Dosya

Kriz günlerinde yayıncılık: Fazla kâğıdı olan var mı?

Bir teknisyen, haftalık mizah dergisi Leman'ın baskı kalitesini kontrol ediyor. (İstanbul, 4 Eylül 2018)
Kur krizi ile artan kağıt maliyetinin vurduğu sektör zor durumda. Hükümetin zaten kısıtladığı ifade özgürlüğü için artık ekonomik bir tehdit de var.

Maliyetlerin kat kat artması ve düşen satışlarla kimi yayıncılar kepenk indirdi, kimi ölüm kalım mücadelesi veriyor, kimi kara kara düşünerek günü, haftayı, ayı kurtarmaya çalışıyor. Dayanma gücü en yüksek olanlar bile küçülüp yavaşlayarak azami ölçüde temkinli hareket ediyor çünkü Kadir Aydemir’in dediği gibi, kâğıt maliyetlerinin yanında boya, baskı, nakliyat, depolama gibi zaruri maliyetler de arttı. Şenay Aydemir’in eklediği gibi yabancı yazarların telif ücretleri de arttı.

Bu şartlar altında bağımsız yayıncılar ne yapıyor? Arkalarında büyük sermayeler, marka şirketler olmadan kendi yağıyla kavrulmaya çalışırlarken inandıkları işleri inandıkları gibi yapmaya nasıl devam ediyorlar? Özellikle kültür yayıncılığı, sayılı istisnalar dışında artık karşılığı neredeyse hiçbir şekilde alınamayan, büyük kitleler tarafından talep edilmediği gerekçesiyle yok sayılıp yalnızca meraklısına seslenen bir hayır işine dönüşmüş durumda.

Pek çok soru var: Buraya nasıl geldik? Niteliği fark etmeksizin sadece ‘çoksatan’ın ayakta kalacağı bir yere mi yuvarlanıyoruz? Bağımsız dergi, gazete ve yayınevleri nasıl ayakta kalacak? Bu gidiş iyi içeriği, iyi edebiyatı öldürür mü? Basın özgürlüğünün ve kültür sanat ikliminin hâli ne olacak?

Başta dergiciler olmak üzere yayıncı ve gazetecilere yanı sıra Sendika’ya söz verildi bu dosyada. Maksat konu hakkında çıkan birbirinden değerli içerikler toplamına katkıda bulunmak ve kâğıt krizinin kültürel yaşama yansımalarını gündemde tutmak. Tuncay Akgün, Mehmet Ali Çalışkan, Aslı Sarp İşman, Kadir Aydemir, Aslı Uluşahin, Murat Özer, Senem Aytaç, Gökhan Durmuş, Şenay Aydemir ve Ferit Özkaşıkçı’ya görüş ve deneyimlerini paylaştıkları için teşekkürler. Herkese iyi okumalar.

(Başlık sorusu LeMan dergisinin 23 Ekim 2018 tarihli tweet’inden alıntıdır.)

‘Yayıncılığımızın tehlikede olması dünyayı şoke ediyor’

Dünyaca tanınan 27 yıllık eleştiri ve mizah dergisi LeMan, 1388’inci sayısını ‘mini boy’ basarak tepki gösterdi kâğıt krizine bilindiği gibi. Geri bildirimleri ve bundan sonrasını Tuncay Akgün’e sordum…

Tuncay Akgün – Çizer, LeMan Dergi Yayın Yönetmeni.
Tuncay Akgün – Çizer, LeMan Dergi Yayın Yönetmeni.

Kâğıt krizine bizim küçültülmüş cep LeMan’la verdiğimiz tepki dünya ölçeğinde (dış basında) Japonya’dan, Avrupa, Amerika’ya 300 yayında haber oldu. Üzerinden 7-8 hafta geçtiği hâlde haber yapmak için yoğun ilgi hâlâ sürüyor. Buraya muhabirlerini gönderiyorlar. Az önce Le Figaro’ya röportaj verdim. Yetişemediğimiz gazete, televizyon röportajları var. Yani Dünya’dan buradaki kâğıt krizine ve yol açtığı sorunlara bakıldığında çok kritik gördüklerini ve ne kadar önemsediklerini görüyoruz. Gazete, dergi ve kültürel yayıncılığın sürekliliğinin tehlike altında olması şok edici bir etki yaratabiliyor.

Burdan bakıldığında ise insanlar; kimi tuvalet kağıdı üzerinden, kimileri bizim yazıp çizdiklerimizden, kimileri sosyal medyada dönen entry’lerden ortada ciddi bir kâğıt krizi olduğunu ve bunun bir takım sonuçları olacağından haberdar. Ancak kimse ne kurumlar üzerinden ne iktidar aygıtı üzerinden bir çözüm üretilebileceği beklentisinde değil. Biz de değiliz. Sürükleniyoruz. Pek çok konuda olduğu gibi.

‘Krizde ilk feda edilenler kitap-dergi’

Sorunun tespiti net olarak ortada olduğu için okur ve yayıncı yine başbaşa. İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz, zaten okurun satın alma gücünü direkt etkiliyor. Gıda, barınma derken ilk sırada feda edilebilecek şeylerin başında kitap, dergi, kültürel tüketim olması çok şaşırtıcı gelmiyor. Ana-akım medya ‘havuz’ denilen ucube bir sistemle var oluyor. Onların böyle dertleri yok. Dışarda kalan dergi gazete kitap yayıncılığı ise zaten zorluklara katlanmaya aşılı dirençli bir fedakârlıkla yürüyen alanlar.

