Söyleşi

Gazeteciliğe ‘ara veren’ Mehmet Tezkan: Siyasete girmek pişmanlıktı

Gazeteci Mehmet Tezkan pek çok medya kuruluşunda görev yaptı: Cumhuriyet, Yankı, Show TV, Star TV, Sabah, ATV, Vatan, NTV, Milliyet… Birçoğunda yönetici koltuğunda oturan Tezkan, son dönemde Milliyet’teki köşe yazıları ve NTV’deki ‘Basın Odası’ programıyla hatırlanıyor.

Mayıs 2018’e kadar ekranda ve gazetede görüşlerini paylaşan Tezkan, ‘ani’ olduğunu bu söyleşide anlattığı bir kararla, 24 Haziran seçimleri için İYİ Parti’nin İzmir birinci bölgeden milletvekili adayı oldu. Yine kendi ifadesiyle, seçim sonuçları partinin beklediği gibi olmadı; bölgeden iki vekil çıkaran İYİ Parti’nin üçüncü sıradaki adayı Tezkan, Meclis’e giremedi.

‘Masanın öbür tarafı’nı görmek için yola çıktığını söyleyen Tezkan, “Gazetecilik hayatınızda pişmanlığınız var mı?” sorusuna ise şöyle yanıt veriyor: “Siyasete girmek”.

Meslekte 40’ıncı yılına yaklaşan ve hâlihazırda ‘işsiz gazeteciler’ arasında yer alan Tezkan, ‘masanın her iki tarafı’nı, Türkiye’de gazeteciliğin geldiği noktayı ve kısa süre de olsa içinde bulunduğu ‘siyaset sahnesi’ni anlattı.

Kısa yoldan başlamak istiyorum? Mehmet Tezkan şu anda ne yapıyor? Milliyet’le yollarınızı ayırdınız mı?
Aslında Ekim ayının ortasına kadar Milliyet’teydim. Başta ayrılmadım, izne çıktım. Daha yeni işsizim yani. O tarihten önce olsa konuşmazdım; çünkü Milliyet’le bağım vardı

Ücretsiz bir izindi herhâlde…
Tabii tabii… Sonra konuştuk, anlaştık. Anlaşarak ayrıldık. Haziran ya da Temmuz gibi olacağına Ekim’de oldu. Bir nevi yaz tatili olmuş oldu.

Ayrılığın temel sebebi milletvekili adayı olmanız mı?
Evet, tabii.

Yönetim ve yazı işleri katıyla ayrı ayrı konuştunuz mu?
Hiç problemli bir şey olmadı. Zaten aday olduktan sonra izin haklarımı kullandım. Ondan sonra insan kaynaklarıyla konuştuk. Sonra tazminatımla ilgili bir plan çıkardılar. “Tamam” dedim. Anlaştık.

Niyetiniz var mıydı devam etmeye?
Olabilirdi ama adaylık sürecinden sonra bir süre ara vermek gerekiyordu. Artık o defteri kapattım.

‘Seçmenin gündemi gazetecilerin gündeminden çok farklı’

“Dönersem Milliyet beni kabul eder mi?” diye düşündünüz mü?
Birisinin kabul edip etmemesi değil, siyaset -doğru ya da yanlış- bir tercih. Bundan sonra insanın ne yapacağı önemli. Böyle bir tercih yaptıysan bir süre ara vermek lazım.

Etik olarak bakıyorsunuz…
Tabii, o defteri kapatmam lazım. Çünkü siyaset yazıyorsun. Siyaset yazan kişinin bir partiyle ilişkisi olmaması lazım.

İYİ Parti’yle ilişiğinizi kestiniz mi?
Zaten partiye de girmedim, üye de olmadım. Sadece aday oldum. İYİ Parti’den tanıdığım da yok. Sadece Meral Akşener’le yarım saat görüşme sonunda böyle bir şey oldu. Başka da kimseyi tanımam. Partiden birinin telefonu bile yok. Ne daha önce temas kurdum partiyle ne de seçimden sonra bir telefon görüşmem oldu.

