Görüş

Gökçer Tahincioğlu yazdı: Fırtınadan sonraki medya

Özgün çizim: Carlos PX

Sloganların haberden çok prim yaptığı, televizyonların yayın saatlerini haber değil hep aynı isimlerin yer aldığı tartışma programlarıyla doldurduğu, yazıların haberden çok okunduğu bu dönem geride kalacak. Eski dönemin bütün yanlışlarından ders çıkartmış bir medya yapısı kurmak mümkün.

Dünyada 1 milyon dijital aboneye ilk sahip olan medya kuruluşu olarak tarihe geçen New York Times’ı bünyesinde barındıran New York Times Company’nin CEO’su Mark Thompson, 2018’de, basılı gazetelerin ömrünü tartışırken, “Kâğıt baskının sürekli devam etmesini çok isterdim ama kabul etmek lazım ki bir son kullanım tarihi var’’ diyerek, ölümün çok yakın olduğunu işaret etmişti.

Thompson’a göre, basılı ya da kâğıt gazetenin sadece 10 yıl ömrü kalmıştı, sonrasında yaşama şansı yoktu.

Daha 2008’de, basılı gazetelerin sadece 15 yıl ömrünün kaldığını söyleyen medya devi Murdoch’ın tahminiyle uyumlu bir öngörü.

Kârlarını artırıyor olsalar bile dünyanın dört bir yanında basılı gazete satan medya devleri, kâğıda veda edecekleri tarihin iyiden iyiye yaklaştığını biliyor.

Radyoya, televizyona karşı varlığını koruyan, yenileceğinin söylendiği her aşamada ayağa kalkan gazeteler, artık yorgun ve yeni nesil medya karşısında savunmasız.

Muhafazakâr okurun alışkanlarını değiştirme zorunlulukları bir yana, kâğıt gazetelerde meslek hayatını geçirmiş gazeteciler için kahredici bir son bu.

Baskı saatlerine göre ayarlanan bu hayatlar, sabahın ilk ışıklarında rakip gazetelerde hangi haberlerin olduğunu görmek, günlerce uğraştığı özel haberin sadece kendi gazetesinde yer alacağını ve rakip muhabirlerin büyük hayal kırıklığı ile güne başlayacaklarını bilmek heyecanını yeni nesil gazetecilere aktaramayacaklar. 

Taşra baskısı, hat kaçırma, sayfa manşeti, birinci sayfa spotu gibi kavramlardan sadece dijital hayatta işe yarayanlar varlığını sürdürecek. Geriye kalanlar, evrenin bir noktasında unutulmuş sesler olarak asılı kalacaklar.

Daha 20 yıl önce sütun santime bölünmüş gazete ebatındaki kâğıtlara kurşun kalem ve cetvelle sayfa çizen gazeteciler, yepyeni bir gazetecilik biçimine adapte olmak zorundalar.

Yeni nesil medya, kendini okurla birlikte geliştirmeye başladı

Türkiye’de ise her zamanki gibi durum bir parça farklı…

Bütün dünyada bu geçiş süreci farklı parametrelerle yaşanıyor. Gelişmiş ülkelerde, internet erişiminin yüksek olmasına rağmen, basılı gazeteler entegre sistemler oluşturarak okurlarına hizmet vermeyi sürdürüyor. 8-10 yıl daha basılı gazetenin olacağını söyleyen ve hâlâ basılı gazeteden kâr edebilenler de aynı kurumlar.

İnternet erişiminin olmadığı noktalarda da basılı gazete hâlâ etkili bir araç olmayı sürdürüyor.

Haber verme ve alma ihtiyacı, hâlâ basılı gazetelerle sürdürülebiliyor.

Türkiye’de ise geçiş, siyasal koşullardan, medyanın aldığı biçimden dolayı okurun küsmesiyle gerçekleşti.

Yeni nesil medya hazırlıksız bir biçimde basılı gazetelerden hızla kaçan okura yakalandı ve kendini okurla birlikte geliştirmeye başladı.

