Hallerimiz

48 gün sonra Hatay: 4 depremzede gazeteci son durumu anlatıyor

Fotoğraf: IPI

Hatay’daki 6 gazetenin de basılı yayını 6 Şubat depremlerinin ardından durmuştu. Dijital medyada da manzara pek farklı değil. Journo’nun son araştırmasındaki verilere göre Hatay’daki 11 haber sitesinin 9’unun da yayını depremle durdu, diğer ikisinin haber sayısı ise %98 azaldı.

Hatay medyasındaki yıkımı gösteren bu sayısal verilerin arkasında gerçek insanlar, hayatlarını kaybeden veya depremzede olarak yeni bir yaşam kurmaya çalışan gazeteciler var. Hataylı gazeteci Tamer Yazar, bu meslektaşlarından 4’ünün görüşlerini, afet bölgesine yardımların sürmesi umuduyla aktarıyor.

Yıkıntılar arasında kalan yaşamlarını, umutlarını, hayallerini, geleceklerini adadıkları toprakları geride bırakmak zor oldu her biri için de ama… Ortak mesajları hiç değişmedi: “Şehri de kendimizi de ayağa kaldıracağız!”

Bunun nasıl olacağını henüz hiçbiri bilmiyor. Çünkü yaşanan yıkım, bir depremin çok ötesinde. Ayakta ve hayatta neredeyse hiçbir şey bırakmayan çok başka bir şey…

Depremi yaşayan 4 Hataylı gazeteci ile, enkazını kaldırmaya çalışan yorgun bir kentteki son durumu konuştuk:

  • Hatay Güney Rüzgârı dergisinin sahibi, gazeteci Mehmet Ali Solak
  • Hataymahallihaber.com sitesinin sahibi, Hatay Gazeteciler Cemiyeti yöneticilerinden Mithat Kalaycıoğlu
  • Samandağ Gazetesi Muhabiri Hikmet Say
  • Hataybizimmedya.com sitesinin sahibi, radyocu Mithat Öztürk

Sabit hatlarda internet hâlâ çalışmıyor

Hatay, 11 kent arasında 6 Şubat depremlerini en ağır yaşayan şehir oldu. Zaten zor şartlarda haber yapan gazeteciler, depremden nasıl etkilendi? 7 hafta sonra ne düşünüyorlar?

Hikmet Say: Depremden sonra hayat adeta durdu. İnternet gitti, elektrik gitti, ki ardından ne haber yapabildik ne de başka bir bilgi paylaşabildik. Birbirimizle iletişim dahi kuramadık. Şu an mı? [Sabit] internet altyapısı hâlâ yok, ki o anlamda var olanları aktarmak çok zor. Haber akışımız, cep telefonlarımız üzerinden ilerliyor. Bu da bizleri çok sınırlıyor. Anlayacağınız çok zor durumdayız.

Mehmet Ali Solak: [Hatay’daki] sorunun muhataplarının sadece gazeteciler olmadığını, toplumun tüm paydaşlarının enkaz altında kaldığını söylemek mümkün. Zira hayatın durduğunu, hayalet kentte yaşanmaz bir durumun hâkim olduğunu ve bu nedenle yaklaşık 700 bin kişinin zorunlu olarak kentini terk etmek zorunda kaldığını da söyleyebiliriz. Bu bağlamda, asrın felaketinde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, halkımıza da başsağlığı ve sabır diliyorum. “Sözün bittiği yerdeyiz” söylemi, ne yazık ki yazının da bittiği noktaya gelmiştir. Şu anda Hatay’da yazılı basın, süresiz olarak yayınlarına nokta koymuştur.

Mesleki ekipmanınız eksik olabilir ama…

Mithat Öztürk: Öncelikle, özellikle Hatay’da, “bu denli yıkıcı, asrın depreminde birey olarak hayatta kaldığımıza mı sevinelim, yoksa kaybettiklerimiz nezdinde pişman mı olalım” ikilemini yaşıyorsunuz süreç olarak. Evet, şartlar gerek ekonomik gerekse düşünsel boyutta mesleğimizi özgür bir konseptte yapma imkânını zorluyor. Fotoğraf makineniz, bilgisayarınız ya da başka bir materyaliniz eksik olabilir. Ama eğer siz mesleki anlamda donanımlı ve idealist bir gazeteciyseniz, aynı zamanda haberci kimliğinizle özü sözü bir, haktan yana habercilik yapıyorsanız, mağdurdan yana taraf gazetecilik yapıyorsanız, ne olursa olsun enkazın altında kalsanız bile ışık saçarsınız. Nitekim güç şartlar altında, elimdeki sadece cep telefonuyla bile haber yapmayı ve her ne kadar bilgi edinme noktasında sıkıntı yaşamama rağmen, olup biteni gözlemlemeyi, fotoğraflamayı sağlayabildim.

