Görüş

Efsanevi gazeteci Hunter S. Thompson’ın mektubu: “Biz insanı değil, amacı anlamanın peşindeyiz”

Hunter S. Thompson'ın, tarihin en ünlü selfie'lerinden biri olarak nitelenen bu fotoğrafı, 1967'de yazdığı "Cehennem Melekleri" kitabının kapağında da kullanılmıştı.

Hunter S. Thompson (1937-2005), 20. yüzyılda Amerikan yaşamının görünmeyen yüzüne dair benzersiz gözlemleriyle, “gonzo gazeteciliği” diye adlandırdığı özgün bir kurgudışı yazım tarzı yaratmıştı. Sayısız gazete haberi ve dergi makalesinin yanı sıra 10’dan fazla kitaba imza atan Thompson, bir yazar olarak farkını genç yaşlardan itibaren ortaya koydu. Henüz 21 yaşındayken bir arkadaşı tavsiye isteyince ona yazdığı mektup da bunun göstergesi. Hayatın anlamına ve amacına dair öğütler içeren bu mektubun Türkçe çevirisini ilk kez Journo, gazetecilik tarihinin önemli metinlerine yer verdiğimiz “Temeller” yazı dizisinde yayımlıyor.

22 Nisan 1958

57 Perry Sokağı

New York

Sevgili Hume,

Tavsiye istiyorsun, ah ne de insani ve tehlikeli bir şey yapıyorsun! Ki hayatıyla ne yapacağını soran birine tavsiye vermek egomaniye fazlasıyla yakın bir şeye işaret eder. Birine doğru ve en yüce amacı işaret ettiğini varsaymak –titreyen bir parmakla DOĞRU yönü işaret etmek– sadece bir budalanın üstleneceği bir şeydir.

Ben bir budala değilim, ancak senin tavsiyemi istemekteki içtenliğine saygı duyuyorum. Yalnız senden, söyleyeceklerimi dinlerken bütün tavsiyelerin sadece onları veren kişinin mahsulü olacağını aklında tutmanı istiyorum. Bir kişi için hakikat olan, diğeri için felaket olabilir. Ne ben hayatı senin gözlerinden görüyorum, ne de sen benim gözlerimden… Eğer sana spesifik bir tavsiye vermeye kalksaydım, bu tıpkı körün köre yol göstermesine benzerdi.

“Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!
Düşüncelerimizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter! demesi mi?”* (Shakespeare)

Ve hakikaten bütün sorun bu: Akıntıyla sürüklenmek ya da bir amaç uğruna yüzmek. Bu hepimizin hayatlarımızın bir noktasında bilerek veya bilmeyerek yapması gereken bir tercih. Bunu o kadar az insan idrak ediyor ki!.. Şimdiye kadar vermiş olduğun ve geleceğini etkilemiş olan herhangi bir kararını düşün: Hatalı olabilirim ama dolaylı yoldan dahi olsa, şu ikisinden başka bir tercihin var olabileceğine ihtimal vermiyorum: sürüklenmek ya da yüzmek.

Peki ama bir amacın yoksa niçin sürüklenmeyesin ki? Bu başka bir soru. Sürüklenmenin keyfini çıkarmak, belirsizlik içinde yüzmekten muhakkak daha iyidir. Öyleyse, insan amacını nasıl belirler? Ulaşılmaz bir hayal değil de, gerçek ve somut bir şey… İnsan; “büyük şeker kayalarından bir dağın,” lezzeti az ve içi boş olduğu hâlde akıl çelen şekerleme gibi bir amacın peşine düşmediğinden nasıl emin olabilir?

Her tepki bir öğrenme sürecidir

Cevap –ve bir bakıma hayatın trajedisi– şu ki, biz insanı değil, amacı anlamanın peşindeyiz. Birtakım şeyler yapmamızı gerektiren bir amaç belirliyoruz: ve bunları yapıyoruz. Kendimize, geçerli OLMAYAN bir konseptin gerektirdiklerine göre ayar çekiyoruz. Gençken diyelim ki itfaiyeci olmak istiyordun. Artık itfaiyeci olmak istemediğini söylesem muhtemelen yanılmış olmam. Neden? Çünkü bakış açın değişti. Değişen itfaiyeci değil, sensin. Her insan, yaşadığı deneyimlere verdiği tepkilerin toplamıdır. Deneyimlerin farklılaşıp çoğaldıkça başka bir insan olursun ve böylelikle bakış açın değişir. Bu böyle devam eder. Her tepki bir öğrenme sürecidir; her kaydadeğer deneyim bakış açını değişikliğe uğratır.