‘Kapanmaların yaratacağı boşluk uzun yıllar telafi edilemez’

Ben uzun deneyimime dayanarak bizimki türü çizgi izleyen dergiciliğin toplumsal örgütlenmedeki rolünü gözlemlemiş biriyim. Okur desteği bu anlamda elbette çok önemli. Okur da eskisi kadar olmasa da kısmen bunun farkında diye düşünüyorum. Minik LeMan fikrini ortaya atığımda dergiden bazı arkadaşlar bunu çok riskli buldular. Ancak hem iki baskı yaptı hem de Türkiye ve dünya gündemine oturduğunu gördük. Belki bizim eksiğimiz, satıştaki ivme izleyen sayılarda tekrar eski çizgisine doğru inmeye başladı. Türkiye’nin hızlı gündemine farklı şeyler eklendi falan o arada elbette. Ancak burada oluşacak kalıcı hasarların, dergilerin kapanmasının, yazarların eserlerini basacak yayınevi bulamamasının vs bırakacağı boşluğun uzun yıllar telafisinin olabileceğini sanmıyorum.

‘Gerekirse katırlarla devam ederiz’

Şöyle hissediyorum biraz LeMan’la ilgili de. Altımızda dağlar, tepeler aşmış çok güçlü bir araç var. Ama piyasada benzin yok ya da alınamayacak kadar pahalı. O zaman aracı terkedip katırlarla devam edeceğiz.


‘Orhan Veli sayımız Harry Potter kadar satsaydı devam edebilirdik’

Arka Kapak ise sessiz sedasız kapanan bağımsız dergilerden biri oldu bu krizde. Yaşanan süreci ve kapatma kararını aldıran sebepleri derginin kurucusu Mehmet Ali Çalışkan’a sordum…

Mehmet Ali Çalışkan – Yayıncı, Arka Kapak Dergi.
Mehmet Ali Çalışkan – Yayıncı, Arka Kapak Dergi.

Arka Kapak Türkiye’nin neredeyse tek kitap dergisiydi. Kitap dergiciliği ticari olarak sübvanse olmadan yapılacak bir şey değil zaten. Öte yandan biz fiziki kaliteye de önem verdiğimiz için kâğıt ve baskıda maliyetlerimiz hep yüksekti. Bir kaç sayı hariç derginin kendini kurtardığı durum olmadı. Son dolar yükselişiyle birlikte kâğıt ve baskı açısından sübvanse miktarı anlamsız derecede yükseldi. Tiraj açısından da on bin bandının üstüne çıkamadık. Satıştan gelen para da dağıtımcıların açgözlülüğüyle eriyor zaten. Çok nitelikli bir okur kitlemiz vardı ancak Türkiye’de okur da nitelikli emeğin karşılığını ödemeye razı değil. Dolayısıyla hep beraber Arka Kapak dergisini kapatmış olduk.

Dergimiz 36 ay yayınlandı, 36 tane arşivlik muhteşem sayı yaptık. Bu bizim Türkiye’ye armağanımız olsun. Açıkcası sosyal medyadaki tepkileri baz alarak söylüyorum, ben okur kadar üzülmedim. Arka Kapak çocuğum gibiydi ama duygusal yaklaşmak gereksiz. Önümüzde çok daha güzel hedefler var. Her şeyi zamanında ve doğru yapmak gerek, Arka Kapak’ı sürdürmenin anlamı yoktu. Orhan Veli sayımız Harry Potter kadar satsaydı sürdürebilirdik ama yarısı kadar da satmadı.

‘Matbu sürdüremediğini dijitalde sürdürmek imkânsız’

Matbu olarak sürdüremediğiniz bir şeyi dijitalde sürdürmek neredeyse imkânsızdır. Arkakapak.com açık kalacak, yavaş yavaş tüm matbu içerik buraya müstakil yazılar olarak yüklenecek. Arka Kapak için başka bir şey yapmayacağız. 2019’da Babil Tarih dergisini çıkaracağız. Arka Kapak’ta yakaladığımız kalite ve özeni o dergiye yansıtacağız.

‘Okur sahip çıkmazsa devlet de çıkmaz’

Kâğıt fiyatı elbette önemli bir kriz, ama kitap ve dergilere harcanacak para hâlâ genel bütçe içinde ufak bir miktar. O yüzden kitap satın almamanın bir bahanesi yok. Devletten düzenleme beklemek anlamsız. Türk okuru yayıncısına sahip çıkmazsa devlet de sahip çıkmaz. Okur olarak, ne kadar kitap ve dergi hakedersek o kadarı üretilir, o kadarı basılır. Yapılması gereken tek şey, hemen yarın gidip bir kitap, bir dergi almaktır.  Hatta sevdiğiniz dergi varsa, derginizi dağıtımcılara yem etmeden veya kapanmadan gidin abone olun derim.


‘Okumak yerine izliyoruz, umutlu değilim’

90’lardan 2013 yılının sonuna değin sektörün en prestijli yayınlarından biri olan Sinema dergisi kapanınca (Aralık 2013’te Turkuvaz Medya Grubu’nun el değiştirmesiyle birlikte yedi dergi kapatıldı) bir grup sinema yazarının kişisel çabalarıyla başlayıp altı yıl boyunca her hafta online çıkarak ciddi bir direnç gösteren Arka Pencere platformu geçtiğimiz yıl matbuya geçmiş, Arka Pencere Mecmua adıyla sinema dergiciliğini canlandırmıştı. Dolar bir inip bir çıkarken derginin genel yayın yönetmeni Murat Özer’e son durumu sordum…

Murat Özer – Arka Pencere Mecmua Genel Yayın Yönetmeni.

Kâğıt krizi, doğal olarak Arka Pencere Mecmua’yı da derinden etkiledi. Aynı fiyatla ve aynı dağıtım modeliyle devam etmenin olanaksızlığıyla yüzleşince, önümüzdeki çatallanan yolu gördük ve bir tercihte bulunmak zorunda kaldık. Ya bu maceranın sonuna geldiğimizi ilân edecektik ya da ‘geçici’ bir çözümle yolumuza devam etmenin yollarını arayacaktık. İkinci seçeneği değerlendirdik: Derginin fiyatını 12 liradan 15 liraya çıkarmakla kalmayıp, dağıtımını da yalnızca İstanbul’la sınırlamaya karar verdik. Böylece hem matbaa hem de dağıtım maliyetlerini minimize etmiş olduk. İstanbul dışındaki okurlarımızı da olabildiğince aboneliğe yönlendirdik. Tabii ki gönülsüzce aldık bu kararları, ama bu aşamada yapabileceğimiz başka bir şey yoktu. Derginin yaşaması için bu bir çözüm olacak mı bilmiyoruz, önümüzdeki aylarda göreceğiz sonuçlarını. Çözüm alamazsak, kaçınılmaz sonla yüzleşmekten başka yapacak bir şey kalmayacak bizim için. Tası tarağı toplayıp dergiye son noktayı koyacağız…

‘Şövalyeler devrinin sonuna geldik!’

