Dosya Hallerimiz

Gazeteciler depresyonda: Sorun sosyal medya değil, ülke gerçeği

Türkiye’deki hızlı haber akışı gazeteciler için hem nimet hem dert. Bunun yanında daimî bir dava ve hapis tehdidi ile sözlü-fiziksel saldırılar da cabası. Peki bu ortam medya çalışanlarını mesleki ve kişisel olarak nasıl etkiliyor? Hız çağının ve Türkiye’ye özel durumların mesleğe nasıl yansıdığını uzman, akademisyen ve gazetecilerle konuştuk.

‘Sosyal medya kullananlar daha mutsuz ve gergin’

(Fotoğraf: Aytek Erdem / Diken.com.tr)

Psikiyatrist Dr. İlker Küçükparlak, “İki gün içinde İzlanda’ya bir yıl yetecek kadar gündem oluşuyor” örneğinin verildiğini hatırlatarak, bu durumun Türkiye’nin istikrarsızlığını ortaya koyduğunu, istikrarsız bir ülkenin kaygıya neden olabileceğini ve insanların başına bir şey gelmeyeceğinden emin olamadığını söylüyor. Geleneksel medyanın olan biten pek çok şeyi görmezden geldiğini, dolayısıyla haberdar olmak isteyen insanların alternatif mecraları bir şekilde kullanmak zorunda olduğunu söyleyen Küçükparlak, “Sosyal medya, ülkenin gerçeğini daha yakından takip etmek için insanların elinde kalan tek istisnai araç” diyor.

Küçükparlak, öngörememe ve belirsizlik hâlinin haber alma ihtiyacını artırdığını, sosyal medyayı kullanan insanların daha mutsuz ve gergin olduğunu söylenebileceğini ifade ediyor ama ardından şunu da ekliyor:

“Aslında mutsuz ve gergin yapan sosyal medya değil, ülkenin gerçeği.”

‘Aciliyet haberin niteliğini zayıflattı’

Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevda Alankuş, hız çağı olarak adlandırılan bu çağda sosyal medyanın hemen herkesi, her haberin hem alıcısı hem vericisi hâle getirdiğini, dolayısıyla gazeteciliğin de bu hızı yakalamak gibi bir dert edindiğinin altını çiziyor. Alankuş, hızlı haber akışının gazeteci için de okuyucu için de zamanı anlamlı hâle getirmeden yaşamaya sebep olduğunu söylüyor:

“Rekabet koşullarını da düşünecek olursanız haberi kim en önce verecek? Bu baskının gazeteciler üzerinde yaratmış olduğu etki var. Her an her saniye bir aciliyet durumundalar. Bir yandan da bu hız, haberin niteliğini zayıflattı. Aslında haber ilk çıktığı anda neyse zihinlerde öyle kalıyor. Haberciliğin en önemli kurallarından birisi olan fikri takip çoğu kez gözardı ediliyor.”

Birbirini tamamlayan iki gazetecilik anlayışının olması gerektiğini söyleyen Alankuş, hızlı haberciliğin zamanla robotik haberciliğe dönüşeceğini ifade ediyor. Son yıllarda konuşulmaya başlanan yavaş gazetecilik (slow journalism) kavramını ise, “Yaptığınız haberi takip etmek, yeni öğeleriyle tamamlamak ve mutlaka her şey olup bittikten sonra o habere yeniden dönerek politik, ekonomik bağlamını ortaya koyarak, yorumlamak” şeklinde tarifliyor.

‘İktidar medyasındaki gazeteciler de stres altında’

Serbest gazeteci Mehveş Evin, Türkiye’de haber akışını takip etmenin zorluğunu yaşamanın dışında son yıllarda giderek daha fazla maruz kalınan “yalan haber furyasının” sonuçlarına dikkat çekiyor:

“Okuduğunuz haberlerin içeriğindeki doğruları bir gazeteci olarak ayıklayabiliyorsunuz. Fakat devamlı olarak bu yalan makinasına maruz kalmak ve gazeteci olarak aslında öyle olmadığını anlatmaya çalışmak çok yıpratıcı bir şey.”

Uykusuzluk ve anksiyeteye yol açtığı için kişisel olarak yönteminin gece yatmadan önce sosyal medyaya bakmamak olduğunu söyleyen Evin, içinde bulunduğumuz sürecin etkilerini, “Kaç arkadaşım gece yarısı ya da sabaha karşı baskınla alındı. Sadece gazeteciler değil, temas hâlinde olduğumuz muhalif kesimlere yönelik devamlı bir saldırı olduğu için hem yakınlarımız hem kendimiz için sürekli endişe hâlindeyiz” şeklinde özetliyor.

Öte yandan iktidar medyasında çalışan, son derece “rahat” gözüken gazetecilerin dahi “Acaba yanlış yaparsam ne olur” düşüncesiyle stres altında yaşadığını belirtiyor Evin ve kendi açısından mesleğiyle arasına giren bu dönemi şöyle anlatıyor:

“İşini yapamaz hâle gelip hâlâ bir şeyler yapmaya çalışmak elbette ki insanı sorgulatıyor. Fakat öte yandan bunun çaresi köşeye çekilmek, küsmek değil. Benim için değil. Kişisel hak anlayışım için yazmaya, haber yapmaya devam edeceğim.”

