31 Mart yerel seçimlerinin en çok izlenen televizyon programını sunan Fatih Portakal, o gece FOX TV’deki yayının perde arkasında neler yaşandığını Journo’ya anlattı. Portakal, “Seçimden sonra izlenme oranlarımız daha da arttı. İnsanlar şu belirsizliği merak ediyorlar çünkü. Son yıllarda görülen televizyonculuk oranları değil bu oranlar” diyor.
Türkiye 31 Mart yerel seçimlerini geride bırakırken, seçim gündemi hâlâ devam ediyor. 31 Mart akşamı seçim sonuçlarını izlemek için televizyonlara kitlenen halk, reyting raporlarına göre en çok FOX TV’yi izledi. Seçim gecesi boyunca farklı zaman dilimlerine yayılan sekiz programı ile FOX TV diğer kanalları açık ara geride bıraktı. Her dört televizyondan üçünde FOX TV açıktı. Bu tarihi yayının perde arkasında olanları ve seçim dönemlerindeki gazetecilik pratiklerini Fatih Portakal ile konuştuk.
‘Gazeteciler hedefte olabiliyor’
Türkiye son yıllarda art arda seçim atmosferini yaşadı. İktidar-muhalefet kutuplaşması topluma yansıdı. Bu bağlamda Türkiye’de seçim zamanlarında gazetecilik yapmanın nasıl olduğunu ve siyasal çıkmazların habercilik pratiklerini etkileyip etkilemediğini sorduğumuz Portakal, siyasetçilerin birbirine yüklenmesi sonrasında vatandaşların da keskinleştiğini belirtiyor. Portakal, “Bu arada gazeteciler bunun haberini yaptığında ve o haberi yaparken farklı bir tarz kullandığında ister istemez hedef olabiliyor” diyor.
‘Bana iki taraftan da eleştiri geliyor’
Portakal, kendisinin de bir ideolojik görüşü olduğunu söyleyerek, şunların altını çiziyor:
“Ben de bir yurttaşım. Gittim, oy kullandım. İçlerinden bir tanesine oyumu verdim. Ama iktidar partisine vermedim. Bunu da açık açık söylüyorum. Çünkü eleştiriyorum. Ama hiçbir zaman haberleri sunarken ya da onun dışında yorumlarımı yaparken muhalefetmiş, iktidarmış demiyorum. Ayrım yapmıyorum. Kendimi akıl ve vicdandan yoksun bırakmıyorum. Ben bunu yaparken diğer tarafta partileri tutan vatandaşlar, özellikle de fanatizme yatkın insanlarsa veya partilerini çok çok seviyorlar ve toz bile kondurmak istemiyorlarsa bu sefer hedeflerinde oluyorsunuz. İster o kesimden olsun, ister bu kesimden olsun. İster iktidar partisini destekleyenler olsun, ister muhalefet partisini destekleyenler olsun. Bana iki taraftan da eleştiri geliyor. 24 Haziran’da da geldi. Bu seçimde de geldi.”
‘Gazetecilerin başına bir şey gelse hesabını nasıl verecekler?’
Gazetecilerin yaptıkları haberlerle iki tarafı da mutlu edemediklerini belirten Portakal şöyle ekliyor:
“Zaten bizim de kimseyi mutlu etmek gibi bir derdimiz yok. İki tarafın kutuplaşması, vatandaşın çok keskin hale gelmesinin ardından siz de bir şeyler söylediğiniz zaman arada ezilen siz oluyorsunuz. Burada siyasetçinin çok fazla ezildiğini düşünmüyorum. Onlar seçim zamanlarında bunları siyaseten söylüyorlar ama biz gazeteci olarak, hele biraz da vicdanlı yaklaşıyorsan -ben kendimi öyle görüyorum- ezilen, örselenen veya hedefe konulan kişi ben oluyorum veya benim tarzımdaki gazeteciler oluyor. Siyasiler bunu hiç sorgulamıyor. İktidar ve muhalefet bunu hiç sorgulamıyor. Aslında sorgulasalar çok daha iyi olacak çünkü bugün Türkiye’de bu şekilde davranan gazetecilerin başına bir şey gelse ne olacak? Bunun hesabını nasıl verecekler? Ne akıllarına verebilirler, ne vicdanlarına, ne de topluma. Akıllarını başlarına almaları gerekiyor. Bundan sonraki seçimlerde umarım düzelirler.”
