Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile geçtiğimiz hafta 10’dan fazla televizyon kanalı ve radyo kapatıldı, sayısız arkadaşımız işsiz kaldı. Ekranı karartılan kanalları hayatında bir saniye bile izlememiş, sesi kısılan radyoları bir dakika bile dinlememiş bazılarının derin bir “oh” çektiğini gördük. “Oh” dediler, bazıları, “oh, terörizm yuvaları kapandı!”
İMC TV’nin kuruluş aşamasını hatırlıyorum. Meslek büyüklerinden işi öğrenmeye çalışan bir grup genç gazetecinin heyecan içinde koşuşturduğu vakit, dün gibi aklımda… Hevesleri son güne kadar aynıydı. ‘Haber heyecanı’ dediğimiz duygu ise onları hiç bırakmadı.
Hayat TV’yi biliyorum. Biri sorsa, ilk aklıma gelen çay olur! İstesen de istemesen de, bir programa konuk olarak gitmişsen şayet, tavşan kanı hemen o sehpaya konulur. Ana akım medyayla kıyaslanamayacak şartlarda nasıl da azimle haber yaptıklarına şahidim.
Susturulan medya, bu iki kanaldan fazlası elbet. Geri kalan televizyon ve radyolar da benzer şartlarda yayıncılık yapma uğraşındaydı. Bugün ‘terörist’ olarak yaftalanmaya çalışılan insanlar, kamuoyu papağan gibi tekrar edilen metinlerden iki satır farklı bir şey öğrenebilsin diye çırpınan meslektaşlarımız… Şimdi birçoğu mecrasız ve dolayısıyla işsiz kaldı. Bu gazeteciler, ekmeğinin peşindeydi. Ancak bugün gelinen noktada, gazetecilikten ekmek parası kazanmak hiç olmadığı kadar ‘lüks’ bir hâl aldı. Yanlış anlaşılma olmasın, hiçbir zaman kolay olmadı gazetecilik mesleğinden geçim sağlamak. Bunu tabii ki medya elitleri değil, medya emekçileri için söylüyorum. Medya kuruluşları bir bir kapatılır, basın üzerindeki baskılar her geçen gün artarken, gazetecilerin hareket alanı hiç olmadığı kadar daraldı. Çoğu işsiz kalan gazeteci ya başka sektörlere yönelmek durumunda kaldı ya da çeşitli basın kuruluşlarına gönülsüzce mahkûm oldu.
Şu noktayı daimi olarak vurgulamakta fayda var: Gazetecilik bir meslektir, hobi değil. Meslek olması demek, bu alanı seçmiş kişilerin hayatlarını idame ettirecek şekilde para kazanabiliyor olmaları demek. Öte yandan, meslek dışına itilen basın emekçilerinin tek derdi hiç şüphesiz para kazanmak da değil. Onurlu bir gazetecilik hayatı sürmek, işsiz bırakılan meslektaşların en önemli isteği. Dananın kuyruğu da tam olarak burada kopuyor: Dayatılana boyun eğmeden, gazeteciliği bir meslek olarak icra edebilme arzusu.
İrfan Aktan, Gazete Duvar için kaleme aldığı ‘Utanıyorum ama gazeteciyim’ başlıklı bugünkü yazısında, şu haklı soruları sordu:
“Memlekette olup bitenlere dair soru sormamız fiilen yasaklanmış, ekonomik olarak imkânsızlaştırılmışken, ne yapacağız? Marangoz dükkânı mı açacak her birimiz, yoksa mesleğimizi sürdürmek için yeni yollar mı arayacağız?”
Aktan yazısını, “ne yapacağız” sorusuyla bitirerek mevcut durumu tartışmaya açıyor. Bu gidişle marangoz dükkânı açma bahsinin, trajikomik bir ifadeden trajiğe evrilmesi işten bile değil.
Günümüz koşullarında özellikle internetin getirdiği nimetlerle bir yazı ya da videoyu kitlelerle buluşturmak, o kadar da zor değil. Fakat asıl mesele, işimizi fiziki ve ekonomik güvence altında ve internet alanıyla da sınırlı kalmadan yapabilmek. Mesele, “hobi olarak yine yap” noktasından sıyrılarak, kaybedilen mecraları geri kazanabilmek ya da yenilerini kurabilmek. Bunun için de, “su akar yolunu bulur” anını beklemeden, ne yapılabileceği sorularına kafa yormak gerekiyor. Belki geç bile kaldık ama en azından güç olmasın!