırlıklı olarak referans alınan nokta, bence İsmailağa Cemaati. Onların öğretisi daha ağır basıyor gibi. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun sitesindeki sorulara verilen cevaplar, İsmailağa öğretisinden…
Muhabirler düşük ücret karşılığında, uzun saatler boyunca, toplu sözleşme güvencesi olmadan çalışıyor ve rutin haberlerle uğraşmak zorunda kalıyor. Bu, böyle olmasaydı. Yani tüm koşullar dört dörtlük olsaydı, daha iyi Diyanet haberleri yapılabilir miydi? Örneğin “Spotlight” filmi, bu açıdan baktığımızda o da bir Diyanet haberi. Öylesine kolektif bir çalışma ile öylesine bir haber neden yazılamıyor bizde?
Basının bu hâli Diyanet’in işine geliyor. Eğer sosyal medya olmasaydı, Diyanet açıklama yapma ihtiyacı bile duymazdı, haberlere. İşine geliyor çünkü. Twitter, Facebook, Instagram olmasa haberler çok az kişiye ulaşıyor çünkü. Kim görüyor haberi, kim konuşacak. Çok sert açıklamalar yapıyorlar da aslında o kadar da sinirlenmiyorlar. Sinileri, kalıp hâlinde. Hukukî haklarını hep saklı tutarlar mesela. Yaptıkları açıklamalara göre bana üç kere dava açtılar, ama açılmadı o davalar. Yani haber sanki çok etkili oluyormuş gibi yapıyorlar.
İLGİLİ:
Gazeteci Furkan Karabay ile ilk kitabı Gurban’ı konuştuk: Düşenin yenildiği bir “Yeni Türkiye” özeti
Gazeteci İsmail Arı: Menzil’in Kasası’nı yazdım, soruşturma ve tehdit yağmuru başladı
En zor şartlarda nasıl gazetecilik yapılır? PKK’nın tam 30 yıl önce kaçırdığı Kadri Gürsel anlatıyor