Türkiye Gazeteciler Sendikası ve diğer meslek örgütlerinin temsilcileri, tüm yurttaşların haber alma hakkına sahip çıkması ve gazetecilerin mücadelesine destek vermesi gerektiğini belirterek, ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını ve gazetecilerin özgür bırakılmasını istedi.
Sendika’nın verilerine göre, 161 gazeteci ve medya çalışanı cezaevinde bulunuyor. Adalet Bakanlığı, Cumhuriyet gazetesinin, cezaevlerinde verilmesini; Kültür ve Turizm Bakanlığı da kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) kapatılan gazete ve dergilerin Milli Kütüphane üzerinden araştırılmasını yasakladı. Silivri Cezaevinde kalan kimi gazetecilerin, mektup gönderme ve almaları engelleniyor. Gazeteci Ahmet Şık’ın savunmasında kullanmak istediği “Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda” isimli kitabı cezaevi yönetimince kendisine verilmedi.
‘Hapisteki gazeteciler terânesi’
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün açıkladığı “2017 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi”nde, Türkiye, geçen yıla göre dört sıra gerileyerek, “gazetecilerin en çok tehdit edildiği, saldırıya uğradığı, yargı tarafından gözaltı ve hapis cezalarıyla taciz edildiği ülkelerden biri” olarak 180 ülke arasında 155. sırada yer aldı. Washington merkezli Freedom House’un raporunda, Türkiye, “Özgür Olmayan Ülkeler” kategorisinde bulunuyor. Uluslararası Af Örgütü, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü nedeniyle, tutuklu gazetecilerin seslerini duyurmak için “İçeride” isimli bir gazete çıkardı. Cumhuriyet gazetesi yazar, çizer ve yöneticilerinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yaptığı başvurunun öncelikli olarak ele alınmasının kabul edilmesinin ardından Türkiye’ye savunma için 2 Ekim 2017 tarihine kadar süre verdi. Türkiye’den, hangi gerekçelerle tutukluluk kararının verildiğinin açıklaması istendi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, tutuklu gazetecilere yönelik şu ifadeleri kullanmıştı:
“Batı’daki bazı kuruluşlar sürekli bize gelirler, hapisteki gazeteciler terânesi tutturmuş gidiyorlar. Bugün ülkemizde, Bakanlığımızın rakamlarını veriyorum, mesleğini gazeteci olarak ifade ederek cezaevinde bulunan 177 kişiden sadece 2’si sarı basın kartı sahibidir. Bu 177 kişiden biri cinayet suçundan, diğerleri de terör örgütleriyle olan ilişkileri sebebiyle cezaevinde bulunuyor. Bunu öyle bir dezenformasyonla Batı dünyasına bildiriyorlar ki, Batı dünyası da alıyor onunla bizim önümüze geliyor.” (17 Haziran 2017)
‘Gazeteciler değil gazetecilik yargılanıyor’
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Gökhan Durmuş, Türkiye’nin çeşitli cezaevlerinde şu anda toplam 161 gazetecinin tutuklu olduğunu anımsatarak, 15 Temmuz darbe girişiminin hemen öncesinde özellikle Kürt gazetecilere yönelik başlayan tutuklamaların darbe girişiminin ardından çeşitlilik kazanarak muhalif tüm kesimlere kapsar hâle geldiğini söyledi. İktidarın tutuklanan tüm gazetecilerin terör örgütlerine bulaştığını ya da yardımda bulunduğunu iddia ettiğini kaydeden Durmuş, şöyle konuştu:
“İddianamelere, davaların seyrine ve savunmalara baktığımız zaman aslında gazeteciliğin yargılandığını görüyoruz. Bütün suçlamalar cezaevinde bulunan gazetecilerin yaptıkları haberlerden, köşe yazılarından oluşuyor. Türkiye’de iktidarın yaratmak isteği model gerçek gazetecilikten uzak, eleştirmeyen, kamu yararını gözetmeyen sadece ve sadece iktidarın yararını ve çıkarlarını düşünün bir model. Şu an cezaevlerinde bulunan gazeteciler bu modele uymadıkları için tutuklular. Gazeteciler Sendikası olarak tutuklu gazetecilerin özgürlüğü için, basın ve ifade özgürlüğü için mücadele ediyoruz. Kamuoyu oluşturmaya, iktidarı bu haksız uygulamalara son vermeye çağırıyoruz. Yetişebildiğimiz oranda gazeteci davalarına gözlemci olarak katılıp hukuksuzlukları kamuoyuna duyuruyoruz. Türkiye’de basın özgürlüğü için gazeteci meslek örgütlerinin mücadelesi yetmeyecek. Halkın da doğru, objektif ve tarafsız habere ulaşabilmesi için mücadeleye katılması gerekiyor. Haber alma hakkına sahip çıkması gerekiyor. Yürüttüğümüz ortak mücadele ile bu baskıcı düzenin ortadan kalkacağına inanıyoruz.”
‘Gazeteciler ajandır, teröristtir algısı yaygınlaştırılıyor’
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Sibel Güneş, gazeteciliğin halkın doğru haber alma hakkından doğmuş, gerçekleri haber yapan bir meslek olduğunu belirterek, “Türkiye Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne göre; gazeteci basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüst biçimde kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve oto sansürle mücadele etmeli, halkı da bu yönde bilgilendirmelidir. Gazetecinin halka karşı sorumluluğu, başta işverenine ve kamu otoritelerine karşı olmak üzere, öteki tüm sorumluluklardan önce gelir. Gazetecinin özgürlüğünün içeriğini ve sınırlarını, öncelikle sorumlulukları ile meslek ilkeleri belirler” dedi.