‘Bir saatlik çalışma yaptık’
Seçim yayını için çok büyük bir hazırlık süreci yaşamadıklarını belirten Portakal, hazırlığın büyük bölümünün grafikler için yapıldığını söylüyor. Portakal, haber merkezinden birkaç kişinin grafiklerin hazırlanması ile görevlendirildiğini ifade ediyor ve şöyle devam ediyor:
“Daha önce de çalıştığımız bir şirket grafikleri hazırladı. Görevlendirilen arkadaşlar grafiklerin nasıl çalışması gerektiğine karar verdi. Ben ve İsmail Küçükkaya seçimden önceki cuma günü grafikleri gördük. O grafiklerin ne anlama geldiğini anlattılar. Biz de anladık. Bir saatlik bir çalışma yaptık ve seçime girdik. Çok büyük hazırlıklar yok. Çünkü seçimde ne olacağı belli. Aslında her zamanki rutin. Nasıl her gün ana habere hazırlanıyorsam seçime de öyle hazırlandım.”
‘Farkındalık yaratmak zorundayım’
Portakal, gazeteciliğin kendisinin görevi olduğunu dile getirerek şöyle diyor:
“5 dakika boyunca Türkiye’nin haberlerini paylaşıyorum. Türkiye’nin haberlerini de en iyi şekilde hem anlatmak zorundayım, hem de sunum yapmak zorundayım. Spontane bir ortamda çalışıyorum zaten. Akan yazı kullanmadan haberleri de, sonrasında yaptığımız yorumları da, beyin fırtınalarını da o anlık gelişmelerden esinlenerek yapıyorum. Bir de farkındalık ve fark yaratmak zorundayım. O saatteki diğer yayınlardan bir fark ortaya koymak zorundayım. Zaten bültenimiz haberleriyle o farkı yaratıyor. Sunucu olarak da benim bunu taçlandırmam gerekiyor. Bunu nasıl yapacağım? Elimden gelen tüm gayreti göstermek zorundayım. Tecrübem, ekranı nasıl kullanmam gerektiği, nasıl sunmam gerektiği… Haberi nasıl karşı tarafa en etkili şekilde aktarabilirim? Ekran başındaki kişiler beni ‘Ya bu adam ne diyor?’ deyip dikkatli dikkatli nasıl bakabilirler, nasıl izleyebilirler, onun çabası içindeyim.”
‘Haberin ciddiyeti esastır’
Farkındalık ve fark yaratırken çok ince bir çizgiye dikkat etmesi gerektiğini belirten Portakal şunları söylüyor:
“Bu çizgi laubalilik ile haber ciddiyeti arasındaki çizgi. Saç telinden bile ince bir çizgiden bahsediyorum size. Yani o çizgiyi biraz aşsanız laubaliliğe girmiş olacaksınız. Amiyane tabirle maymunluk yapmak gibi. Ama ben o tarafta değilim. Ben o çizgiyi korumaya çalışıyorum her zaman. Haberin ciddiyeti esastır ama bunun çerçevesinde de her haber kendine özgüdür. Haberin doğasına göre jestimi, mimiğimi, vücut dilimi, ses tonumu kullanabilmek. Normal yaşantımda da hareketli biriyim ama ekran önünde her şeyden kendimi izole ederek, yani sıkıntılarımdan, normal yaşamdaki sorunlarımdan arındırarak o 45 dakikayı bu şekilde geçirmeye çalışıyorum. Ama çıktıktan sonra bir saat bitkin oluyor vücudum. Konsantrasyonu 45 dakika boyunca habere verdiğiniz için yayından çıkınca ister istemez hem başımda hem de vücudumda bir ağırlık hissediyorum. Bir yarım saat telefonlara hiç bakmam ben. Öyle rahatlatıyorum kendimi.”