Akşener bizzat mı davet etti?
Aracılar devreye girdi. Davet edildim, yüz yüze görüştük.

Böyle bir teklif bekliyor muydunuz?
Siyasal bölümlerde okudum, master ve doktora yaptım. Son yazımda da “Masanın iki tarafı” diye yazdım. Hakikaten merak ediyordum. Bir yere gidince sana gazeteci olarak farklı bakıyorlar, siyasi bir amaçla gittiğinde farklı bakıyorlar. İnsanların siyasilerden ve siyasetten ne beklediğini görmüş oldum en azından.

İnsanlar siyasilerden ne bekliyormuş? Neler gözlemlediniz?
Gazeteleri açıyoruz, siyaset yazarlarının bir gündemi var. Gördüm ki seçmenin gündemi bizim gündemimizden çok farklı. Bu yolculukta, seçmene dair merak ettiğim kısmı biraz görmüş oldum. Bunları görmem iyi oldu, ama bedeli de ağır oldu sonunda… Evet, sonunda işsiz oldum yani.

Seçim çalışmasında olduğunuz bir aylık periyodu nasıl anlatırsınız?
Benim iddiam şuydu: 24 Haziran seçimleri, 16 Nisan referandumunun ikinci turu olacak. Seçmen ‘tek adam modeli’ne onay verecek mi vermeyecek mi? Gittim gördüm ki bu gibi analizler seçmenin umurunda değil. ‘Sistem öyle mi olmuş böyle mi, o mu seçilmiş bu mu’ yerine herkes kendi durumuna göre, kendi çıkarına göre pozisyon alıyor…

Ülkeyi yönetenlerin gerçekleştirdikleri nasıl yankı buluyor seçmende?
Seçimden önce emekliye verilen ikramiye müthiş etkili oldu mesela. İçinde olmasam “Alt tarafı bir ikramiye” derdim. Ama gördüm ki hakikaten etkili oluyor. Adam diyor ki “Bu verdi”. Öbür adaylar ise vadediyor.

Aktardığınız hikâyeler aday gösterildiğiniz İzmir’in ilçelerinde yaşananlar mı?
Evet, gittiğim yerler enteresandı. İzmir’in ağırlıkla tarım yapan bölgeleri. Ancak görüyorsun ki hiç üretim yok. Bütün kahveler dolu. Konuştuğumuz insanlar tarımdaki üretim ve satım sürecini anlatıp “Elime ne kalacak ki?” diye soruyor. Bunlar bir de verimli topraklar. Anadolu’nun içine doğru gittiğinizde durum daha vahim. Kiraz bahçesi olan çiftçi “Kirazların tümünü satsam bile tarladaki işçiye vereceğim parayı karşılamıyor” diyor. Kaç kişi bana “İstersen sen topla, yarısı senin olsun” dedi.

‘Seçmen kazananın Erdoğan olacağını biliyor’

Bu kadar vahim mi tablo?
Evet çünkü izlenen politikalar sonunda tarım ölmüş. Bunu manava gittiğin zaman fiyatlardan anlıyorsun ama oraya gittiğin zaman insanların çalışmadığını, tarlaların ekilmediğini görüyorsun. Bunları görmek açısından iyi oldu. Seçmen davranışını yerinde tahlil edebildim. Geniş kitle kendisine gelecek paraya bakıyor maalesef. Onu yerinde gördüm. Bu iktidarın yardımlarla yaşayan insanlar olduğu sürece kolay kolay yıkılamayacağını da görmüş oldum.