Gazetecinin kamu yaşamını belirleyen, halkı ilgilendiren her şeye ulaşmaya hakkı bulunduğuna ve bu işleri yaparken devletin değil, halkın çıkarlarını gözetmek zorunda olduğuna dikkat çeken Güneş, şunları söyledi:
“Son 10 yıldır giderek ağırlaşan biçimde gazetecilik mesleğine yönelik bir baskı söz konusu. Her üç gazeteciden biri bu dönemde işsiz kaldı. Çalışabilenler de haklarında açılmış binlerce dava var; gazetecilik mesleği terörle ilişkilendirilerek itibar kaybına uğratılmaya çalışılıyor. Doktorlar ve sağlık çalışanları için ‘Bıçak parası almadan iş yapmazlar’ anlayışı kanıksatılırken, gazeteciler için de ‘Devlet aleyhine çalışır, ajanlık yapar, teröristlerdir’ kabulü yaygınlaştırılmak isteniyor. Yayın yasakları ve akreditasyonlarla haberlerin halka ulaşması engelleniyor. Gazeteciler her dönemin günah keçisi olarak seçiliyor. Her güç odağı kendi hatalarını gazetecileri hedef göstererek aklayacağını düşünüyor. Ama bu tutum gerçekleri karartmaya yetmiyor. Biz gazetecilerin hedef seçilmesinden artık vazgeçilmesini istiyoruz. Gazetecilik mesleğinin suç olmadığını tekrar tekrar ifade ediyoruz. Basın ve düşünceyi ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını ve meslektaşlarımızın özgür bırakılmasını talep ediyoruz.”
‘Ya hukuk düzeni, ya despotluk’
Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Sekreteri Can Güleryüzlü, Türkiye’nin bugün basın özgürlüğü açısından yaşam mücadelesi vermekte olduğunu vurgulayarak, şunları ifade etti:
“Bir tercih noktasına gelmiş olduğumuz çok nettir. Toplumsal hayatımız ya laik, demokratik, sosyal bir hukuk düzeni ya da din referanslı etnik çatışmaların yaşandığı despotik bir düzen üzerinden devam etme ayrımındadır. Bu ayrımı, basına yönelik uygulamalar çerçevesinde hiçbir tartışmaya yer vermeyecek açıklıkta yaşamaktayız. AKP zihniyetiyle iç içe geçmiş devlet yönetimince uygulanan basına yönelik baskı ve yönlendirme politikaları, artık basın kuruluşlarını ve gazetecileri hedef almanın ötesine geçerek, doğrudan ‘halkın doğru haber alma hakkını’, vatandaşların bilgilenme ve özgür karar verme iradelerini yok etmeyi amaçlamaktadır. Hedef, bir gazeteciyi ya da haber değil, iktidarın istediği yönde yayıncılık yapmayıp mesleğinin gereği eleştirel ve sorgular yayıncılık yapan basın kuruluşları ve yayın politikalarıdır. Diğer bir ifadeyle, haberciliği, kamu gücünü halk adına denetleme bilinciyle yapanlar hedeftedir. Başta biz gazeteciler olmak üzere tüm Türkiye kamuoyunun açık ve net yüzleştiği gerçek şu oldu: Baskı artık doğrudan haberin asıl sahiplerine, yani halka; sana, bana, hepimizedir.”
‘Bütün diktatörlükler eski arkadaşlarıyla yolunu ayırır’
DİSK Basın-İş Genel Başkanı Faruk Eren, Türkiye’nin gazeteciler için bir cehennem olduğunu belirterek, şöyle konuştu: “AKP öncesi medya, devlet dili kullanıyordu, yani devlet ne isterse onu öyle yazıyordu. Bununla ilgili yüzlerce anlatım vardır sanırım. AKP sonrası da aynı oldu. Yani yine devlet ne isterse medyanın büyük bölümü onu yazdı. ‘Teröristler ölü ele geçiriliyor’du, ‘sözde’ sorumlular yakalanıyordu. Ama AKP iktidarı ve şimdilerde FETÖ denilen Gülen Cemaati ittifakında eski rejimin, hatta 12 Eylül faşist diktatörlüğün hukukuna rahmet okunası işler yapıldı. Bazı insanların evlerine ‘delil’ yerleştirildi. Medya aracılığıyla insanlar suçlu ilan edildi, olmayan örgütler uyduruldu. Olmayan örgütlere dair cilt cilt kitaplar yazıldı. Bunları ‘gazeteciler’ yaptı. Bu furyada gazeteciler de tutuklandı. Kendi hayatlarından ama en çok da çocuklarının hayatlarından yıllar çalındı… Bütün diktatörlükler bir süre sonra eski yol arkadaşlarıyla yolunu ayırır. Bunu Türkiye’de de yaşadık. Eski yol arkadaşları tasfiye edildi. Hem de onların kendilerine öğrettiği yöntemi kullanılarak. Kurban yine gazeteler, televizyonlar, internet siteleri, haber ajansları oldu.”