‘Tahmin ediyorduk’
“Yayının bu kadar uzun süreceğine ilişkin bir öngörünüz var mıydı?”diye sorduğum Portakal, şu cevabı veriyor:
“Bu seçimde uzun olacağını tahmin ediyorduk. Saat kestiremiyorsunuz. Sandıklar açılmaya başladıktan sonra iktidar partisinden yana açılacağının farkındaydık biz Anadolu Ajansı paylaştığı için. Gecenin ne kadar uzun olacağını düşünüyorduk? Çünkü büyükşehir var, ilçe belediye başkanları var, meclis üyelikleri var vs. Sayımların biraz uzun geçeceğini tahmin ediyorduk ki öyle de oldu.”
Yayının kırılma noktası: ‘Devam ediyoruz’ cümlesi
Portakal, seçim yayının kırılma noktasını ise şöyle anlatıyor: “Genel Yayın Yönetmenimiz Doğan Şentürk’ün saat 23.00 sıralarında söylediği bir cümle vardı. ‘İstanbul sonuçları belli oluncaya kadar biz yayınımıza devam ediyoruz’ cümlesi. Bence bu cümle tam bir kırılma noktasıydı. İktidar partisi önde diye 00.00 ya da 00.30 gibi yayından çıksaydık bugün sonuç çok daha farklı olabilirdi, bilemiyorum. Ama biz İstanbul sonucu açıklanana devam ettik. Sadece yüzde 2’lik bir kısım kalmıştı. Onu da Anadolu Ajansı 11 ya da 13 saat sonra açıkladı. Biz de bazı şeyler anında gelişiyor. Uzun olacağını düşünüyorduk ama kırılma noktası da Doğan Bey’in söylediği o cümleydi açıkçası. Önemli bir cümleydi. Kameralar karşısında söylemesi de önemliydi.”
‘Yıldırım’ın açıklamasının mutlaka bir stratejisi vardır’
Portakal, Cumhur İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım’ın sonuçlar açıklanmadan yaptığı “Kazandık” açıklamasını ise şöyle değerlendiriyor:
“Binali Yıldırım’ın açıklamasının mutlaka bir stratejisi vardır. Biz ona inanıp da ‘Kazandık’ dediği anda yayından çıkabilirdik. Ama biz öyle bir şey yapmadık. Niyet okuyamıyoruz tabii, bilemiyoruz. Binali Yıldırım bir açıklama yapıyor. Belki psikolojik bir üstünlük sağlamak adına yapılmış bir şey de olabilir. Gerçekten stratejik bir adım da olabilir. Yani ertesi güne başlık vermek için de olabilir. O konuda çok yorum yapamayacağım. Bu çok yoruma açık bir şey. Ama siyasetçi bu kişiler. Her şeyi düşünmüş olabilirler yani.”
‘İsmail ile birbirimizin hareketlerini ezberledik’
Yayın aralarında herhangi bir yayın toplantısı yapılıp yapılmadığını soruyorum ve Portakal şöyle cevaplıyor: “Biz İsmail (Küçükkaya) ile kaçıncı kez birlikte yayın yapıyoruz! Ezberledik artık birbirimizin hareketlerini. Her seçimde biraz daha uyumlu hale geliyoruz. Sadece 6’şar dakikalık reklam araları vardı. Reklam aralarında bir tuvalete gidip geliyorduk, bir şeyler yiyorduk. O kadar yani. Herhangi bir yayın toplantısı yapmadık aralarda. Bende fıtık var. Ayakta kalınca çok bel ağrısı oluyor. İki gün boyunca bel ağrısı çok çektim. Beni sıkıntıya sürükleyen tek şey bel ağrım oldu.”