Sadece bağımsız yayıncılık değil ‘bağımlı’ yayıncılık da bu krizi atlatmakta büyük zorluklar yaşıyor. Bu süreçte birçok meslektaşımız işsiz kalırken, başta fiyat artırmak olmak üzere, sayfa sayısını azaltmak, boyut küçültmek, periyot değiştirmek ve tabii ki tiraj düşürmek gibi çözümler deneniyor. Ancak, bu formüllerin uzun vadeli bir krizi atlatmak için yeterli olacağını düşünmüyorum. Şimdiye kadar birçok yayın kapandı, kapanıyor, kapanacak. Kalanların da memleketin -ıssızlaşan- kültür sanat iklimini ayakta tutmaya yeteceğini sanmıyorum. Ekim 2009’da online olarak başlayan Arka Pencere deneyimimizden yola çıkarak söylüyorum, ‘okuma’ alışkanlıklarımızı çeşitlendirmeyi başaramazsak, korkarım ki internet de bir ‘çare’ olamayacak. Okuyarak bilgi edinmektense izleyerek ‘eğlenme’yi önceleyen anlayıştan uzaklaşılmadığı sürece ‘umut’tan bahsetmek mümkün değil. Bunun için de bir ışık göremiyorum doğrusu. Açıkçası, pek umutlu değilim geleceğe dair. ‘Şövalyeler’ devrinin sonuna geldik anlayacağınız!


‘Umutsuzluğa kapılmaktansa bir araya gelmeliyiz’

Bir diğer aylık sinema dergisi de 17 yılı geride bırakan Altyazı. Derginin son sayıda yer alan sunuş yazısı ise krizin yıkıcı etkilerini ve içine düşülen büyük belirsizliği anlatıyor. İçeride yaşananları yayın kurulu üyesi Senem Aytaç’a sordum.

Senem Aytaç – Altyazı Dergisi Yayın Kurulu Üyesi.

187. sayımız olan Ekim sayısını çıkartırken zorlandık açıkçası. Döviz kurundaki artış ve dalgalanma yüzünden eskiden vadeli çalışan kâğıt firmaları artık ödemeleri önden istemeye başladı. Kâğıt firmalarının da durumu zor olduğundan onlar da kendi açılarından haklılar elbette. Diğer yandan, dağıtım ağımız olan Yaysat tarafında satış gelirlerimizin ödenmesinde büyük aksaklıklar yaşanmaya başladı. Zaten ekonomik olarak oldukça zor zamanlardan geçerken, bu yeni gelişmelerle birlikte nakit akışında büyük sorunlar yaşadık ve son âna kadar çıkıp çıkamayacağımız belirsizliği sürdü. Nihayetinde son sayımız geç de olsa bayilerdeki yerini aldı. Önümüzdeki birkaç ay da böyle geçecek gibi görünüyor. Fakat uzun vadede bu şekilde devam etmemizin mümkün olmadığı da artık aşikâr oldu.

‘Farklı modeller üzerinde çalışıyoruz’

Matbudan tamamen vazgeçmeye niyetimiz yok; ama dijital ayağımızı güçlendireceğimiz, sinema camiasını ve sinemaseverleri bir araya getirebileceğimiz etkinlik ve seminerlere de ağırlık vereceğimiz yeni bir yapı üzerinde çalışıyoruz. Aylık dergiden vazgeçmemiz gerekebilir ama farklı aralıklarla da olsa süreli yayın yapmaya devam etme arzumuz bâki.

‘Böyle zamanlarda yaratıcı çözümler çıkar’

Kültürel iklimin hâli az çok ortada ama böyle zamanlar aynı zamanda yaratıcı çözümlerin çıkabildiği, farklı dayanışma ekonomilerinin üretilebildiği dönemler de olabiliyor. Umutsuzluğa kapılmaktansa, bir araya gelip daha çok kafa yormamız gerekiyor çözümler üzerine. Maddi zorluklar bir yana, yeni çözümler arayacak gücü toplamak dahi kolay değil ama sırf birbirimizden güç bulmak için bile bir araya gelmenin çok anlamlı olduğunu düşünüyorum.


‘Krizi öngörmeyenler için dükkânı kapatma vakti’

Kâğıt krizinin kültürel hayata yansımalarını ele alan önemli içeriklerden biri Şenay Aydemir’in Duvar’daki yazısıydı. Aynı zamanda kitap eki editörü olan Aydemir’e ‘büyük resmi’ sordum…

Şenay Aydemir – Gazeteci, Eleştirmen, Editör (Posta Kitap).

Görünen duruma bakılırsa; kur artışı dolayısıyla kâğıt fiyatlarındaki hızlı yükseliş nedeniyle buradayız. Ama aslında 2000’li yılların başında hedefe konulan ve 2005 yılında tamamen kapatılan SEKA kâğıt fabrikalarının akıbeti yüzünden bu noktaya geldik. Kendi kağıdını, üstelik ucuz, üreten bir ülkeyken, birçok alanda olduğu gibi kâğıtta da dışa bağımlı bir hâle geldik. Bu da hem ücretleri hem de üretim miktarını kontrol etme gücünü ülkenin elinden aldı.