Bu durumda, hayatımızı her gün farklı bir açıdan gördüğümüz bir amacın gereklerine göre düzenlememiz budalaca olurdu değil mi? Hızla ilerleyen bir sinir hastalığından başka bir şeyi elde etmeyi nasıl umabiliriz?

Hunter S. Thompson, 1989 mayısında California’da bir etkinlikte. Fotoğraf: Rs79/Wikimedia Commons

Öyleyse cevap amaçlarla ilgili olmamalı ya da en azından somut amaçlarla… Bu konuyu tamama erdirmek tomarla kâğıda mal olur. Tanrı bilir kaç kitap yazılmıştır “insanın anlamı” gibi konular hakkında ve tanrı bilir kaç kişi kafa yormuştur bu mesele üzerine (“tanrı bilir” sözünü sırf lafın gelişi söylüyorum). Sana bunu özlü sözlerle kısaca anlatmaya çalışmamın pek bir anlamı yok, çünkü hayatın anlamını bir iki paragrafa indirgemek için gereken niteliklerden tamamıyla yoksun olduğunu ilk itiraf eden benim.

Varoluşçuluk sözcüğüne bulaşmayacağım ama sen yine de bir tür anahtar olarak aklında tutabilirsin. Ayrıca Jean-Paul Sartre’ın “Varlık ve Hiçlik” diye bir şeyi var, onu ve “Dostoyevski’den Sartre’a Varoluşçuluk” diye başka küçük bir şeyi deneyebilirsin. Bunlar sadece öneri. Eğer hâlinden ve yaptıklarından hakikaten memnunsan, bu kitaplardan uzak dur (mevzuyu kurcalama). Ama cevap konusuna geri dönelim: Dediğim gibi, somut amaçlara bağlı kalmak, en iyi ihtimalle akılsızca olacaktır. Öyleyse, itfaiyeci olmaya gayret etmemeliyiz, bankacı veya polis memuru ya da doktor olmaya gayret etmemeliyiz, KENDİMİZ OLMAYA GAYRET ETMELİYİZ.

Bireyi amaca uydurmak yerine, amacı bireye uydurmamız gerekiyor

Lakin beni yanlış anlama. Demek istediğim itfaiyeci, bankacı veya doktor OLAMAYACAĞIMIZ değil, ancak bireyi amaca uydurmak yerine, amacı bireye uydurmamız gerekiyor. Her insanda, kalıtım ve çevre – derinlere işlemiş bir hayatını ANLAMLI hâle getirme ihtiyacı ile birlikte- belli becerileri ve arzuları olan bir yaratık ortaya çıkarmak üzere bir araya gelmiştir. İnsan bir şey OLMAK zorundadır, önem arz etmek zorundadır.

Bu durumda benim anladığıma göre, formül şöyle bir şeye tekabül ediyor: İnsan TUTKULARININ tatmini için BECERİLERİNİN maksimum verimde işlemesini sağlayacak yolu seçmelidir. Böyle yaparak, insan bir ihtiyacını karşılamış (belirli bir amaç için belirli bir örüntüde hareket ederek, kendisine bir kimlik kazandırmış), potansiyeline ket vurmaktan kaçınmış (kişisel gelişimini hiçbir şekilde sınırlamayan bir yol seçmiş) ve amacına yaklaştıkça amacın sıradanlaştığını veya çekiciliğini yitirdiğini görme dehşetine meydan vermemiş (aradığı şeyin gerektirdiklerini karşılamak için kendini eğip bükmektense, kendi beceri ve tutkularına uyacak şekilde amacını esnetmiş) olur.

Kısacası, yaşamını önceden tanımlanmış bir amaca adamamış, daha ziyade, keyif alacağını BİLDİĞİ yaşam biçimini tercih etmiştir. Amaç kesinlikle ikincildir: önemli olan amaç doğrultusunda hareket etmektir. Ve başka bir insanın senin kendi amacını belirlemesine izin vermen demek, hayatın en anlamlı taraflarından birinden –bir insanı birey yapan koşulsuz iradeye dayalı eylemden– vazgeçmen demek olacağından, bir insanın kendi seçtiği örüntüye göre hareket etmesi GEREKTİĞİNİ söylemek neredeyse gülünçtür.