Şaşırdınız mı?
Biraz şaşırdım tabii. Bu kadar kopuk olduğunu bilmiyordum. Sivil toplumun kaybolması, muhalefet partilerinin giderek yok olması ya da seslerini duyuramaması gibi endişeler maalesef kimsede yok. Biraz ağır oldu ama böyle…

Sizce de muhalefet partilerinin etkisi yok oldu mu?
Hiçbir etkisi yok. Muhalefet partileri belirli oylar alıyor ancak ona oy verenler bile kendi partisinin iktidar olacağını düşünmüyor. En azından bir denge sağlansın düşüncesiyle oy veriliyor. Seçmen de kazananın AK Parti ve Erdoğan olacağını biliyor.

Milletvekili olamamak içinizde bir ukde mi?
Bir dönem Meclis’e gireyim, Meclis’in ne dediğini, neyle ilgilendiğini göreyim isterdim.

Meclis’in gündemi uzaktan nasıl gözüküyor?
Yıllardır Meclis’i izliyorum. Mesela, her dönemde vekiller yasa teklifleriyle ilgili “Okuyoruz, inceliyoruz” diyor. Öyle mi gerçekten? Devasa bir yapı Meclis. Ne yapıyorlar çok merak ediyorum. Haftada iki gün toplanıp 22.00’de paydos etmekle Meclis çalışması olmaz herhâlde.

Seçim sonrasında İYİ Parti’den danışmanlık benzeri bir teklif geldi mi?
Hayır gelmedi. Kısa hayatımda bir aylık siyaset dönemi oldu diyelim.

‘İYİ Parti çıkmaz diye iddiaya girdim’

İstanbul beklediğinizi söylemiştiniz…
Evet öyleydi. Sonra listede İzmir açıklanınca vazgeçiyordum. Gece Meral Hanım telefon etti. “İzmir sana daha uygun, oradaki ekiple daha iyi anlaşırsın” dedi. İkna oldum.

Tüm partilerde ‘mutlaka istenen’ isimlerin ön sırada yer aldığını görüyoruz. Siz de ‘garanti sıra’da olmak ister miydiniz?
Açıkçası, onlar garanti diye koydu. İzmir’den çok umutlulardı. Dört milletvekili bekliyorlardı. Yaptıkları anketler de öyleydi. Bana da yolladılar. Şöyle söyleyeyim; bir rüzgâr esmiş. Meral Akşener bir rüzgâr estirmiş. O rüzgâr seçime doğru durdu.

Muharrem İnce’nin adaylığının etkili olduğuna yönelik değerlendirmeler vardı…
Özellikle Ege bölgesinde İnce’nin adaylığı başka bir rüzgâr estirdi. “Bu sefer de İYİ Parti’ye verelim” diyenler tekrar CHP’ye döndü. Seçimden önce İzmir’deki insanlarla iddiaya girdim “Buradan İYİ Parti çıkmaz” diye. İzmir’e gitsem bir aylık yemek alacağım var.

Dolayısıyla seçilemeyeceğinizi öngördünüz mü?
Biliyordum tabii. Sahada olunca görüyorsunuz. İzmir’de konuştuğum insanlar gazete ve televizyondan beni tanıyorlardı. Sosyal demokrat bir kimliğim olduğunu biliyorlardı. O yüzden de onlarla çok açık konuşuyorduk gittiğimde. “İnce’den sonra CHP’ye oy vermeyi düşünüyoruz” diyorlardı. “CHP’nin de güçlü olmasını istiyoruz, bu sefer doğru aday çıkardı”. Abdullah Gül ‘çatı aday’ olsaydı o seçmen tepki gösterebilirdi.

Seçim sürecinde Türkiye’de nasıl bir hava esti?
Tayyip Erdoğan dışında ‘parlamenter sistemi’ isteyen cumhurbaşkanı adayları da ‘başkanlık sistemi’ni kabul ediyormuş havası yaratmaya başladılar. O zaman ne oldu? Bütün avantaj Tayyip Erdoğan’ın eline geçti ve çok iyi bir seçim stratejisi izledi. Mesela ‘millet kıraathaneleri’ vaadi ve tabii ‘kek meselesi’. Bir hafta bu tartışıldı. Bunlar tartışılırken rejim tartışması unutuldu. Muhalefetin tartışmayı buraya çekeceğini düşünüyordum, Tayyip Erdoğan akıllı bir hamleyle başka şeyler ortaya attı.