‘Küçük yayınevleri durdu, büyükler küçülmeye gitti’

Açıkçası dergi-gazete-yayınevi genelini zor günler bekliyor. Bu krizi öngöremeyenler için dükkânı kapatmanın vakti geldi de geçiyor bile. Önce yerel gazeteler kapanmaya başladı. Ulusal yayınlar, şimdilik sayfa azaltıp zam yaparak sorunla baş etmeye çalışıyor ama bu sürdürülebilir değil. Yayınevlerine gelince asıl sıkıntıyı küçük olanların yaşayacağını düşünüyorum. Büyük yayınevleri hem çok satar isimlere sahipler hem de stoklarındaki hazır kitapların satışından elde edecekleri gelirle uzun süre dayanabilirler. Yine de geride kalan iki ay içinde küçük yayınevlerinin kitap basmayı durdurduğunu, büyüklerinin ise küçülmeye gittiğini söylemek gerek. Ayda ortalama 10-15 yeni kitap basan yayınevleri bu adedi 5’e kadar düşürdüler. Üstelik İstanbul Kitap Fuarı öncesinde. Yani tam da kitap sayısının artması beklenen dönemde.

‘İçerik azaltma farklı fikirlerin okura ulaşmasını engelliyor’

Her alanda olduğu gibi yayın dünyasındaki ekonomik kriz de önce ‘küçük’ yayıncıyı vuruyor. Küçük yayınca da aslında ana akımın uzağında kültür alanının kılcal damarlarını besleyen, okurun önündeki seçenekleri çoğaltan kitaplar yayınlıyor. Yalnızca kâğıt maliyeti değil, kura bağlı olarak yabancı yazarların telif ücretleri de arttı. Benzer şekilde süreli yayınların, yani dergiler ve gazetelerin de ciddi bir kriz içinde olduğunu biliyoruz. Bu yayınların içerik azaltması, kapanmak zorunda kalması ülkede farklı fikirlerin okura ulaşması, kamuoyu oluşturmasının önünde ciddi bir engele dönüşecek. Bu da siyasal alan tarafından ciddi biçimde baskılanan ifade özgürlüğü için ciddi bir ekonomik tehdit aynı zamanda.

‘Yayınevleri ‘garantici’ bir pratiğin içine sürüklenecek’

Son yılların piyasa ve kültürel ortamında ‘çok satmak’ bir zorunluluk olarak dayatılıyordu. Ancak birçok yayınevi ‘çok satar’ kitapların yanında daha uzun zaman içinde okurla buluşacak kitaplar da yayımlıyordu. Bir anlamda ‘çok satar’ kitapların geliriyle daha az satan ama yayınevinin yazar ve içerik çeşitliliğini artıran kitaplar da basılabiliyordu. İçinde bulunduğumuz durumun ister istemez yayınevlerini de ‘garantici’ bir pratiğin içine sürükleyeceğini düşünüyorum. Yani satış garantili kitaplara yönelecekler.

‘Okur görev olarak değil, içeriği merak ettiği için abone olmalı’

En büyük sorumluluğun okura düştüğünü düşünenlerdenim. Kuşkusuz böylesi bir ekonomik krizde ilk olarak kültür/sanat alanındaki harcamalara bir ayarlama yapılıyor. Ama okurun sevdiği yazarı, dergiyi, gazeteyi ayakta tutmak için ısrar etmesi burada önemli. Daha doğrusu bunu bir ‘sosyal sorumluluk’ olarak değil, kendisini hayata karşı da güçlü tutmak için yapmak zorunda. Yayıncılar ise özellikle dijital alanda daha yaratıcı olmak zorunda. Okuru bu alana yönlendirecek dikkat çekici projeleri hayata geçirebilirler. Özellikle süreli yayınların (dergi, gazete vb.) dijital ortamdaki içeriklerini cazip hâle getirmeleri gerekiyor. Okurun, yalnızca bir görev olarak değil, o mecradaki içeriği merak ettikleri için abone olmaları şart. Bu da yalnızca iyi yazar kadrolarıyla değil, aynı zamanda görsel olarak iyi tasarlanmış haber sunumlarıyla mümkün. İktidar tarafından kendi adıma bir beklentide değilim. Hatta bu durumu bir fırsata çevirip politik çıkar sağlamanın aracı olarak kullanacaklarını düşünüyorum. İktidarın hiç de haz etmediği yayınevlerinin, gazete ve dergilerin kapanması bu dönemin kârı olacaktır onlar için. Zor durumda kalan ‘yerli ve milli’ yayıncıların mağdur edilmeyeceği ise bilinen bir gerçek.

‘Ana akım dışındakiler yeni bir üretim modeli inşa etmeli’

Kısa vadede ciddi bir üretim sıkıntısı olacağını öngörebiliriz. Kitap, dergi, film sayıları azalacak. Özellikle dövize bağlı kültür sanat etkinlikleri (konser, sergi vb) de öyle. Ama orta vadede, özellikle ülke içinde bir çözüm bulunacağını ummak istiyorum. Yani yazarların kitaplarını, dergilerin içeriklerini ulaştırabilecekleri mecraların yaratılacağını düşünüyorum. Aynı şekilde yükselen maliyetler ve tükenen kaynaklar karşısında zor durumda kalan ana akım dışındaki sinemanın da yeni bir üretim modelini inşa etmesi gerektiğini düşünüyorum.


‘Kitap dağıtım rakamları 100-150 adete kadar indi’

1997’den beri kendi bağımsız edebiyat yayınevini (Yitik Ülke) yöneten gazeteci, şair Kadir Aydemir bir süre Çevrimdışı İstanbul adlı edebiyat dergisini de çıkarmıştı. Bastığı kitapların yarıdan fazlası “ilk kitap” olan bir yayınevi bu süreçte neler yaşıyor, nasıl direniyor, kendisine sordum…

Kadir Aydemir – Gazeteci, Şair, Yayıncı (Yitik Ülke Yayınları).