Hunter S. Thompson, 1997 şubatında Colorado’daki evinde bir söyleşide. Fotoğraf: Helen Davis/The Denver Post

Diyelim ki, takip edebileceğin sekiz tane yol olduğunu düşünüyorsun (hepsi önceden belirlenmiş yollar tabii ki). Yine diyelim ki sekizinde de sahici bir gaye göremiyorsun. O ZAMAN – işte tüm söylediklerimin özü – DOKUZUNCU YOLU BULMALISIN.

Doğal olarak, kulağa geldiği kadar kolay değil bu. Nispeten ensiz bir hayat yaşadın, yataydan ziyade dikine bir varoluş… Bu yüzden, böyle hissetmenin sebebini anlamak pek de zor değil. Ama SEÇİMLERİNİ erteleyen bir insan, eninde sonunda seçimlerinin şartlar tarafından belirlenmesine boyun eğecektir.

Amaç aramaktan sakın; bir yaşam biçimi ara

Dolayısıyla, kendini inancını yitirenlerden sayıyorsan, ya her şeyi olduğu gibi kabul etmekten ya da farklı bir şeyin peşine ciddi ciddi düşmekten başka seçeneğin yok demektir. Ancak amaç aramaktan sakın; bir yaşam biçimi ara. Nasıl yaşamak istediğine karar ver ve bu yaşam biçimi İÇERİSİNDE yaşamını sürdürebilmek için neler yapabileceğine bak. Ama diyorsun ki, “Nereye bakacağımı bilemiyorum, ne arayacağımı bilmiyorum.”

Ve işte can alıcı nokta. Daha iyi bir şey için sahip olduğundan vazgeçmeye değer mi? Bilmiyorum –değer mi? Bunun kararını senden başka kim verebilir? Ancak BAKMAYA KARAR VEREREK bile, seçimini yapmak yolunda büyük bir mesafe kat etmiş oluyorsun.

Buna son vermezsem, kendimi bir kitap yazarken bulacağım. Umarım ilk bakışta göründüğü kadar kafa karıştırıcı değildir. Bunun BENİM BAKIŞ BİÇİMİM olduğunu aklından çıkarma tabii ki. Bana göre bu büyük ölçüde genele uygulanabilir bir şey ama sen öyle düşünmeyebilirsin. Her birimizin kendi amentüsünü yaratması gerek –bu da ucundan kıyısından, benimkisi.

Bunların herhangi bir kısmı mantıksız gelirse, lütfen dikkatime sunmaktan çekinme. Niyetim seni bir cennet arayışı için “yollara düşürmek” değil, ancak hayatın sana sunduğu seçenekleri olduğu gibi kabul etmenin şart olmadığına az da olsa dikkatini çekmek. Bundan daha ötesi var –hiç kimse yapmak istemediği bir şeyi hayatının geri kalanı boyunca yapmak ZORUNDA değil.

Ama yine de, sonunda yapmış olduğun bu olursa, bunu yapmak ZORUNDA kaldığına kendini ikna etmek için elinden gelen her şeyi yap. Etrafında senin gibi birçok insan olacak.

Ve şimdilik hepsi bu. Yine haberlerini almak üzere,

Dostun,

Hunter

  • Hunter S. Thompson’ın bu mektubunu Baran Orduran, Journo için Türkçe’ye çevirdi. Mektubun italik yazılı kısmındaki beş dizelik Shakespeare alıntısında, Sabahattin Eyüboğlu’nun Hamlet çevirisine başvuruldu.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – “TEMELLER” YAZI DİZİSİNDE DİĞER BÖLÜMLER

Journo

Yeni nesil medya ve gazetecilik sitesi. Gazetecilere yönelik bağımsız bir dijital platform olan Journo; medyanın gelir modellerine, yeni haber üretim teknolojilerine ve medya çalışanlarının yaşamına odaklanıyor, sürdürülebilir bir sektör için çözümler öneriyor.

Journo E-Bülten