“İstediği noktaya geldi” diyebilir miyiz?
Seçimden önce ‘tuş etti’ bence. Seçmen sandığa giderken Türkiye’deki modeli biliyor muydu? Tayyip Erdoğan seçildikten sonra çıktı ve modeli açıkladı. Muhalefet partileri bunu bile zorlayamadı… Şunu bile diyebilirlerdi: “Yeni rejim açıklanmıyorsa seçime gitmiyoruz.”

‘Akşener ‘solcuları severim’ dedi’

İYİ Parti’nin konumunu nasıl görüyorsunuz şu anda? Hem beklenen etkinin altında kaldı gibi gözüküyor hem de 31 Mart seçimlerinde kritik bir pozisyonda olduğu değerlendiriliyor. Esasen gazeteci kimliğinizden almak istiyorum bu yanıtı…
Meclis’in ağırlığı olmadığı için orada bir ağırlığı yok. Muhalefet partilerinin yapacağı bir şey yok. Suçlamayalım. 24 Haziran’da ‘Millet İttifakı’ lafta vardı ama ittifak yoktu. 31 Mart için düşünülen ittifak belli bir amaç doğrultusunda ortak hareket etmeyi getirecek.
Sahaya çıkılırken nasıl bir strateji izleneceği belli değildi. Ben de onlarla hiç dolaşmadım. Kendim gezip anlattım. Kimse de bana “Ya bunu niye söylüyorsun” demedi. O kadar paldır küldür baskın seçim oldu ki onların da belirleyeceği bir şey olmadı. Mesela ‘Kürt meselesi’ne bakışım oradaki diğer adaylardan tamamen farklıydı.
Meral Akşener’le yaptığım ilk konuşmada bana “Senin kimliğini biliyorum, sen soldasın. Ben solcuları da severim” dedi. Aynen şu lafı kullandı: “Sağcılar biat kültüründen geliyor. En başından beri hep biat ederler. Solcular ise itiraz kültüründen geliyor. Ben solcuları o yüzden istiyorum yanımda. Her şeye itiraz ederler, sorarlar, sorgularlar.” O yüzden beni yanında görmek istediğini söyledi. İYİ Parti ‘sosyal demokrasi’ye kapı açmış gibi bir şey oldu. Hâlen 24 Haziran seçimleriyle ilgili tartışıyorlar aralarında. Ne olduğunu iyi analiz edemediler. Seçimden sonra partinin önemli kademelerinde kopmalar yaşandı.

İYİ Parti için kurulma ve seçime girme süreci hızlı yaşandı…
Haksızlık etmeyelim, parti seçime giremiyordu, son anda girdi. Bir de teşkilatlarda para yok. Hazine yardımı yok. Olan para da teşkilatların açılması için harcanmış. Amaçları 2019’a hazırlıktı. Aldığı oyu da düşününce Türkiye’nin bir merkez partisine ihtiyacı olduğu anlaşılıyor.

‘Gerçek ittifak testi yerel seçimde’

Bahçeli’yle yaşadığınız polemiğe gelmek istiyorum. “Referandumun kaybedeni MHP” yazınızdan ötürü Bahçeli, partisinin grup toplantısında sizi bizzat hedef aldı. Siz daha sonra cevap verdiniz. Bahçeli niye özellikle sizi hedef aldı? Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın da ‘Basın Odası’ programındaki ifadenizden dolayı sizi bizzat hedef almıştı. Bir şekilde MHP’nin hedefindesiniz…
‘Başkanlık’ meselesini AKP istiyordu. İstediğinde kendince haklı olabilir. Fakat kendi istediğini kendi söylemedi, MHP’ye söyletti. MHP böyle bir şey istiyor ama partinin başındaki kişi “Ben aday olmayacağım” diyor. Kimin için istiyor? Tayyip Erdoğan için. Bir siyasal partinin başka bir siyasal partinin başarılı olması için anayasa değişikliği istemesini ben siyaset biliminde hiçbir yere oturtamadım ve onları yazdım. Bahçeli çıkıp “Ben de aday olacağım, ülkeyi yönetmeye talibim” deseydi, o yazılar yazılmazdı zaten.