‘Seçim günleri yoruluyorum ama keyfi de çok farklı’
Portakal, kesintisiz 10 saat yayın yapma deneyimini ise şöyle anlatıyor:
“Bizim görevimiz bu. Kimisi 10 saat bilgisayarın başında oturdu, kimisi 10 saat boyunca haberleri derlemeye çalıştı, kimisi 10 saat boyunca rejide bulundu. Herkesin bir görevi var, sekreteryasından bize kadar. Bizim de görevimiz bunu sunmak. Ben seçim günlerini sevmiyorum. Çünkü çok uzun süreler. Yoruluyorum. Hep gözümde büyüyor seçim. İlk ikisi heyecanlıydı belki ama şimdi artık bir görev. ‘Allahım yine 8-9 saat ekranda duracağız. Bu belimin ağrısını ben ne yapacağım?’ diyorum kendime. Yayına çıkmadan önce bir ağrı kesici ile iki kas gevşetici alıyorum ben. Onlarla çıkıyorum. Onun dışında görevimi yerine getiriyorum. Keyfi de çok farklı ama. Mesela sonuçlar gelmeye başlıyor, paylaşamıyorsunuz ama siz görüyorsunuz. Keyifli tarafları da var, zor tarafları da var. Ama artık seçimler mümkün olduğunca az olsun istiyorum. Zamanında yapılsınlar.”
‘Yayın sırasında aksaklıklar olabiliyor’
Yayın sırasında bazı aksaklıkların olabileceğini belirten Portakal, şu örneği veriyor: “Ama toparlarız onu biz. Mesela son seçim yayını sırasında konuşurken, kulaklıklardan rejiyi de duyuyoruz. Bir ara reji çok hareketlendi. Kendi söylediklerimi kafamda düşünemedim. Onlar da haklılar, bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ondan sonra ‘Biraz rahat olalım reji’ dedim. Böyle şeyler oluyor ama bunlar hep seçimin güzellikleri bence. İleride anlatılabilecek şeyler. Her türlü yayını kotarırım ben. Yayın gitse, uydudan düşsek, birinin ağzından kötü bir şey çıksa… Yeter ki kendi ağzımdan yanlış bir şey çıkmasın. Onu toparlamak çok kolay değil. Çünkü insanlar ne anlamak istiyorsa onu anlıyor. Benim dışımda gelişebilecek aksaklıkların büyük bir kısmını bir şekilde toparlarım. O yüzden de güvenirler bana.”
‘Bana herhangi bir müdahale olmadı’
Portakal, yayın sırasında kendisine herhangi bir müdahalenin olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Herhangi bir müdahale olmadı. Biz haber yapıyoruz. Neyse onu veriyoruz. İşin güzelliği de beni serbest bırakıyorlar. Ben işimi yapıyorum. Nedir benim işim? Haber sunmak. Bir de bir tarzım var, onu da yansıtmak. Bu tarzı Doğan (Şentürk) ile birlikte oturttuk. Şimdi de onun meyvesini topluyoruz. Ama dokuzuncu yılın sonunda kimse bize bir şey diyemez. Kötü niyetliler anlamak istedikleri gibi konuşuyorlar. ‘Toplum mühendisliği, birey mühendisliği yapıyor. Siyaset yapıyor’ diyenler oluyor. Ben siyaset falan yapmıyorum. Şimdiye kadar alışık olmadıkları bir şekilde yayın yapıyorum. Kendileri de benzer bir şey yapamadıkları için sadece eleştiriyorlar. Sadece tahammül etmeleri gerekiyor. Hiçbir müdahale olmuyor. Habere çıkarken ‘onu söyle, bunu söyleme’ diyen yok. Sadece kendi içimde tartışıyorum. Neyi söylemeliyim, neyi söylememeliyim diye. Ve ardından cevabını bulamadığım sorular olursa arkadaşlarla konuşarak beyin fırtınası yapıyoruz. Destekleri çok fazla oluyor. Ekip olmak da bu yani. İyi bir ekiple çalışmak gerekiyor.”
‘Bu seçimlerde en çok Bolu demişim’
Halk arasında ve özellikle sosyal medyada Fatih Portakal ve seçim yayını denince akla en çok gelen repliklerden biri “İzmir’i görelim.” Portakal’a İzmir ile olan bağını soruyorum ve şöyle cevaplıyor: “Ben Aydın Nazilli’de doğmuşum ama bebekken İzmir’e gitmişim. Biri bana ‘Nerelisin’ diye sorunca ‘Doğum yerim Nazilli, ama memleketim İzmir’ diyorum. Bir de İzmir’de ‘İzmirlilik’ kavramı vardır. Mesela İstanbul’da bu kavram yok. İzmir’in bütünleştirici bir havası var. Kapsayıcı bir havası var. Ben bu seçimlerde en çok Bolu demişim.”
