Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen “Göçü Belgelemek” etkinliğinde paylaşılan verilere göre Türkiye vatandaşları, Suriyelilerle aralarında kültürel bir benzerlik olmadığını düşünüyor. Suriyeli mülteciler ise kültürel olarak birçok açıdan Türkiye vatandaşlarına benzediklerini söylüyorlar.
“Göçü Belgelemek” başlıklı etkinlik, 15 Nisan 2019’da Bahçeşehir Üniversitesi’nde gerçekleşti. Etkinlikte sosyoloji ve iletişim alanlarından gelen akademisyenler, göçün ve mültecilerin görsel kayıtlarının tutulmasına dair pratikler ile bu pratiklerin topluma ve mültecilere etkisi üzerine sunumlar yaptılar.
Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Kulübü’nün düzenlediği etkinlik Prof. Dr. Nilüfer Narlı ve Doç Dr. Ulaş Sunata’nın konuşmalarıyla başladı.
Açış konuşmalarında mültecilerin Türkiye’deki genel durumu özetlenirken, göçün fotoğraflarla kayda alınmasının önemi ve etkileri de vurgulandı. Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Narlı, Sultanbeyli semtinde mültecilerle yürüttükleri araştırmanın sonuçlarını paylaştı ve mültecilerin iletişim araçlarını nasıl kullandıklarından bahsetti.
Sunumdan dikkat çeken başlıklar şunlar oldu:
* Mülteciler akıllı telefonlarını çok aktif kullanıyor. Genellikle akıllı telefonları sayesinde memleketleriyle irtibatta kalıyorlar.
* Bulgulara göre mültecilerin en çok iletişime geçtikleri yer kendi geldikleri ülke, Türkiye içinde en çok iletişim kurdukları kişiler ise diğer mülteciler. Ayrıca, başka ülkelere kaçmaya çalıştıklarında akıllı telefonlar hem yol göstericileri hem de güvenliklerini sağladıkları araçlara dönüşüyor. Mesela botla denizi aşarak Avrupa’ya geçmeye çalıştıklarında işler ters giderse Sahil Güvenliğe telefonlarıyla ulaşıyorlar.
* Türkiye’de GSM operatörlerinin açtığı Arapça call center’lar mültecilere çok yardımcı oldu; doğrudan görevleri olmasa da call center görevlileri mülteciler için gönüllü tercümanlık yaptı. Akıllı telefonlar aynı zamanda hem göç öncesi savaş bölgesinin, hem de göç sürecinin kaydının tutulmasını sağladı ki fotoğraf çekebilen cep telefonları öncesi bu imkan sadece savaşan taraflarda mevcuttu.
Doç. Dr. Sunata ise açış konuşmasında Prof. Dr. Murat Erdoğan’ın yaptığı alan araştırmasına dikkat çekti. Araştırmanın bulgularına göre Türkiye vatandaşları, Suriyelilerle aralarında kültürel bir benzerlik olmadığını düşünürken; Suriyeli mülteciler, kültürel olarak birçok açıdan Türkiye vatandaşlarına benzediklerini düşünüyor.
Sunata ayrıca mültecilerle ilgili en ciddi sorunların başında sosyal hayata ve iş hayatına katılamamaları ve bunun kaydının da tutulamaması olduğunu belirtti. Sunata’nın paylaştığı verilere göre Türkiye’deki yaklaşık 4 milyon Suriyelinin yüzde 90’ı kayıtlı, ancak bu nüfusun yaklaşık yüzde 98’i kayıt dışı çalıştırılıyor.
Etkinliğin ikinci panelinde söz alan Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Can Ertuna televizyon haberlerinde mültecilerin nasıl temsil edildiğine dair bir sunum yaptı. Dr. Ertuna’nın değindiği noktalar şunlar oldu:
Türkiye’de artan internetin erişim oranları ve sosyal medyanın yükselen popülerliğine rağmen toplumun birincil haber alma kaynağı hala televizyon. Bu sebeple, mültecilerin televizyon haberlerindeki temsili, onlara yönelik algıyı da şekillendiriyor. Ancak bu temsilin olumlu ve hakkaniyetli olduğunu söylemek güç. Aksine, televizyon ana haberlerinde mülteciler yansıtılırken gerçekle tezat, ön yargılara dayalı haberleştirme yapılıyor.
Sadece devlet değil STK verilerini de göz önüne alan Ertuna’ya göre istatistiklerdeki suç oranı ve çalışma durumları bağlamında mültecilerin televizyondaki temsili sorunlu; zira toplum ortalamasının üstünde bir suça katılımı olmadığı halde mülteciler hırsız, tacizci ve hatta mezar hırsızı olarak, kriminalize bir çerçevede temsil ediliyor.
Ertuna sunumuna, televizyon ana haberlerinde mültecilerin temsilindeki temel sorunlara değinerek devam etti. Buna göre mülteciler haberlerde bağlamsız, tektip, farklılıkları yok sayılarak, suçlu veya kurban olarak, ayrımcı ve nefret dili ile sunuluyor…
Ertuna’nın, sunumunun sonunda belirttiği çözüm önerileri ise şunlar oldu: Mültecileri haberleştirirken kullanılan dile dikkat etmek, tek tipleştirmemek, haberin bağlamını doğru şekilde sunmak, farklı bakış açılarına yer vermek, nefret söyleminden ve ayrımcı dilden kaçınmak, dramatik ve sansasyonel manşetlerden kaçınmak ve haberi olgulara yaslamak…
Panelin ikinci yarısında ise Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Ela Kaçel, Almanya’daki “misafir işçi” Türkler örneği üzerinden göçmenlerin kendilerini nasıl fotoğrafladığına dair bir sunum yaptı. Kaçel’in sunumunda değindiği en yaygın pratiklerden biri, göçmenlerin memleketlerine gönderdikleri fotoğraflarda, aslında yaşamadıkları bir refahı mizansenlerle sunmaları oldu. Güzel bina ve sarayların önünde çekilen fotoğraflarla göçmenler aslında yaşadıkları yerlerin aksine, temiz, ferah, nezih mekanlar önünde poz vererek geride bıraktıklarına olumlu bir mesaj vermeye çalışıyor.
Sunumda bahsi geçen, göçmenlerin fotoğrafla ilişkisine dair diğer pratikler ise park, bahçe gibi anonim mekanların fotoğraflarda fon olarak kullanılması ve vitrin camlarını çektikleri fotoğraflarda kendi yansımalarını ekleyerek mekanla kendilerini kolajlamaları oldu.
Etkinlik, “Daha” filmi üzerine Onur Saylak’ın söyleşisi ve “Göçün Fotoğrafla Yolculuğu” başlığı altında Ulaş Tosun, Sami Solmaz, Özcan Yurdalan’ın sunumlarının ardından sona erdi.