7 Haziran seçimlerinden sonraki süreçte Bahçeli, Kılıçdaroğlu’ndan gelen ve ‘başbakanlık’ koltuğunu da içeren teklifi reddetmişti…
İstemedi, istemiyor. “Ben ülkeyi yönetmeyeceğim” diyor. Bunun MHP tabanındaki karşılığı ne? FETÖ’den sonra devlet kadrolarına ülkücülerin yerleşmesine tav olmuş bir kitle var. Emniyetten yargıya kadar birtakım kadrolar ülkücülere açıldı. O yüzden MHP ayakta kaldı. Tabii ki yerel düzeyde etkili oluyorlar.

MHP seçmeni nasıl bir tutum alacak?
MHP seçmeni 24 Haziran’da bir oy kendine, bir oy da ‘ülkenin bekası’ için Tayyip Erdoğan’a verdi. Şimdi ilçelerde adaylar çıkmazsa ne yapacakları soru işareti. Gerçek bir ittifak testi de yerel seçimde olacak. Daha iyi analiz edeceğiz.

Bahçeli’nin sizi hedef alması Akşener’den gelen adaylık teklifinde etkili olmuş mudur?
Hayır zannetmiyorum. Yıllar önce de Tayyip Erdoğan hedef almıştı. Orada da hiçbir şey yoktu. Hiç unutmuyorum, bir bayram günü gazetedeyim. Daha aktiftim o zaman. Tayfun Devecioğlu genel yayın yönetmeniydi. Ben de ona yardımcı oluyordum, danışman kadrosundayım. Şöyle bir yazı yazdım: “Ortalık sessiz, ne kadar güzel.” Herkes için dedim bunu. Tayyip Erdoğan çok kızmıştı.

24 Haziran sonrası MHP ilanında ‘yer alan’ gazetecilerden de birisiniz…
O yanlış. Bir siyasi partinin, bir siyasi liderin gazetecileri hedef alması… Gazeteci seni eleştirmekle yükümlü. Bakıyorsun, herkes var ama ne diyor? Patronlara mı şikâyet ediyor? Susun mu diyor?

MHP yargıya gitti mi listedeki gazetecilerle ilgili?
Hayır. Yargıya gidilecek bir şey yok ki. Hakaret yok. Bunu niye yaptığını anlamadım. Bana Semih Yalçın ağır hakaret etti. Yargıya gitmedim. Doğru bulmam bir gazetecinin bir siyasiyle yargı önünde hesaplaşmasını.

“Bahçeli benim üzerimden mesaj verdi. MHP’yi eleştirmeyin demek istiyor” demiştiniz. Bunu biraz açar mısınız?
Bana çatarak kendi tabanını birleştirmeye çalıştı. “Bir parti başka bir parti için çalışmaz” söylemine karşı çıkamadığı için bir hedef gösterip hamaset yaparak durumu lehine çevirmeye çalıştı. O yüzden birisine yumruk atması gerekiyordu… Sonunda bana zarar vermez. Demokrasiye zarar verir.