‘Her zaman gülerek mi duracaksın?’
Seçim yayını sonrası kendisine gelen “AKP’nin oyunun arttığı zamanlarda yüzü düştü” eleştirilerini soruyorum. Portakal, sadece işini yaptığını söylüyor ve ekliyor:
“En iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Çünkü ertesi gün reytingler geliyor. Reytinglere bakıyoruz. Bizler TRT değiliz. Bizler özel televizyonuz. Yani reklam ile ayakta durabilen kanallarız. Benim için önemli olan yaptığım işi iyi yapabilmek. Onun karşılığını da, mükafatını da reytingde alabilmek. Buradaki insanların yüzlerinin gülmesi. O yüzden AKP kazanmış, CHP kaybetmiş veya CHP kazanmış AKP kaybetmiş, hiç de umurumda değil. Umurumda değil çünkü beni ilgilendirmiyor. Ben de 82 milyondan bir tanesiyim o kadar. Bir seçmenim. Yüzümün düşmesi mevzusuna gelirsek… Yani 10 saat boyunca yayındasın. Her zaman gülerek mi duracaksın? Böyle bir şey mümkün değil. Yaşamın doğasına aykırı bir şeyden bahsediyoruz. Bir de onlar anlık fotoğraf kareleri. O yüzden bu eleştirileri kabul etmiyorum.”
‘Sadece Diriliş Ertuğrul’u geçemiyoruz’
Portakal, üç yıl sabah haberlerini, altı yıldır da ana haber bültenini sunduğunu belirterek, “Sabah haberlerinde de çok iyiydik. Ana haberde de son dört buçuk yıldır tartışmasız şekilde çok iyi gidiyoruz. Seçimden sonra izlenme oranlarımız daha da arttı. İnsanlar şu belirsizliği merak ediyorlar çünkü. Dizilerden fazla izleniyoruz. Sadece Diriliş Ertuğrul’u geçemiyoruz. Son yıllarda görülen televizyonculuk oranları değil bu oranlar. Reha Muhtar ve Uğur Dündarlar zamanında belki görülüyordu ama ilk defa böyle yüksek rakamlara ulaştık” diyor.
‘Benim taraf olduğum noktalar belli’
Portakal son olarak şunları söylüyor: “Seçim yayınını biz lider olarak bitirdik. O konuda mütevazılık gösteremeyeceğim. Çünkü yüzde 72’lik izlenme oranımız vardı dakikalıklarda. Bu da dört televizyondan üçü bizi izliyor, biri de diğer televizyonlar arasında paylaşılıyor demek. Böyle bir oran yok şu anda Türkiye’de. Demek ki bunun içerisinde herkes var. İktidar partisi, MHP, CHP, HDP, Saadet, Vatan var. Apolitik olanı var, çok politik olanı var. Kadını, erkeği, çocuğu, genci var. Çünkü reyting değerlendirmesinde biz bunların hepsini görüyoruz. O yüzden demek ki biz izlenen bir televizyonuz. Ben tarafım. Taraf olduğumu da söylüyorum zaten. Benim taraf olduğum noktalar belli. Beni bu noktalardan döndüremezsiniz. Devrimler, cumhuriyet, laiklik, kadın hakları, işçi hakları, insan hakları, etnik haklar, insanları ayrıştırmamak. Ben bunlardan tarafım. Taraf olduğum konuları ekranda söylüyorum. Ama ben şuna da imkan tanıyorum. Benimle aynı fikirde olmayan insanların da görüşlerini ya haber olarak ekrana getiriyorum ya da onların bana karşı eleştirileri varsa onları okuyorum ekranda. İnsanlara söz haklarını da kullandırtıyorum. Sözün özü, emeğin olduğu her yerde başarı da geliyor. Biz emeği fazlasıyla harcıyoruz. Başarıyı da güzel bir şekilde elde ediyoruz. Umarım bu ve bundan sonraki günler ve seçimlerde de böyle gider.”