Mithat Kalaycıoğlu: [Gazetecilerin] bir kısmı enkaz altında kaldı. Hayatta kalanlar da kenti terk etmeden uzun süre kendi imkânlarıyla hayatı sürdürmeye çalışırken, mesleki dayanışma ve sahiplenmeyi bekledi. Bu olmayınca da çoğu kenti terk etti. Kısacası tüm vatandaşlar gibi gerçek basın mensupları da yaşanan organizasyonsuzluktan nasibini aldı. Antakya’da uzun süre gerçek habercilik yapan basın mensubunun olmayacağını düşünüyorum.

“Bunu yazmayın” diyenler yerel yöneticiler

“Bu konuda haber yapmayın” tarzında uyarılar Hatay’da yaşandı mı hiç? İçme suyu kıtlığı konusunda mesela…

Hikmet Say: Şu ana kadar bu konuda bir baskı olmadı ama… Toplumsal provokasyon olmaması adına bu tür konulara dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu topraklar atalarımızdan kaldı bizlere. O nedenle de “biz” olmak zorundayız. O “biz” anlamında, yaptığımız haberlerle insanlara “moral” olmamız gerektiğini de düşünüyorum.

Mithat Kalaycıoğlu (solda) ve Mehmet Ali Solak

Mehmet Ali Solak: Sansürün uygulandığı ülkemizde sorun yaşanmadığını söylemek anlamsız olur. Sosyal paylaşım siteleri üzerinden sağlanan habercilikte bilgi kirliliğinin yaşanması da şaşılacak bir şey değil. Ancak sorunuzdaki “bu konuda yazmayın” tarzında haberlerin kaynağını oluşturanlar, bizatihi yerel yöneticiler! Zira ilk açıklamalar gecikmeli olarak onlardan geldi. Bunları yazanlardan sonra yapılan açıklamaların üzerinden eleştirileri de sosyal paylaşım sitelerini izleyenler yaptı. “Su” konusundaki tartışmalar da aynı şekilde gelişti. Yurttaşların içme suyundaki endişelerine yanıt veren Hatay Büyükşehir Belediyesi, içme suyunun belli bir süre içilmemesini ve sadece kullanım suyu olarak kullanılmasını isterken, birkaç gün sonra Hatay Valiliği’nin “içme suyunda sorun olmadığını” açıklaması kafaları karıştırdı.

“Baskı gelse de gazetecilikten taviz vermem”

Mithat Öztürk: Evet, ülke olarak “basın özgürlüğü” noktasında hiç de iç açıcı bir durumda değiliz. Gelişmiş ülkeleri bir yere kadar tenzih ederek, üçüncü dünya ülkelerinin çoğunda, hemen hemen yaşanan her doğal afetlerde olsun ya da akan hayata dair olsun, medya olarak gerçekleri çıplaklığıyla ortaya sermeye başladınız mı, siyasi erkin müdahalesiyle karşı karşıya kalırsınız zaten. Meslek mensubu olarak, bu nahoş durum karşısında otosansür refleksiniz zaman zaman yer buluyor ne yazık ki. Sözüm veya sitemim sadece şu anki siyasi erke değil tabii! Geçmiş siyasi erkleri de kapsasın lütfen! Ama inadına ve akıllıca haberi oluşturup, halka bilgi edinme hakkını sağlayacağız. Ayrıca depremzedelerin içinde bulunduğu durumu, taleplerini, sitemlerini hem haber olarak hem de köşe yazısı olarak kaleme aldığımı belirtmek isterim. Asrın depremini yaşayan Hataylı depremzedeler gerek “içme suyu” gerekse “çadır” ve daha başka ihtiyaçlar noktasında talepleri hep yüksek ve ısrarcı oldu. Oluyor da. Bu haklı talebi kaleme alan, dillendiren arkadaşlar ne yazık ki bazı etkili-yetkili kişiler tarafından, tâbir caizse zılgıt yedi.

Mithat Kalaycıoğlu: Özgür bir gazeteci olarak, şu ana kadar bir baskı almadım. Gelirse de çizgimden taviz vermem, yoluma da bedeli ne olursa devam ederim.

“Gereken destek verilirse ayağa kalkarız”

Ekipmanını kaybeden çok gazeteci var, işsiz kalan, gelecek ve iş kaygısı yaşayanlar da… Beklenti nedir? Ne olması gerekiyor? Bu anlamda yeterince destek aldığınızı düşünüyor musunuz?

Hikmet Say: Destek almadık, hem de hiç! Devletten bu anlamda destek bekliyoruz. Bilgisayarlarımız kalmadı. Zaten şartlarımız ağırdı. Şimdi ise çok daha ağır. Şunu bilsinler ki içinde olduğumuz süreç zor. Gereken destek olursa, ayağa kalkarız. Aksi hâlde mümkün değil.