Bağımsız bir edebiyat yayınevi olarak bu çalkantıdan etkilendik elbette. Şiir, öykü, roman, deneme gibi dallarda yayınlar yapıyoruz, alan açmaya çabalıyoruz. Genç bir yazar-şair kadromuz var ve ilk günden bugüne “edebiyat”ta ısrarcı olduğumuzdan geniş okur kesimlerine ulaşmakta zorlanıyorduk, bu ekonomik sıkıntılarla daha da zorlaştı her şey.

Kitap dağıtım rakamları 100-150 adete kadar indi. Birçok kitapçı “satış odaklı” olmayan edebiyat eserlerine raflarında yer veremiyor artık. Ayda ortalama 3-4 kitap basardık, yayınlarımıza üç ay kadar ara vermek ve ekonomik gelişmeleri -bir umutla- takip etmek durumunda kaldık. Kâğıt maliyetlerinin artışının yanında boya-baskı-nakliyat-depolama maliyetleri de arttı.

Bu ay yeniden başlıyoruz kitap yayımlamaya. Eski tempomuzu yakalamak istiyoruz yeniden. Yitik Ülke’de herhangi bir dosyayı iptal etmedik ama yeni dosya kabulünde zorlanıyoruz, çünkü her şey çok belirsiz.

‘Umarım bugünleri de aramayız’

Uzun bir yolun sonu bugünler. Elbette ki bir günde olmadı hiçbir şey. Yaşamın pek çok alanında üretimin azaldığı, dışa bağımlılığın arttığı, bir içe kapanışın yaşandığı, insanların sindiği, çoksesliliğin dijital ortama hapsedildiği, niceliğin niteliğin önüne geçtiği bir zaman dilimindeyiz. Bu bir sonuç ve onu yaşıyoruz şu an. Moral bozucu elbette, ama daha çok üretip paylaşmalı, umudu diri tutmalıyız; hepimize düşen görev bu sanırım. Enseyi karartmamalı. Umarım ilerde bugünleri de aramayız, tek dileğim bu.

‘Yeni basılan kitapların maliyeti dudak uçuklatıyor’

Her dergi, her fanzin, her yayınevi, her kitapçı ya da sahaf ortak kültürel yaşantımızın dirençli ve önemli bir parçasıdır. Kitap maliyetleri çok arttı fakat bu değişimi okura yansıtmamaya çabalıyoruz. Yeni basılan kitapların maliyetleri dudak uçuklatıyor, belirgin bir artış var geçen seneye hatta beş altı ay öncesine göre.

‘Okurdan başka kimsemiz yok’

Dayanma gücümüz okurumuzun sevgisi, ilgisi kadar, başka kimsemiz yok. Yitik Ülke iyi edebiyatın peşinde oldu hep. Bizler için bir kitap 500 iyi okura ulaştığında bu büyük bir başarıdır, bilen bilir. Yola edebiyatla çıktık, inandığımız gibi devam edeceğiz. Çocukluk hayalimdir Yitik Ülke, asla pes etmem.

‘Kitap ve dergide KDV oranı sıfırlanmalı’

Yayıncılık alanındaki sıkıntılar birlikte düşünerek, dayanışmayla çözülebilir. Bu konuda bakanlığın, Yayıncılar Birliği’nin ve tüm yayınevlerinin desteğiyle çeşitli adımlar atılsa eminim herkes işin bir ucundan tutacaktır. Kitapta ve dergilerde KDV oranı sıfırlanabilirse krizin etkileri bir nebze de olsa azalabilir sanırım, biraz nefes alır yayıncılar. Devlet kütüphaneleri yayınevlerine destek için daha sık ve daha fazla kitap alımı yapabilir, bu önemli bir katkı olur. Okul kütüphaneleri ve özel kütüphanelerin kitaplarımıza yer vermesi de yayıncıları mutlu eder. Emin olun, alınan bir kitap bile çok değerli: Bir hareket yaratıyor.


‘İstanbul Kitap Fuarı ile kâğıt stokları tükenecek’

Kültür Servisi platformunun kurucu editörü Aslı Uluşahin ise olan biten hakkındaki hislerini, “Yaprak döker bir yanımız bir yanımız bahar bahçe” sözüyle açıyor ve devam ediyor; “Üretim sürüyor, yeni kitaplar, yeni seriler yaratılıyor, ve her koşulda sürecek. Peki hangi ağaçlar kuruyor, hangileri yaprak döküyor? Onu da görmek lazım.”

Aslı Uluşahin – “kulturservisi.com” ve Kültür Servisi Programı (Artı TV).

Aslında kâğıt sorunu sadece Türkiye’nin meselesi değil; eğer kâğıt üretmeyen bir ülkeyseniz zaten sorununuz var demektir. Dışa bağımlı kalırsınız ve ekonomideki dengesizlik yayıncılık sektörünü doğrudan etkiler, döviz yükselince maliyetler artar vb. Bunun yanında, kâğıt bulmakta sorun yaşanır. Türkiye’deki yayıncıların sıcak gündemi bu. Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Ekim başında yaptığı açıklamada “Birçok üyemiz, Türkiye’de yayıncılığın en büyük etkinliği olan İstanbul Kitap Fuarı’nın gerçekleşeceği kasım ayından itibaren kâğıt stoklarının tükenmeye başlayacağını dile getiriyor. Kısacası Türkiyeli yayıncılar hem kitap basacak kâğıdı bulmakta hem de kurdaki artıştan dolayı kâğıt satın almakta ciddi sorunlar yaşıyor” denilmişti. Şimdi o noktadayız. Elbette bu hâlden ilk etkilenenler küçük/butik yayıncılar olacaktır. Birçok yayıncı kitap basma hızını düşürdüğünü duyurdu. Bazı dergiler yayın hayatına son verdi. Banka/sermaye destekli, kitabevleriyle satış üstünlüğüne sahip yayıncılar için durum daha kolay.