Haber verme işlevini unutan ve bu nedenle “ana akım” özelliğini yitiren ana akım medyanın sadece son 5 yıldaki tiraj kaybı yüzde 50 civarında.

En çok satan gazetelerin iki yüz binin altına düşen tirajları tabloyu ortaya koyuyor.

Üstelik bu satış rakamlarına da inanan yok.

Medya koridorlarında gazetelerin basın ilân ve diğer reklam gelirlerinden olmamak için daha az sayfası bulunan gazeteler basıp, deposuna koyduğu ve bunları satış olarak gösterdiği uzun zamandır biliniyor.

Bir zamanlar 1 milyona yakın tirajı bulunan gazetelerin, artık sadece bazı kentlerde satış yapmaya yöneldiği, Anadolu’nun birçok yerine gazete dağıtımına ihtiyaç duymadığının bilindiği gibi.

İktidar odaklı gazetecilik, medyanın tek sesli yapısı, Türkiye’de basılı gazetelerin henüz ölmeden mezara konulmasına yol açtı. İşten çıkartılan nitelikli gazetecilerin sayıca çokluğu, haber merkezlerinin iyiden iyice küçülmesi gelenekleri yok etti.

Bir zamanlar “mesleki ayıp” sayılan birçok davranış artık kural haline geldi.

Bu tabloda, basılı gazetenin satabilmesi için de bir neden yoktu zaten.

Dijital abonelik sistemi de bu nedenle sağlıklı işlemiyor hâlâ. Zira bir geçiş yerine çöküş yaşandı Türkiye medyasında.

Gazeteciler kendilerinin patronu olabilecek mi?

Ama gazeteciler gazetecilik yapma inadını sürdürdü. Sosyal medya, dar kadroyla kurulan haber siteleri; gazetecilerin fonlarla, okur desteğiyle gazetecilik yapabilmelerine olanak sağladı.

Kendini giderek geliştirmeye aday yapılar kuruldu ve zaman içerisinde daha iyi organizasyon yapılarına kavuşmayı başardılar.

Henüz bu yapılar için okur desteği ve dijital abonelik yöntemleri tam oturmamış olsa da emekleme çağındaki yeni gazetecilik, yeni bir medya döneminin ipuçlarını veriyor.

Peki nasıl olacak? Bir zamanlar şikâyet edilen holding tahakkümü yeni dönemde geri mi gelecek yoksa bağımsız ve gazetecilerin kendilerinin patronu olduğu yeni bir yapı, alana hâkim mi olacak?

Türkiye medyasının mevcut yapısının sürdürülebilir olmadığı çok açık. Bu nedenle yeni dönemi tartışmak da elzem…

Ve gazeteciliğin, haber takibinin pahalı bir iş olduğu gerçeği de ortada.

Yeni dönemi bu parametrelerle birlikte düşünmek gerekiyor.

Sermaye, pahalı bir meslek olan gazetecilikte her zaman avantajlı

Yeni nesil okur, uzun bir zamandır kompakt gazetecilikten uzak. Bir bölümü, başta sona, bir film, roman gibi başı sonu belli biçimde kurgulanmış, hazırlanmış gazeteleri bilmiyor bile.

Haberleri seçerek okuyor, ilgisini çekmeyen haberleri görme zahmetine bile katlanmıyor.

Ve bunun yanı sıra açık ki sermaye, pahalı bir meslek olan gazetecilikte her zaman avantajlı…

Zira işin püf noktası, yeni dönemde de etkili haber merkezleri kurmaktan geçiyor. Alanında uzman muhabirlerin, editörlerin, sosyal medyayı bilen ve etkili kullanan internet editörlerinin entegrasyonunu sağlayabilecek haber merkezleri, yeni dönemde bir adım önde olacak.

