Ülkelerinden yüzlerce kilometre uzakta hayata tutunmaya çalışan Gürcü kadınlarla bir pazar günü, Ankara’nın en merkezi noktası Güvenpark’ta buluşarak Türkiye’de ev işçisi olmayı konuştuk. Ailelerini, sevdiklerini arkalarında bırakan, kültürünü, dilini bilmedikleri bir toplumda yaşamdan izole çalışan, çeşitli biçimlerde gözetlenen evlerde ailelerin hayatına ortak olan, ‘en pis’ işleri tiksinmeden ‘en tehlikeli’ işleri gözlerini dahi kırpmadan yapmaları istenen, sıkı kurallarla denetlenen, sosyal güvenceden yoksun bırakılarak kayıt dışı çalıştırılan, iş kazalarında ölen ama görünmeyen kadınlar…
67 milyon ev işçisi
Geleneksel olarak Batı’ya göç veren ancak 90’lardan itibaren göç alan ülkeler arasına giren Türkiye’de bugün yüz binlerce göçmen ev işçisi çalışıyor. Sovyetler Birliği’nin çözülüşünü takip eden süreçte başlayan ilk göç akınının öncüsü kadınların yolculuğu yoğun biçimde devam ederken, Ortadoğu ve Afrika’dan çok sayıda kadın, ev işlerinde çalışmak üzere ülkesini ve ailesini terk ediyor. Göçmen ev işçileri sağlık hizmetlerinden çocuk bakımına, ev temizliğinden yaşlı bakımına kadar pek çok alanda karşımıza çıkıyor. Dünya genelinde kadınların iş gücüne katılma oranıyla paralel gelişim gösteren ev içi hizmet sektöründe Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) tahminlerine göre, çoğunluğu kadın ve 11.5 milyonu göçmen olmak üzere 67.1 milyon ev işçisi çalışıyor. Türkiye’de ise ev işçilerine dair kayıtlı bir veri bulunmuyor ancak 1 milyondan fazla ev işçisi olduğu tahmin ediliyor ve bu sayıya göçmen ev işçileri dâhil değil. Peki bu kadınlar nasıl geliyorlar? Hangi şartlarda çalışıyorlar?
İlk maaş aracı kuruma
Ülkelerindeki ekonomik zorluklar nedeniyle aile ekonomisini sırtlamak için göç eden kadınlar, göçten önce iş bulma ajanslarıyla iletişim kuruyor. İşe yerleştikten sonra ise aracılığın karşılığı olarak ilk maaşı ya da ilk maaşın yarısını söz konusu ajansa veriyor. Ancak şirketler bu işte ‘hileli’ kazanç yolları bulmuş. Şirketler hizmet sundukları ailelere mevcut çalışan yerine ‘daha iyi çalışacak’ işçi önererek aracılık parasının devamlı olmasını sağlıyor. Beş sene önce Ankara’ya çalışmak için gelen ve çocuk bakıcılığı yapan İ., “Şirketler çalıştığımız aileyi arayarak kendilerine daha iyi bakıcı bulabileceğini söylüyor. Bizi işten çıkaran ailenin yanına da yeni birini yerleştiriyor. Tabii bunun parasını da kendisine alıyor” diye konuşuyor.
‘Hapisten beterdi, oturmam yasaktı’
Ev içi hizmet sektöründe çalışan göçmen işçilerin önemli bir bölümü yatılı hizmette çalışıyor. Başlıca şikâyetlerinden biri, belirsiz çalışma saatleri. Batum’dan beş sene önce Türkiye’ye gelen, kreş öğretmeni N. İstanbul’da çocuk bakıcısı olarak çalıştığı ilk evi, “Hapisten beterdi. Korkunç günlerdi. 24 saat çalışıyordum. Gün içinde oturmam bile yasaktı. Sürekli kameralarla izleniyordum. Birkaç dakikalığına oturduğumu gördüklerinde hemen telefonla arıyorlardı” diye anlatıyor.
Yatılı ev işçilerinin tanımlı iş saatlerinin işveren tarafından kabul görmediği ve pek çok ev işçisinin dinlenme zamanı dahi olmadığı biliniyor. Evlerde yatılı olarak çalıştıkları için ev sahiplerinin kendilerinden sürekli iş istediğini söyleyen N., “Gece olsa dahi benden bir şey istediklerinde yapmak zorundaydım. Çocuk bakmak için gittim ama her işi bana yaptırdılar” diyor.
‘Banyo yaparken kapıya vuruyorlardı’
Göçmen ev işçilerinin haftalık izni haftada bir gün, birkaç saat olarak ayarlanırken hiç izin kullandırmayan ya da 15 günde bir izin kullandıran aileler de mevcut. Dört senedir Ankara’da yaşlı hasta bakıcılığı yapan ve “İlk geldiğim sene 1 yıl boyunca izin yapmadan çalıştım. Banyo sürem bile sınırlıydı” diye konuşan Ş., banyoda biraz uzun kalırsa banyo kapısına vurulduğunu anlatıyor. Yaşlı hasta bakımının çok zor olduğunu, sürekli hasta ile ilgilenmesi gerektiğini ve bunun 24 saat boyunca kesintisiz yapılması gerektiğini söyleyen Ş., uyurken bile dinlenemediğini anlatıyor. İlk çalıştığı evde 15 günde bir, dört saatlik izin hakkı olan N. ise yıllık izin kullandığı zamanlarda dahi rahatsız edildiğini söylüyor.