‘Güçlü olanın ayakta kaldığı koşulda çokseslilikten söz etmek zor’

Temel sıkıntının ifade özgürlüğüyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Güçlünün ayakta kaldığı, varlığını sürdürdüğü koşullar sarmalı içinde ifade özgürlüğünden, çokseslilikten söz etmek mümkün olmayacaktır. Farklı sesler (yayıncılar, kitaplar, dergiler ve medya) kendine üretim ve hâliyle ifade alanı bulamayacaktır. Burada güç derken sadece güçlü şirket yapılarını kastetmiyorum. Kültürel iktidar mücadelesinin yaşandığı Türkiye’de iktidar destekli yapıların krizi kolay atlatması beklenir. İktidar desteğinin (onlarca yaratılan kolaylıkların, teşviklerin) yanı sıra, bu yapılar da birbirine destek olacaktır. Medyadaki dönüşüm, KveT kitap zincirlerinin durumu bu konuyla ilişkili. (Yayıncılar Birliği’nin açıklamasında da buna değinilmişti: “Türkiye’deki dağıtım şirketlerinde yaşanan değişiklikler. Ülkenin en büyük zincir mağazalarından birinin el değiştirmesinin getirdiği yeni yapılanma, kitap satışlarında kayıpların yaşanmasını da beraberinde getirdi.”) Bir başka parantez açarsak, çok-satmak meselesi aslında şu sorunu beraberinde getirir: Çok satmak demek, daha çok kâğıt demek, matbaa maliyeti demek. Mesela Yılmaz Özdil’in kitabının bir haftada 500 bin basıldığı duyuruldu. Küçük bir yayıncı için bu aynı zamanda çok büyük bir maliyet yükü.

‘Amazon’un pazara girişi sabit fiyat talebini kırabilir’

Öte yandan, Amazon’un Türkiye pazarına girişi bence çok önemli. Amazon ilk olarak kitabevlerini etkiliyor tabii, ama elbette yayıncıları da etkileyecek. Yayıncılar bir süredir dünyada uygulanan sabit fiyat yasasının çıkmasını istiyor. Yani kitaplar her yerde aynı fiyatla satılsın, diyorlar. 20 Ekim’de yapılan Zeynep Cemali Edebiyat Günü’nde de buna değinildi. (Bültenden aktarıyorum: Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk, sabit fiyat yasasını, “Sadece fiyattan söz etmiyoruz. Bir kültür endüstrisinin sürdürülebilirliğini sağlayan bir yasadan söz ediyoruz. Bunun ilk şartı da, kitabın, yayıncının belirlediği fiyat dışında satılmamasıdır,” sözleriyle tanımladı. D&R Genel Müdür Yardımcısı Cem Özyiğit, sabit fiyat yasasıyla ilgili olarak, “Fiyatta rekabet olmayınca, kalite ve hizmette daha sıkı bir rekabet olacaktır,” hatırlatmasını yaptı. Kırmızı Kedi, Arasta ve Emek Kitap gibi firmaların sahibi Haluk Hepkon ise, sabit fiyatın, kitapçılardaki kitap çeşidinin memnun edici sayıda olması ve bağımsız kitapçıların hayatta kalabilmesi için öneminden söz etti.) Hâliyle Amazon şu an bu talebin önündeki kırıcı etki. Sonuçlarını birlikte göreceğiz.

‘Sorunlar sarmalındaki önemli eklem: Kültürel iktidar mücadelesi’

Mevcut koşullarda (normal koşullarda) devletin özellikle çoksesliliğin sağlanması/korunması için yayıncılık sektörünü desteklemesi gerekir ancak Türkiye’de bu olabilir mi? Sanmıyorum. Öngörümün nedeni, sorunlar sarmalına eklemlenen kültürel iktidar mücadelesi. Edebiyata destek projesi, iktidar destekli fuarlar bunun örneğidir. Kitap mağazalarının el değiştirmesi de öyle. Ayrıca, SEKA kâğıt fabrikasının hikâyesi de ekonomik/politik açıdan birçok noktayı aydınlatıyor. Demek istediğim -bana kalırsa- Türkiye’de yayıncıların (yaratıcı üretim alanlarının) önünde sadece ekonomik kriz sorunu, kâğıt sorunu, döviz sorunu yok. İfade özgürlüğü ve çokseslilik/çokkültürlülük için verilmesi gereken bir sınav var ve bu sınavda yayıncılara da görev düşüyor.


‘Gazetelerin kâğıt maliyeti 2005’ten bugüne yedi kat arttı’

1985 yılında Türkiye’nin ilk ekonomi dergisini çıkaran, uzun yıllar Doğan Burda Dergi Grubu’nda icra kurulu üyesi ve projeler direktörü olarak yer alan Ferit Özkaşıkçı şimdilerde yeni bir lifestyle dergisini (SADE) raflara çıkardı. Yaşamak için en az 10.000 satması gereken bir süreli yayına şu dönemde başlamaya nasıl cesaret ettiklerini, yanı sıra sektörü bugüne getiren sebepleri kendisine sordum…

Ferit Özkaşıkçı – SADE Dergi, İnnomag Basılı ve Dijital Yayıncılık.