‘Milliyet’te uyarı almadım’

Siz de seçim sonuçlarına göre muhalefet kanadında kalan bir partiden aday olduğunuz için soruyorum. Daha yüksek oy alan bir muhalefet Türkiye’ye ne getirirdi?
Yüzde 16-17’lik bir hava vardı İYİ Parti için. Öyle bir şey olsaydı Türkiye için bir ‘nefes borusu’ olurdu. CHP’yle daha fazla iş birliği olurdu. HDP bunun içine girebilirdi bazı sorunların çözümünde. İktidarın bir PKK politikası var, tamamen güvenlikçi. Onda da bir başarı var. Bakıyorsun terör eylemleri yok, şehirlerde bomba patlamıyor… HDP’yle ortak hareket eden parti oy kaybediyor. O yüzden HDP dışarı atılıyor ve kimse de HDP’nin dışarı atılmasının ileride doğacak sonuçlarını şu anda düşünmüyor. Ama İYİ Parti-CHP oranı yüzde 45 olsaydı daha farklı bir söylem gelirdi… Suriye meselesini daha rahat tartışırdın mesela.

“Köşe yazarlığının dayanılmaz ağırlığı” dediğiniz yazı. “Yaz ama adımı verme” diye söylenenleri aktardığınız. Bu durum medyanın Türkiye’de durduğu yeri nasıl anlatıyor?
2007’den sonra düşünürsek FETÖ yapılanmasıyla bir korku toplumu yaratıldı. Ergenekon, Askeri Casusluk gibi davalarla birtakım insanları ortadan kaldırmak ve kendilerine yer açmak için olmadık yaftalamalar yaptılar. Bu her tarafa yayıldı. İnsanlar telefonda konuşamaz hâle geldiler. Ben ne düşünürsem yazıyordum. Bilgi veriyor, yazmam için. Üniversitede profesör. Adını vermesini istiyorum, kabul etmiyor. Bu ülkede anayasa değişti. O kadar hukuk fakültesi var. Bir tane hukukçu fikrini söylemedi. İnsanlar fikrini söylemekten kaçınırsa bu noktaya geliriz.

Milliyet’in içinde yukarıdan ya da alt kademelerden bir uyarı aldınız mı?
Yok, hiç almadım. “Bu konuya girme, bunu yazma” gibi bir şey hiç gelmedi. Gittiğim yerlerde “Sana nasıl yazdırıyorlar?” diye soruyorlardı. “Vallahi yazdırıyorlar, işte yazdığım ortada” diyordum. Bahçeli polemiğinde yayın yönetmeniyle “Kavgaya girme” diye konuştuk.  Ben de ona bir gazetecinin, politikacıyla kavgaya girmesine zaten ben karşıyım dedim. Zaten kavgaya gayret de etmedim.

‘Bu bir dönem, kalıcı olamaz’

Uzun yıllar çalıştığınız görsel medyayı nasıl buluyorsunuz?
Şu anda bakıyorum, bir habercilik yapılmıyor. 2000 öncesinde iktidara yakın televizyon da vardı, karşı olan da vardı. Ama herkes kendi baktığı çerçevede haberlere gidiyordu.

Haber kanallarına baktığınız zaman hepsinde aynı şeyi mi görüyorsunuz?
Çoğu zaman aynı. Farklı bir şey olması için bir şeylerin üzerine gidip haber yapılması lazım. Olan şeyleri hepsi yansıtıyor. Doğru dürüst bir tahlilin dahi olmadığını görüyorsunuz. Bakıyorsun tartışan üç kişinin aynı şeyi söylediğini görüyorsun. Doların iniş çıkışıyla ilgili ‘dış güçlerin oyunu’ dışında, neden olduğunu analiz eden bir yorum gördün mü? Ben görmedim.

NTV’de uzun süre ‘Basın Odası’ programında daimî yorumculuk yaptınız…
‘Basın Odası’nda da beni herhâlde farklı bir ses olarak düşündüler. NTV mesela kavgayı pek sevmiyordu, idare eden kişi de bunu dengeliyordu. Ben de ekran başında görünce kaçınıyorum. Çünkü iki taraf da birbirine sesini yükselterek konuşuyor.