Ancak ilk kez sermaye avantajlı olsa da baskı içerisinde geçen bu dönemde gazeteciliği sürdürmek için her yolu deneyen gazetecilerin de önemli bir mesafe kat ettikleri ortada.

Mevzileri bırakarak, sermayenin kuracağı yeni haber merkezlerine koşmak için nedenleri yok.

Hem etkili haber merkezleri kurmak isteyen sermayenin oluşturacağı kurumlar, hem emekleme dönemini aşmış ve artık gelir elde etme yöntemlerini bilen gazetecilerin kurup yönettiği yapılar, yeni dönemde var olacaklar.

Geleneksel televizyonun etkisi azalıp, yerini internete bırakmaya başlamasıyla, yeni nesil haber merkezlerinin etkinliğinin artması da olası.

Hâlâ geleneklerin aktarılması imkânının olduğu bu yeni dönemde, eski dönemin bütün yanlışlarından ders çıkartmış bir medya yapısını kurabilmek de mümkün görünüyor.

Ancak hepsinin başına bir zarureti koymak gerekiyor.

Haberi yeniden etkili, okunur ve kalıcı kılmak…

Sloganların haberden çok prim yaptığı, televizyonların yayın saatlerini haber değil hep aynı isimlerin yer aldığı tartışma programlarıyla doldurduğu, yazıların haberden çok okunduğu bu dönem geride kaldığında, yeni nesil haber merkezlerinin etkisinin artabilmesinin sırrı da bundan geçiyor.

Okurda yeniden güveni sağlamak, profesyonel gazetecilikle sosyal medya dedikoduları arasına kalın bir çizgi çekmek, balta değil neşterle bilgileri değerlendiren bir gazeteci kuşağı oluşturmak yeni medyanın temel görevi.

Gazetecilik, aktarım biçimleri değişse de özü değişmeyen bir meslek.

Bu nedenle yeni dönemde, gazeteciliği ön plana koyan, okurla etkileşime geçebilen, haberin verilen bilgiyi yazmak değil araştırmakla oluşabileceğini bilen, bütün yeni nesil medya yöntemlerini etkili kullanabilen, haberi değerli kılan haber merkezleri, kazanan safında yer alacak.

Emekleme dönemi henüz tamamlanmadı

Türkiye medyası çöküş, yeni medyalar ise emekleme dönemini henüz tamamlamadı. Bir bölüm sermaye de iktidardan dolayı hâlen medyaya çekingen biçimde bakıyor ancak yeni dönemde var olacağının işaretini veriyor. 

Bu dönemin sonunda, ustalaşmış, haberin ve haber merkezlerinin önemini bilen, ana akımın artık farklı biçimde tanımlanması gerektiğini zorlayan gazetecilerin öncülüğünde, sermaye ve bağımsız gazeteciliğin yarışabileceği bir medya ortamı oluşmaya başlayacak, bu görünüyor. 

Ancak yapısal bir parametre daha var.

Türkiye’nin bütün yapı ve kurumlarıyla ne kadar özgürleşebileceği, bu yeni dönemde, medyanın karakterini ve profilini de belirleyecek. 

O zaman Türkiye’deki özgür medya ortamından ve kurumlarından daha rahat bahsedebileceğiz.

Bu yazı ilk olarak Türkiye Gazeteciler Sendikası ile Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin Ocak 2021’de yayımladığı “Özgür Basın” dergisinde yer aldı. Tüm yazılara Özgür Basın sayfasından erişebilirsiniz.

Gökçer Tahincioğlu

1977’de doğdu. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde lisans, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon Anabilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimi gördü. 1997-2018 yılları arasında Milliyet gazetesinde çalıştı. T24 internet sitesinde yazmaya devam ediyor. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi gazetecilerin adını taşıyan ödüller aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Yakın tarihimizde açılmış, kapanmayan ağır bir yaranın izlerini sürdüğü ikinci romanı Kiraz Ağacı, 2020 eylülünde raflardaki yerini aldı.

Journo E-Bülten