Mehmet Ali Solak: Hafızalarını enkazın altında bırakan meslektaşlarımızın çoğu, ne yazık ki olayın şokunu atlatamadılar. Dediğiniz gibi işini, araç-gerecini ve mesleğini kaybetti. Bu da yetmedi. Ailelerini, yakınlarını, dostlarını kaybetmek, muhatap aldığı, dertlerini paylaştığı, Anadolu basını için velinimeti olan abonelerini de kaybetti. Bu, kısa sürede onarılacak bir yara değil.

Destek aldığımızı keşke söyleyebilseydik. Bu kadar can ve mal kaybı olmazdı. Ardı ardına üç büyük deprem hem can hem de mal kaybını arttırdı. Dünyada belki bir ilki yaşanan asrın felaketi ile ilgili ülkemiz özelinde, özellikle de Hatay, uzun yıllar konuşulacak bir konu olacak. Çünkü bildik konuları unuttuk. Geçmişin [depremin ardından acil müdahalecilerin seslendirdiği] “orada kimse var mı” soruları, ilk kez “enkazın altından bizi kurtaran yok mu” olarak değişti. Biz, onlara da yardım edemedik. Sahiplenebileceğimiz canlara destek veremediğimiz bir ortamda, salt gazetecileri sahiplenecek bir şey de yapılmadı. Çok sayıda meslektaşımız, aileleri ile birlikte hayatını kaybetti. Salt gazetecilere yönelik bir kurtarma çalışması da yapılsa doğru bulmazdım. Hepimiz sonuçta insanız.

Mithat Öztürk (solda) ve Hikmet Say

“27 yıllık dergi arşivimiz kurtarılsın”

Mehmet Ali Solak: Beklentimlerimle ilgili çok şey sıralayabilirim… Örneğin, 40 yıldır gazetecilik mesleğini yapan birisi olarak, 27 yıldır Hatay Güney Rüzgârı Dergisi adı altında aylık, pandemi nedeniyle de iki ayda bir yayınladığımız aktüel bir dergimiz vardı. Deprem nedeniyle, okurlarımıza ayrılan kâğıdın sonuna geldik. İsterdim ki kent arşivine önemli katkılar sağlayacak 27 yıllık arşivimiz kurtarılsın. Halen geç değil. Ağır hasarlı denen ofise ben giremem ama bu işin tekniğini bilenler [arşivi kurtarabilir] ve kültür dünyasına katkı sağlayacağına inandığım kitapları kazanabiliriz. Meslek örgütlerinin, her basın gününde basını zirveye çıkaran açıklamalar yapan meslek odalarının katkılarını beklerdim. Basın İlan Kurumu’nun, gazeteciler için özel bir konteyner ya da bir site kurmasını beklerdim. Hafızaların silinmemesi için… Ortak akılda buluşmak ve neler yapılabileceğinin konuşulması için… Ama beklentilerimizi bir tarafa bırakın, insani olarak göçe zorlandık. Hayata devam edilemeyecek noktada, kurtuluşu kaçışta gördük. Halen Hatay’da yaşayan arkadaşlarımıza kolaylıklar diliyorum. Allah yardımcıları olsun.

Mithat Öztürk: “Sahiplenildik, destek aldık, yalnız bırakılmadık” demek için daha çok erken! “İnşallah, maşallah” en kısa sürede yaralarımız sarılır, ayağa kalkarız! Evet, asrın depreminde ekipmanlarımızı kaybettik, şimdilik işsiz kaldık ve gelecek adına kaygılarımız, soru işaretlerimiz de çok. Beklenti ve çözüm süreci hakkında elbette yapılacak çok şey var. Başta mesleki örgütlerimiz olmak üzere, uluslararası medya örgütleri de dâhil olsun, devlet desteğiyle birlikte yaralarımız kısa sürede sarılabilir. Unutulmaması lazım gelen şey şu: “Basın ne kadar güçlü ve özgürse, toplum da o kadar güçlü ve özgür olur.”

“Yayın kuruluşu sahiplerinden bir destek görmedik”

Mithat Kalaycıoğlu: Yerelde bağlı olduğumuz üst kuruluşlardan hiçbir destek almadık. Mesleki dayanışma içinde olduğumuz, Türkiye’de faaliyet gösteren kuruluşlardan mesleki araç ve gereçler açısından destek gördük. Yayın kuruluşu sahiplerinden bir destek görmedik.