NTV’de herhangi bir müdahale gördünüz mü?
Yok görmedim. Ortalıkta söylediklerim. Öyle bir şey olsa çıkarmazlardı son güne kadar.

Yazılı basına gelirsek… Anaakım medyada haber mutfakları nasıl görünüyor?
Gazeteler arasında da fark yok. Giderek aynılaşıyor. Ergenekon davaları sürecinde FETÖ’ye yakın olan bir medya vardı. Onlar öncülük yapıyordu. Zaman, Bugün gibi. İktidara yakın olanlar onlarla ittifak yapıyordu. Bir de onların dışında olan medya vardı. Milliyet ve Hürriyet’i bunun içine alıyorum. O zaman sorgulayıcı haberler çıkıyordu.
Sonrasında iktidar ülkeye hâkim oldu. Bu sefer tartışma alanları giderek daraldı. Bürokrasi kendi içine kapandı. Gazetecinin haber alma kaynakları azaldı. Birtakım gazeteciler de kendilerini iktidarın ortağı olarak görmeye başladı. Böylece giderek gazeteler birbirlerine benzemeye başladı. Tek sesli bir siyasi hayatın yansıması da tek sesli bir medya oldu.
Bu bir dönem, kalıcı olamaz. Bir ülke üniversitesiyle, yargısıyla, bürokrasisiyle böyle gidemez.

‘Sistemin nereye evrileceği belli değil’

Türkiye ana hatlarıyla nereye doğru gidiyor?
Bütün sistem Tayyip Erdoğan üzerine kurgulandı. Başkanlık sisteminin nasıl ilerleyeceği hakkında siyasal iktidarın temsilcileri arasında da bir görüş yok. “Şimdi kurdunuz da düzeni, Tayyip Erdoğan’dan sonra ne olacak?” sorusuna kimse cevap veremiyor. Bir sistem kurduğun zaman en az 100 hatta 200 yıl gitmesi gerekiyor.
Bu sistemin nereye evrileceği belli değil. Bir kişi gelir, anayasayı kaldırır kenara, yasamayı da yok eder, 30 sene kalır. O imkânı veriyor size; çünkü çok müsait.
Her ülkede iktidarlar giderek alanlarını daha da daralttı, denetim mekanizmalarını daha çok işletiyor, partiler ikinci plana düştü, sivil toplum daha etkin. Bizde ise tam tersi.

‘Sendika’nın hep olması lazım’

Medya alışabildi mi ‘yeni düzen’e?
Televizyonlara ve gazetelere bakıyorum. Eski alışkanlıktan “Bakanlar Kurulu toplandı” diyor. Yahu Bakanlar Kurulu yok ki toplansın. O kurulda karar alınmıyor. Hepsi Cumhurbaşkanı’na bağlı. ‘Bakanlar Kurulu kararı’ diye bir karar yok ki. Medya da kafasında oturtamadı.

Son 10 yılda gazetecilerin -özellikle de anaakımda- arka arkaya işsiz kalması, medya organlarının küçülmeye gitmesi… Yaşananlar medyadaki sendikalaşma sorununa dair tartışmaları masada tutuyor. Siz nasıl bakıyorsunuz?
Bizim zamanımızda vardı, Sendika’nın hep olması lazım… Sendikalarda o zamanlarda çok hatalar yapıldı. Arkadaşlarımız da çok hatalar yaptılar. Tüm Türkiye’de sendikal hareketin öcü gibi gösterilmesi. Herkes tarafından. Özellikle 12 Eylül’den sonra. Her şeyin suçlusu sanki sendikalarmış gibi. Sanki sendikalar dışarıdan bir yapıymış gibi… Patronlar veya yöneticiler sendikaları kendilerine rakip olarak gördüler. Böyle bir erime oldu.

Gazeteciler Sendikası’nın güçlü olduğu dönemi görme fırsatını yakaladınız mı?
Cumhuriyet’te çalıştığım dönemlerde güçlüydü… Sendikanın işyeri temsilcisi kuvvetli adamdı. Sorunumuzu anlatırdık. O yazı işleri müdürüyle, yayın yönetmeniyle konuşurdu.