Türkiye’nin ilk kâğıt fabrikası olan İzmit SEKA, 1936 yılında faaliyete geçti. Sonraki yıllarda bu fabrikayı Bolu (1955), Çaycuma (1970), Afyon (1970), Dalaman (1974) Balıkesir (1984) ve Akdeniz (1984) kâğıt fabrikaları takip etti. Türkiye’nin gazete, kitap kâğıdı, pelür kâğıt gibi değişik özelliklerde ve gramajlardaki kâğıt ihtiyacı, büyük ölçüde bu fabrikalar tarafından karşılanıyordu. Ta ki bu oldukça önemli fabrikalar, siyasi iktidarların istihdam deposu olana değin. Siyasi iktidarların baskısıyla ihtiyaç fazlası personel alımı ve teknolojilerin günün koşullarına adapte edilememesi nedeni ile oluşan ‘görev zararları’… Bu olumsuzluklar sonucunda 1998’de alınan özelleştirme kararı ve 2005’te SEKA’nın üretime son vermesi ile başlayan bağımlılık dönemi… 2005 yılında ithal gazete kağıdının tonu yaklaşık 500 dolar, dolar kuru ise ortalama 1,35 lira. Özetle bir ton gazete kağıdı 675 lira. Bu rakamın üzerine %5 gümrük ve %8 KDV ekleniyordu. Bugün gazete kağıdının tonu yaklaşık 850 dolar ve dolar kuru ortalama 5,60 düzeyinde. Bir ton gazete kağıdının maliyeti 4.760 lira. 2005’ten bugüne gazetelerin kâğıt maliyetinin yaklaşık yedi kat arttığını görüyoruz. Kullanılan diğer yardımcı malzemeler de ithal olduğu için artış da yine aynı oranda. Peki bu artış gazetelerin satış fiyatlarına yansıdı mı? Örneğin; 2005’te Hürriyet gazetesinin satış fiyatı 35 kuruş, bugünki satış fiyatı 1,25 lira. Maliyet artış oranına baktığımızda ise olması gereken rakam 2,50 lira. Maliyetler açısından baktığımızda bu noktaya nasıl gelindiğinin kısa bir özeti.

Bunlara bir de 198 milyon dolara mal olan bir kâğıt fabrikasını; Danıştay’ın itirazına rağmen, Bakanlar Kurulu’nda aldığınız bir kararla 1,1 milyon dolara satarsanız (satış tarihindeki piyasa değeri 52 milyon dolar) ekonomik olarak üretim kanallarınızı da tamamen bitirmiş olursunuz.

‘Türkiye’de çıkan birçok derginin içeriği okuru tatmin etmiyor’

Dergilerdeki kan kaybının ve bu noktaya gelmelerinin tek bir nedeni yok. Tabii ki maliyetlerde oluşan artış ciddi bir neden ama kan kaybını sadece buna bağlayamayız. Bana göre en büyük neden internet. Bu süreçte Dünyada yayıncılıktaki değişime baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliriz. İnternetle birlikte insanların bilgiye erişimlerinin kolaylaşması bence en önemli neden. Diğer önemli bir neden ise içerik. Türkiye’de çıkan bir çok derginin içeriğinin okuru tatmin etmediğini düşünüyorum. Üçüncü neden ise ekonomik. Yukarıda değindiğimiz nedenlerden ötürü oluşan fiyatlar.

‘Okurun iyi içeriğe ilgi göstereceğine inanıyoruz’

İnnomag’ı oluşturan arkadaşlarım, uzun yıllar bu sektörde olan ve hepsi kendi alanında çok ciddi birikime ve deneyime sahip kişiler. Çıkardığımız ve çıkaracağımız her yayında hedeflediğimiz okur kitlesinin elinden bırakamayacağı bir yayını hedefliyoruz. İlgi alanı ile ilintili internette dahi bulamayacağı değerlendirmeleri, yorumları ve haberleri bir bütün olarak okurlarımıza iletmeyi amaçladık. Okurun iyi içerikli bir yayına ilgi göstereceğine inanıyoruz. Bu bağlamda olası riskleri de göze aldık tabii ki.

’15 yıl önceki iş yapma yöntemleriyle yaşayamazsınız’

Çok satmak hem satış getirisi hem de daha fazla okura erişim sağladığı için önemli tabii ki. Ama artık günümüz yayıncıları (dergi, kitap, gazete) ne tür yayın yapıyorlarsa sadece fiziki yayın çıkararak yaşayamazlar. Yayıncılığın değişen yeni kurallarını iyi algılamak ve ona göre yapılanmak zorundalar. 15 yıl önceki yayıncılıkla gönümüz koşulları çok farklı. O günkü iş yapma yöntemleriyle bugün yaşamanız çok zor. Dijital platformlarda yer almak zorundalar. Faaliyet konuları ile ilgili etkinlikler de işin diğer bacağı. Günümüz yayıncısının bu üç alanda da bulunması gerektiğini düşünüyorum.

‘Her şeyin bir sonu vardır, iklimin bahara döneceğine inanıyorum’

Şu bir gerçek; okumayan, okumayı sevmeyen bir toplum hâline geldik (getirildik). Her ne kadar çok uzun bir süreç olsa da ilköğretimden başlayarak gelecek kuşaklara okuma alışkanlığını kazandırmalıyız. Maalesef arada kayıp bir kuşak var. İyi bir eğitim ve buna bağlı olarak iyi, ahlâklı, nitelikli kuşakların yetişmesi için bu şart. Bu konuda da hiçbir zaman umudumuzu yitirmeden herkesin gereken çabayı göstermesi gerektiğine inanıyorum. Bu gidişatın iyi içeriği, iyi edebiyatı ve haber alma özgürlüğünü öldürebileceğini düşünmüyorum. Her şeyin bir sonu vardır.

Bilgi çağındayız ve nüfusunun yarısı 30 yaşın altında olan genç bir toplumuz. Sadece yılgınlığa kapılmadan çalışmamız gerekiyor. Yakın vadede olamasa bile her alanda iklimin bahara dönüşeceğine inanıyorum.


‘Çok sesliliğin azalacağını düşünmüyorum’

Peki, ana akımdan bakınca manzara nasıl görünüyor? Turkuvaz Grubu’na bağlı Sofra, Bebeğim ve Biz, Home Art, House Beautiful, Minika Go, Minika Çocuk dergilerinin ve kurumsal yayınların yayın direktörü olan Aslı Sarp İşman’a da konuyla ilgili hislerini ve düşüncelerini sordum…

Aslı Sarp İşman – Turkuvaz Dergi Grubu Yayın Direktörü.

