Bu bir ‘sosyal medyacıların eften püften dertleri’ yazısı değil. Bu, gayet sıradan olan işlerini, geri kalan her şeyi önemsizleştiren patlamaların ortasında yapmak zorunda bırakılanların kafalarında doğal olarak oluşan sorularla ve onlara veremedikleri cevaplarla ilgili bir yazı.
Genelde Whatsapp’tan geliyor patlama haberi. Önce olay idrak ediliyor, sonra bölgede tanıdık var mı kontrol ediliyor. İyiler mi? İyi bari. Sonra korkunç görüntülerin gelmesini bekliyoruz. Geliyorlar. Barış istedikçe bir bir öldürülen insanlar. İşten çıkan güvenlik güçleri. Otobüs bekleyen insanlar. Turistler…
Sonra aklıma birden bir şey geliyor: Çalıştığım kurumun Facebook’ta kurulu gönderileri var (Bilmeyenlere kısa not: örneğin Cuma günü Facebook’a ‘Bunu Pazar günü öğlen ikide yayınla’ diyoruz, yayınlıyor). Benim işim gündem haberleriyle değil, bilimle, doğayla, coğrafyayla ilgili. Hem de konu Mısır mumyaları, görselleri malumunuz, eyvah eyvah. Kaçıncı patlama, iş kazası, polis dayağı bu. Reflekslerimiz keskinleşmiş Yeni Türkiye’de. Aslında ülkenin içinde bulunduğu ahval ve şeraitten dolayı bir süredir gönderileri önceden ayarlamayı bile bırakmışım inanın; bir yerlerde patlama olur da yayınlanmasını durduramam diye. Bir olay çıkmaz ise ellerimle yayınlarım gerçek zamanlı, neme lazım.
Gündem belli ve sosyal medyada onun haricinde bir şey konuşmak hem mantığa, hem duygulara ters. Zaten ne bizim aciliyette rafa kalkan haberlerimizi duyurasımız var, ne de milletin bunları okuyası.
Peki ne kadar böyle sürmeli, bu işin matematiği var mı? 35 kişi ölünce 3 gün susulursa 5 kişi için kaç gün susulur? 5 askerin ölmesi yayını durdurmaya neden yetmiyor? Madem öyle, emir aldığı için orada olan bir askerin hayatını bir sivilin hayatından daha değersiz kılan ne?
Ben bunları düşünürken arka masamda birkaç kişi, saldırı nedeniyle iptal olan bir etkinliğin davetlilerini tek tek arayıp iptali haber veriyor. “Şey, ülkemiz üç gün sonra tamamen kaosun içinde olabilir de, etkinliğimizi iptal ediyoruz.” Ama bu sırada bir önemi varmışçasına basılı yayınımızın bir sonraki sayısını çıkarmak için çalışıyoruz. Kollar bacaklar koparken bunun bir önemi yok diye durmalı mı? Konserler ertelenmeli, teknoloji fuarı iptal olmalı mı? Mahalledeki manav armut satmaya ara vermeli mi? Aradaki farkın kaynağı haz ve eğlence ise sınırı hangi babayiğit çizecek?
Bütün bu soruların net cevapları yok. Dünyada bu sorularla bu denli ciddi ve büyük çapta kim maruz kalmıştır ki? Ülkenin bazı şehirleri kendi ordusu tarafından kuşatılmışken bazılarında moda haftaları düzenleniyor. Ve o moda haftasında çalışanlardan bazıları Gezi’de, polis müdahalesinde omzunu kırıp her patlama veya sokağa çıkma yasağı haberinde yeniden kahrolan insanlar. Başta sosyal medya olmak üzere yayınların akıbeti hakkında soğukkanlılıkla karar alanlar, gündeme düşen kötü bir haberle iş yerindeki masasında oturup ağlayan insanlar. Biliyorum, görüyorum. Bakmayın siz, iyi insanlar hâlâ burada, yalnızca toptan depresyondalar.
Bundan iki ay önce Instagram’a güzel bir fotoğraf koyuyorum: Karslı iki güzel çocuk, güzel bir beyaz güvercini gökyüzüne salıyor fotoğrafta. İşin tuhafı hiçbir şey imâ etmeye bile çalışmıyorum. Fotoğrafın güzelliğinden başka bir şey görmemişim henüz. Tam paylaş tuşuna basacakken neyle suçlanacağımı fark edip duraksıyorum. Bir saniye geçince önce kendime kızıyorum, sonra da beni bir saniye dahi olsa duraksatan düşünceyi içime yerleştiren şeye lanet ediyorum. Tabii ki hayatıma o fotoğrafı paylaşmaktan vazgeçen biri olarak devam edecek halim yok.
Biri çıkıp ‘Vay, anlayalım duruşunuzu’ tarzında bir şey yazıyor. Başka bir şey olmuyor.
Ama neden içinde beyaz bir güvercin olan bir fotoğrafı paylaşırken birilerinin bunu sorun edebileceği aklıma gelebiliyor benim?
Sahi, benim neden ‘bomba patladığında yapılacaklar’ listem var?
Bu da geleceğin tarihine 2016’dan bir not olsun.