‘Masanın bu tarafı gereksizmiş’

Gazeteciliğe başladığınız Cumhuriyet’te yaşananları nasıl görüyorsunuz?
Kendi içinde bir iktidar mücadelesi var. Çok da konuya hâkim değilim açıkçası, uzaktan izliyorum okuyucu olarak. İki tarafın da haklı ve haksız tarafları var.
Kavala üzerinden bir tartışmaya tutuştular. Bu durum, Cumhuriyet’in daha kendi içinde bir yol haritası çizmediğini gösteriyor. Bu, Cumhuriyet’teki çok köklü bir ayrım. Demek ki bazı taşlar yerine oturmamış.

Pişmanlığınız var mı gazetecilik hayatınızda?
Siyasete girmek pişmanlık.

Pişman mısınız?
Evet. Siyasete girmek bir hataymış. Masanın öbür tarafına geçmenin de fazla bir anlamı yokmuş. Olay geçtikten sonra oturup tahlil yapabiliyorsun. Ben masanın bu tarafına geçtim, gördüm ve gereksizmiş diyorum. “Bir siyaset yazarının orayı da görmesi lazım” fikriyle yola çıktım. Hâlen de merak ediyorum.
Şimdiden baktığım zaman bunların çok da önemi yokmuş. Çünkü yasama yok. Belki bu düzen içerisinde Meclis’e girseydim ben de pişman olacaktım. “Burası nasıl bir yer? Yasama yok, milletvekilinin yetkisi yok, etkisi yok, sözü yok” diyecektim. Vekilin parti içinde sözü yok. Belki çoğu parti lideriyle görüşemiyor bile. Her parti için mümkün bu.

‘Muhalif kesim hayal kırıklığına uğradı ve uzaklaştı’

Bu dönemde anaakımda yazan bir köşe yazarı mı etkin yoksa muhalefet partisi milletvekili mi?
Onu da bilmiyorum. Artık köşe yazarları okunuyor mu? Okuyan, televizyondaki tartışmaları izleyenler anayasa değişikliğine karşı çıkan muhalif kesim. Ve büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Bu hayal kırıklığıyla birlikte biraz elini ayağını çekti bu kitle.

Benim de sıkça şahit olduğum bir durum…
Bu insanlar kendilerini başka alanlarda tatmin etmeye başladı. Eskiden yüzde 80 bakıyorsa yüzde 30’a düştü. Yazarlarda da o havayı görüyorum. “Bunu yazsam ne olur, yazmasam ne olur; ne kadar etkisi olur” gibi.
Seni okuyan kesimde bir yılgınlık olduğu zaman yazara da yansıyor. Herkese yansıyor. İnsanlar başka bir şeyle ilgileniyor. Öyle bir dönem.

Sanki 1 Kasım seçiminden beri bu durum yavaş yavaş ortaya çıktı…
Onun sonucu referandumdur, başkanlık seçimine gidilmesidir. 7 Haziran’ın muhalefet tarafından kötü kullanılmasının sonuçları…

Etiketler

Emrah Temizkan

Kadıköy Anadolu Lisesi ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü’nden mezun oldu. Gazeteciliğe başladığı 2008 yılında 32.Gün'de yapım asistanı ve stüdyo şefi olarak çalıştı. Birand Yapım bünyesinde hazırlanan belgesellerde editör ve yönetmen yardımcısı olarak görev aldı. BirGün gazetesinde muhabir ve editör görevlerinin ardından Diken'de 2014-2018 yılları arasında editörlük ve sorumlu yazı işleri müdürlüğü yaptı. Son olarak Açık Radyo'nun web operasyonunu yürüten Temizkan, serbest gazeteci olarak devam ediyor.

Journo E-Bülten