Elbette bağımsız yayınlar için her şey iç açıcı gözükmüyor. Ama onlara emek veren dergici ve gazeteciler de eminim ki tüketicileri ile farklı platformlar üzerinden bağ kuracaklardır. Çok sesliliğin azalacağını bu noktada düşünmüyorum. Sesini duyurmak isteyen her kim ise öyle ya da böyle bir platform bulacaktır. Ya da dijitalin büyüyeceği ve yazılı basının küçüleceğini iddia edemiyorum. Tüm dünyada fiziki ve dijital mecralar hâlâ öngörülenin aksine beraber var oluyorlar. Bu perakende ve e-ticaret için de böyle.

Burada esas olanın sektörün dinamiklerine uyum sağlama isteği ve becerisi olduğunu düşünüyorum. Ama kalbimden geçeni sorarsanız koparılıp saklanan, tekrar tekrar karıştırılan, okuyucusunun hayallerini tetikleyen, geçmişe tanıklık geleceğe yön veren kaliteli dergileri her daim çıkarmak bir ömür boyu o boya kokusunu içime çekmek isterim.

‘Sadece çok satanlar ayakta kalacak söylemine katılmıyorum’

Dergicilik her zaman emek isteyen bir iş olmuştur. İçerik yaratma sürecini ve içeriği değerli ve güvenilir kılan da verdiğiniz bu emektir aslında. Tüketici alışkanlıklarının, pazarlama  trendlerinin ve ekonomik yaklaşımların hızla değiştiği şu dönemde sadece çok satanlar ayakta kalacak gibi keskin bir ifade kullanmak hiç de gerçeğe yakın olmaz. Çünkü önümüzdeki beş yılda ne olacağı medya ile yakından bağlantısı olan her sektör için tam bir muammadır.

‘Derginin yaşaması okurla kurduğu güven ilişkisine bağlı’

Dergicilik değişen bütün şartlara rağmen hâlâ prestij ve güven kelimeleri ile yan yana anılıyor. Bir derginin yaşaması için en etkili şeyin yıllar içinde okuyucusu ile kurduğu güven ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Biz de bu güveni boşa çıkarmamak için çalışmaya ve kendimizi geliştirmeye devam ediyoruz. Bunun dışında iyi bir reklam girdisi yayıncılık işinin olmazsa olmazı.

‘İçerik üreticisi geleceğin ‘kazanan’ tarafında’

Kâğıt fiyatlarındaki artış elbette yaptığımız projelerde bizi de daha dikkatli ve hassas hâle getirdi. Ama biz bu noktada kendimizi içerik üreticisi olarak konumluyoruz. Onun için mesleğimizin geleceğini kaybeden değil de her zaman kazanan tarafta görüyoruz.


‘Krizi gazeteciler yaratmadı ama onlar atılmak isteniyor’

TGS Genel Başkanı Gökhan Durmuş’un çağrısı ise can alıcı bir önem arz ediyor: “İşyerlerinizden gerçek çalışanları değil şişirdiğiniz kadroları çıkartınız. SGK da bir an önce yerel medya kuruluşlarına denetim yaparak gerçekten çalışmayıp kadrolu gösterilenlerin tespitini yapmalıdır.”

Gökhan Durmuş – Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı.

Türkiye’de yazılı medyanın ve yayınevlerinin yaşadığı kâğıt krizinin asıl nedeni sektörün ithalat ile çalışmasından kaynaklanıyor. 2005 yılında Türkiye’de gazete ve yayınevleri için kağıt üretimi yapan SEKA’nın özelleştirilmesi ardından da Giresun ve Balıkesir fabrikalarının kapanmasıyla bu süreç başladı. Zaten düşen gazete satışlarına bir de artan girdi maliyetleri eklenince sektör ciddi bir çıkmazın içerisine girdi.

‘Kitap basımı durma noktasında’

Yayınevleri açısından da durum benzer. Kitap kağıdı üretimi yapan fabrikalar mevcut ancak bunlar da piyasa ihtiyacının ancak yüzde 1’ini karşılayabiliyor. Onlar da selilozu ithal ediyorlar. Türkiye’de kitap basımı neredeyse durma noktasına geldi. Sendikamızın yaptığı girişimler sonucu özellikle gazeteler konusunda belli düzenlemeler yapıldı. Ancak bu yeterli değil. Döviz hareketliliği sabitlenemez ise yeni küçülmeler yeni daralmalar olacak.

Bu durumu fırsata çevirmek isteyen yerel medya kuruluşlarında işten çıkartmalar başladı. Krizi yaratan çalışanlar olmadı ancak tasarruf söz konusu olunca akla önce çalışanlar gelmeye başladı.

TGS’den yerel medya sahiplerine ve SGK’ya

Buradan yerel medya sahiplerine şu çağrıyı yapmak istiyorum; İşyerlerinizden gerçek çalışanları değil şişirdiğiniz kadroları işten çıkartınız. SGK da bir an önce yerel medya kuruluşlarına denetim yaparak gerçekten çalışmayıp kadrolu gösterilenlerin tespitini yapmalıdır.

‘Bir süre sonra halk habere ulaşamayacak’

Bu süreç kaçınılmaz olarak basın özgürlüğünü de etkileyecek. Hükümetin tek ses yaratma çalışmalarına direnen medya kuruluşları için ciddi bir tehlike söz konusu. Zaten reklam gelirleri düşük olan bu medya kuruluşları artan maliyetler karşısında daha çaresiz. Bir süre sonra Türkiye halkı habere ulaşamaz noktaya gelecektir. Bu yüzden tüm halka çağırımız basın özgürlüğünü savunan medya kuruluşlarını destekleyin. Toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda geriye gitmemesi için buna ihtiyaç var.

Sevim Gözay

1993 yılında girdiği medyada birçok yapımda kamera arkasında çalıştı. 2000’de kamera önüne geçti ve kendi programlarına imza attı. Ödüllü programları Stüdyo: Sinematik Portakal ve Cosmopolis. Kitapları: Kasetten Canlı (2013), Sinemaskop Randevular (2015). İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede 14 Ocak 2021'de hayata gözlerini yumdu.

Journo E-Bülten