Sekiz sene önce Türkiye’ye gelen, ülkesinde eczacılık eğitimi alan Ç., çalıştığı yerden memnun olduğunu ama pek çok arkadaşının zor koşullarda çalıştığını aktarıyor. Ç., işçilerin izin gününün genelde ailenin evde olduğu pazar olduğunu söylerken, bakıcının izin gününde evde kalmak istediğinde çalıştırıldığını anlatıyor. “Oysa bazen evde kalıp dinlenmek istiyorsun. Ama evde olunca senden iş yapmanı bekliyorlar” diyor. Bazı ailelerin izin günleri para vermediğini söyleyen Ç., yıllık izne gittiklerinde ücretli izin kullanamadıklarını söylüyor.
‘Yatak odasına kamera koyuyorlar’
Son dönemde özellikle çocuklu aileler bakıcıyı izleme amaçlı evlerine kamera yerleştirirken, bazı aileler ise çalışanın mahremiyetini yok sayarak yatak odasında dahi kamera bulundurabiliyor. İlk çalıştığı evin her tarafında olan kameranın, kendi odasında da olduğunu ve üzerini tuvalette değiştirmek zorunda kaldığını söyleyen N., “Çocukla parka gittiğimde dahi beni izliyorlardı” diyerek sinirle telefonundan bir video gösteriyor. Parkı görecek şekilde ayarlanan bir kameradan kaydı izleyen anne ve babanın bakıcı hakkında konuştuğunun görüldüğü videoda, salıncağı sallayan bakıcının yanındaki kadınla konuşmasına sinirlenen annenin sesi duyuluyor. Mutfakta da kamera olduğunu söyleyen N., ne kadar yiyip içtiğinin kontrol edildiğini, yeni yaptığı yemekten yiyemediğini, hep bir önceki günden kalan eski yemeği yemek zorunda olduğunu da anlatıyor.
Türkiye’ye ilk geldiği sene Antalya’da çocuk bakıcılığı yapan Ç. de kamera sisteminin pek çok kişiyi sıkıntıya soktuğunu söylüyor. “Evde kamera olmasını anlıyorum ama yattığımız odaya dahi kamera koyuyorlar” derken, “Kaldığım evin hanımına rahatsız olduğumu söyledim ancak ‘Benim kocam kötü şeyler yapmaz’ yanıtı verdi” diye anlatıyor.
‘Ülkemiz bizi yalnız bırakıyor’
Haber için görüştüğümüz kadınlar var olan sorunlarını Türkiye’deki temsilcilikleriyle paylaşamamanın sıkıntısını yaşadıklarını söylüyor. “Sorunlarımızı büyükelçilikle, konsoloslukla konuşmak istiyoruz ama bizi kimse dinlemiyor” diyen Ç., “Ülkemiz bizi yalnız bırakıyor” diyor. Şiddet olaylarının da yaygın görüldüğünü söyleyen kadınlar, şiddete uğradıklarında herkesin sessiz kaldığını anlatıyor. N., işten ayrılmak istediğinde çalıştığı ailenin kendisine küfür ettiğini söylerken, Ç. araya girerek geçtiğimiz sene kaldığı evde bıçaklanarak ölen arkadaşlarının haberinin bile yapılmadığını, polisin olayla ilgilenmediğini sinirle anlatıyor.
‘Mafyöz taşeronlar tarafından çalıştırılıyorlar’
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi üyesi Murat Çakır, evde çalışan göçmen işçilerin pek çoğu kayıt dışı çalıştırıldığı için bu alandaki verilerin çok sınırlı olduğunu söylüyor. Göçmen kadınların Türkiye’ye ajanslar aracılığıyla geldiğini aktaran Çakır’ın verdiği bilgilere göre, mafyöz taşeronlar tarafından çalıştırılan göçmen kadınların pasaportlarına bu kişiler tarafından el konuluyor. Göçmen kadınlar, borçlandırılıyor ve şantaja uğruyor. Kayıt dışı çalıştırılan kadınların nasıl ya da hangi koşullarda çalıştırıldığına erişmek oldukça zor. Bununla beraber, çalışırken hayatını kaybeden kadınlar da kayıt altına alınamıyor.
Geçen Şubat ayında pencereden düşerek ölen Özbek kadın işçi Gulnora Tuxtayeva’nın ismini bir hafta sonunda öğrenebildiklerini dile getiren Çakır, “Ölümlerin bilgisine tesadüfen rastlıyoruz. Bilgiler, çoğunlukla tanıdık vasıtasıyla elimize ulaşıyor. Örneğin, sekiz ayda 1838 işçi ölümü kayıt altına aldık. Buna ek 60’ı aşkın göçmen işçi ölümü var ve çok zor öğrendik” diye konuşuyor. Göçmen işçilerin büyük bir kısmının iyi eğitimli olmasına rağmen ucuz iş gücü olarak kullanıldığına da dikkat çeken Çakır, işçilerin genel olarak sağlıksız koşullarda ve kayıt dışı çalıştığını, göçmen kadınların ise, buna ek olarak cinsel taciz ve tecavüz dâhil olmak üzere birçok saldırı ile karşı karşıya olduklarını söylüyor.