2017 Pulitzer Ödülleri‘nin kazananları arasında, elbette Panama Belgeleri’ndeki yayıncılık başarılarıyla öne çıkan International Consortium of Investigative Journalists de vardı. (Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu) Bu durum bize bir yandan kâr amacı gütmeyen gazeteciliğin Snowden belgeleri örneğinde görülen etkisini hatırlatırken, öte yandan da kâr amaçlı gazetecilikte yolun bundan sonrasında ne olacağını düşünme fırsatı sunuyor.
Şu bir gerçek ki bir süredir gazetecilik endüstrisinde dümenin kırıldığı yerdeki buzdağını herkes görüyor. Okurlar dijital içeriklere para ödemedikçe yahut yeni nesil, kağıt gazete okuma alışkanlığı edinmedikçe sürdürülebilir bir gazetecilik pratiğinden bahsetmek zor. Gazetecilik kendi kendini finanse edebilecek bir meslek olmaktan oldukça uzak. Dijital reklam payları büyüse de reklam engelleyici yazılımlar, gazetelerin karın ağrısı olmaya devam ediyor. Oysa, bu bildik hikâyenin dışında bir hikâye daha var ve o pek anlatılmıyor.
Anlatılmaktan kaçınılan o hikâye, kâr amaçlı yayıncılık ve medyanın mevcut sermaye yapısının götürülerinden biri olan, tarafsızlığın parçalanması ve haber değerinin gazetenin finansal çıkarları doğrultusunda benimseniyor olması. Yani çok uzun bir tartışmanın en başına dönüşümüzün hikâyesi. Peki diğer hikâye, yani kâr amaçlı olmayan yayınların hikâyesi?
Amaç kâr değilse ne?
Bu yayınlarla ilgili cevaplanması gereken birkaç soru var. İlk sorgulanabilecek olan sivil toplumun ya da uluslararası projelerin neden haber üretimini fonladıkları. Bu bazen kültür sanat vakıflarının kendi faaliyet alanlarında haber yapılmasını teşvik etmek üzere yaptıkları yatırımlarla, bazen demokrasinin düşüşte olduğu ülkelerde özgürlükçü sivil toplum kuruluşlarının yaptığı yatırımlarla gündeme gelen bir mesele.
Politik, kültürel ve teknolojik dönüşüm süreçlerindeki ülkelerde sivil toplumun gazeteciliğe kaynak sağlaması sıklıkla görülen bir uygulama. Bu bir dayanışma pratiği olarak da, politik bir enstrüman olarak da yorumlanabilir. Burada asıl mühim olan bu tür yatırımlar sayesinde günümüzde kapitalizmin sınır ötesi yapısıyla birlikte oluşan büyük yolsuzluk ağlarına dair verilere ulaşabiliyor olmamız. Zaten Pulitzer’in Panama belgelerini haberleştirenlere verilmesinin sebebi de bu. Panama belgelerini reklamverenin insafına bağlı bir gazetenin yayınlama ihtimali neydi? Hiç. Evet, hiç.
Dahası Türkiye’de yayınlanmış belgeler üzerine, yani haber üzerine haber yapanlar bile bir elin parmaklarını geçmedi, geçenler de zaten hızla yerel aktörlerle mahkemelik oldu. Tam da burada, geçtiğimiz günlerde CNN Türk editörü/sunucusu Ahu Özyurt’un kurduğu “zaten sosyal medyada okumuşsunuzdur” cümlesinin altını çizmek gerekiyor. Türkiye’de kurumsal ya da hukuki -artık hangisini beğenirseniz- boşluğu onunla doldurabileceğiniz bir ‘baskı tipine dayanan gazetecilik’ pratiğine şahit oluyoruz ve temel olarak doğru habere ya da en azından bilgiye yapılan referansın ardında bile kâr için değil, politik amaçlı içerik üreten kullanıcıların ürettiği içerikler var.
Okurunu ödeme yapmaya ikna eden modeller
Peki sosyal ağlar haber kaynağı olarak gazetelerin yerini alırken; video metni yenerken, reklam engelleyiciler gözetleme ekonomisine karşı bir cephe açmışken, kâr amaçlı olmayan gazeteciliğin nefesi nereye kadar yetebilir?
Burada büyük sorunlar var. Zira sonuç itibariyle dünyadaki post-truth dönemi her ne kadar doğrulamanın önemini tekrar gündeme getirmiş olsa ve gazeteciliğin temel ilkelerine olan yolculuk tekrar hızlansa da bu kaynaklar sonsuz değil. Dahası politik ortam da aslında özellikle habere gerçekten ihtiyaç duyulan ülkelerde bu tür birlikteliklerin uzun sürmesini engelleyebiliyor. Üstelik birçok komplo teorisinin de ortaya çıkmasına neden olduklarından bazen hakikati yansıtan bir haber dahi sırf bu kuruluşlar tarafından fonlanan bir organizasyon tarafından yayınlandığı için çeşitli suçlamalara maruz kalabiliyor.
Bu bağlamda kâr amaçlı gazeteciliğin karanlık suları ile ona göre çok daha kabul edilebilir olan kâr amacı gütmeyen ama yine de belirli kuruluşların eline bakan gazetecilik pratikleri arasında sıkışıp kalmamakta fayda var.
Özgün, kendi kendine yeten ve okurunu ödeme yapmaya ikna eden modeller ve içerikler üretmedikçe bu tartışmayı bitirmek pek mümkün görünmüyor.