‘Spora gidemiyorsun, sağlıklı beslenemiyorsun’

Bianet’in Kadın ve LGBTİ haberleri editörü Çiçek Tahaoğlu, son yıllarda takip ettikleri davalar içerisinde yakınen tanıdığı arkadaşlarının olduğunu, kimi vakit birlikte çalıştıkları hak savunucuları ve avukatların yargılanmalarını izlemenin etkilerini anlatıyor:

“Belki akşam birlikte bira içmeye gideceğin bir arkadaşın gözaltına alınıyor. Haberini yapmaya adliyeye gidiyorsun. ‘Kız güzel bir poz ver de, habere düzgün bir resmini basayım’ dediğin arkadaşın üç saat sonra tutuklanıyor. Böyle bir kısır döngünün içinde yaşıyoruz.”

Tahaoğlu, gazeteciliğin hayatını nasıl etkilediğini ise şu sözlerle aktarıyor:

“Gazetecilerin çevresi genel olarak gazetecilerden oluşur. Benim öyle değil. Gazeteciliğe başlamadan önceki arkadaş çevremi koruyorum. İki gün önce sabah 9’da adliyeye girdim, gece 12’de çıktım. Ertesi sabah da işe geldim. O sırada adliyede birkaç saatini bizimle geçiren gazeteci arkadaşım Zeynep Kuray’ın gözaltına alındığını duruşma salonunda öğrendik. Bir haber takip ederken başka haber alıyorsun, dolayısıyla boş vaktin olamıyor. Spora gidemiyorsun ve hatta sağlıklı bile beslenemiyorsun.”

‘Hakkıyla gazetecilik yapmak başlı başına anksiyete kaynağı’

Gazete Duvar yazarı, gazeteci İrfan Aktan, hâlihazırda sosyal medyanın kendisinin bir anksiyete kaynağı olduğunu düşünüyor:

“İnsanlar her an yeni bir felaket haberi alabileceklerini biliyor ve bu korkuyla sosyal medya takibi yapıyorlar. Son birkaç yıldır siyasi gelişmelerin hayatını hemen her gün doğrudan etkilediği onbinlerce insan var. Normalde bir gazeteci için her yeni olay, mesleğini sürdürmesinin doğrudan sebebidir. Fakat Türkiye’de yaşanan topyekûn felaketten gazetecilerin kendisi de etkileniyor. Kanun Hükmünde Kararname (KHK) listelerine sırf haberini yapmak için bakmıyoruz. Çalıştığımız kurum, üye olduğumuz dernek de kapatıldı mı, hangi yakınımız işsiz bırakıldı diye de bakıyoruz. Gazeteciler sadece haberin yazarı değil, artık haberin konusu da oldular.”

Bilhassa gazetecilerin devamlı olarak gündemi kaçırma, gündeme yetişememe kaygısı yaşadığını söyleyen Aktan, yapacağı söyleşiler veya yazacağı yazılar için bu akışı takip etmesi gerektiğini belirtiyor. Sosyal medyanın gazetecilere daha önceden görmediği bir imkânı sunduğunu ve fakat bunun olumlu ve olumsuz sonuçlarının olduğunu anlatıyor:

“Daha önce haberlerimizi yapardık ama o haberin insanlarda bir karşılık bulup bulmadığını kestiremezdik. Şimdi sosyal medya üzerinden kısmen de olsa okurun tepkisini ölçebiliyor ve hatta okurun katkı sağladığını bile görebiliyoruz. Eleştiren oluyor, hakaret ve tehdit eden oluyor ama aynı zamanda ‘Şu eksik’, ‘Şunu da gözardı etme’ şeklinde okur uyarıları da geliyor. Önceleri gazetecilik, okur tepkisinden daha bağımsız, haber veya olay odaklı bir mesleki faaliyetti. Şimdi yer yer okur odaklı habercilik yapıldığını görüyoruz.”

Gazeteciliğin muhalif olmaktan bağımsız düşünülemeyeceğini söyleyen Aktan, dünyadaki bütün iktidarların soruşturmacı, eleştirel gazetecililerle bir probleminin olduğunu fakat iktidarların bununla baş etmekte yöntemlerinin değiştiğini belirterek, “Türkiye’de hakkıyla gazetecilik yapmak başlı başına bir anksiyete kaynağı. Çünkü gazeteciler her an her türlü tehdite açık hâlde” diyor.

Filiz Gazi

Cumhuriyet Üniversitesi Antropoloji Bölümü mezunu. Marmara Üniversitesi Radyo-TV Sinema’da yüksek lisans yaptı. 'Olmasa' belgesel filminin yönetmeni. Halen belgesel çekmeye devam ediyor. Sendika.org, Bianet, Birgün ve Radikal'de yazdı. JINHA’da çalıştı. Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nde, faili meçhul cinayetlerin dava takibini yapıyor.

Journo E-Bülten