Son olarak, bundan sonrası için beklentiniz, hayalleriniz, umudunuz nedir? Vatandaş kimliği ile terk edilen bu kentler sanırım haberci kimliğinde terk edilemiyor… “Şehrimi ve yaşanaları en iyi anlatabilecek olanlar yine bizleriz, bu kentin gazetecileri” demek doğru sanırım! Ne dersiniz?

Hikmet Say: Terk etmeyi hiç düşünmedim. Depremin ilk saatlerinde bile haber peşindeydim! Cep telefonum üzerinden bilgi aktarmayı sürdürdüm. Bundan sonra da sürdürmeye devam edeceğim. Mesleğim bu. En iyi bildiğim şey bu.

Mehmet Ali Solak: İnsanın olduğu yerde umut hep vardır. Umutlarımızın tükendiği bir noktayı yaşadık, yaşıyoruz ve de yaşayacağız. Ancak bu, tükendiğimiz ya da bittiğimiz anlamına gelmez, gelmemeli de. Mutlaka bir yol bulunacaktır. Benim şahsi dileğim, yeniden, yani üzerinden sekizinci kez yürüyeceğimiz Antakya’nın, evrensel-kültürel miras anlayışına göre şekillenmesi ve yeniden hayat bulmasıdır.

Dünyanın ilk yerleşim birimlerinden biri olan, kadim şehir Antakya’nın son yüzyıldaki yöneticilerinin “deprem” noktasındaki kaderci, bilgisiz ve bilinçsiz davranışları, ayrıca sorgulanması gereken bir konudur. Yurttaş olmak, yurttaşlık bilgisi ile donatılmak, yurttaş olma yetisi ve bilgisi ile hayatı ve kenti sorgulamak, eğitimli bir toplumun işidir. “Bu noktada gazetecilere çok görev düşüyor, devlete çok sorumluluk düşüyor, yerel yönetimlere daha çok hizmet düşüyor” demek, herkesin kullandığı söylemler. Bana göre en önemli konu, yaşadıklarımızın unutulmamasıdır. Unutan toplumlar, her zaman için tarihin tekerrür ettiğini söyleyip, zaman zaman da yaşadıklarını kader olarak görürler. Bu ne Hataylılar’ın ne Kahramanmaraşlılar’ın ne de Adıyamanlılar’ın kaderidir. “Deprem öldürmez, ihmal öldürür” anlayışını hâkim kılmadıkça, bu sorunları sürekli yaşarız.

Yuvaya dönüş için insanî şartların sağlanması gerekiyor

Mithat Öztürk: Bundan sonrası için ne yapmam gerektiği, hayallerim, ödevlerim ve sorumluluğum adına elbette bir yol haritam var. Ama her şeyden önce, kadim kent Hatay ilimizin doğru ellerde, ranttan uzak, planlı, programlı bir şekilde, tarihi-kültürel zenginliğini bozmadan, muhafaza ederek, aklın ve bilimin ışığında yeniden inşası gerekiyor. Şu veya bu nedenden dolayı memleketi terk edenlerin bir an önce yuvaya dönmeleri adına insanî şartların sağlanması gerekiyor. Tabii ki biz medya mensupları, şehrimizi ve yaşananları en iyi anlatabilecek olanlarız. Sevgi ve dostlukla…

Mithat Kalaycıoğlu: Gazeteci kimliğim yanı sıra, şehri tanıtma konusunda, “Hatay Halk Bilimi” adı altında 5 kitabım var. Daha önce olduğu gibi hem bir basın mensubu hem de halk bilimi araştırmacısı olarak şehrimle ilgili üzerime düşen her konuyu kendime bir görev olarak görüyorum ve yönde de yaşamaya devam edeceğim.

Mehmet Ali Solak: Burada özellikle vurgulamak istediğim konu şudur: Vatandaşın, kısa sürede deprem yönetmeliğine ilişkin bilgi sahibi olması mümkün gözükmediği için devletin yasa koyucuları, bu bağlamda radikal kararlar almalıdır. Fay hattının geçtiği bölgelerde dikey yapılaşmaya izin verenler hakkında cezai işlem uygulamalıdır. Herkesin yaptığının yanına kâr kalacak uygulamalar, adı şanı ne olursa olsun, kentlere de kent insanlarına da tarifsiz acılar yaşatır. Hepimizin mezara kadar taşıdığı ve taşıyacağı acılar gibi…

IPI heyeti: Deprem bölgesinde gazeteciliği dayanışmayla yeniden kuralım

Afet bölgesindeki 11 ilden 105 web sitesini inceledik: Haber üretimi deprem sonrası %54 azaldı

Deprem haberciliği: Journo yazı dizisinde tüm bölümler

Tamer Yazar

Hatay’ın en eski gazetelerinden biri olan ve 1966'da kurulan Antakya gazetesinin yazarı ve muhabiri.

Journo E-Bülten