Yaprak 27 yaşında. Annesi, babası ve iki kız kardeşiyle birlikte İstanbul Şişli’de oturuyor. Koronavirüs günlerinde ailesiyle birlikte haber tüketimini izlediğimiz beş gün boyunca ilk olarak uluslararası medyanın Türkçe servislerine güvendiğini söylüyor. Ancak bu süreçte bilgiye ulaşmak için kurumlardan çok, güvendiği kişilere kulak vermeye başlamış.
Yaprak’ın annesi evde çalışıyor, babası inşaat ustası, kardeşlerinden biri aşçı yardımcısı, diğeri ise kuyumcuda satış görevlisi. Ablalarından birinin çalıştığı kuyumcu 21 Mart itibarıyla çalışmayı durdurdu. Ancak Yaprak’ın babası, görüşmelerimizin başlayıp bittiği güne kadar çalışmaya devam etti.
“Karantinada Haber” yazı dizisinin beşinci bölümünde, Yaprak ve ailesinin koronavirüs gündemindeki haber tüketimini beş gün boyunca takip ettik.
Yaprak ile ilk olarak 18 Mart’ta konuştuk. Türkiye’de ilk vakanın görüldüğünün açıklamasının üzerinden bir hafta geçmişti. Medyada, özellikle de sosyal medyadaki bilgi kirliliği günden güne artmıştı.
Ona ilk olarak virüsle ilgili ne bildiğini sordum. Görüşmemizin devamında hangi kaynaklardan yararlandığını, kimlerin açıklamalarına güvendiğini ve bilgi kirliliğiyle okur/izleyici olarak nasıl baş ettiğini konuştuk.
Yaprak öncelikle uluslararası medya kuruluşlarının Türkiye ofislerine (BBC, Euronews, DW ve Sputnik’i sayıyor) güvendiğini söylüyor. Bunun ardından Türkiye’de alternatif medya olarak adlandırdığı (Diken, Duvar, T24) haber siteleri geliyor.
Hiç televizyon izleyip izlemediklerini ya da gazete alıp almadıklarını soruyorum. Yaprak ana akımı “sadece canlı yayınları takip etmek ve devlet erkânının açıklamalarını dinlemek” için takip ettiğini söylüyor. Gazete ile ilgili olarak, “Eve her gün Sözcü girer, babam okur ama valla ben hiç bakmıyorum” diyor.
Bunun dışında güvendiği kaynaklar ise Twitter’dan takip ettiği ve güvendiği kişiler. Bunlar, çoğu yurt dışında yaşayan ya da Türk Tabipleri Birliği’ne (TTB) üye olan uzmanlardan oluşuyor. Bu profile uyan hesapları ilk vakanın açıklandığı günden bu yana günü gününe takip ettiğini söylüyor.
‘Bu gibi konularda kesin bilgi alabileceğimize inanmıyorum’
Yaprak kendilerinin ilk vakanın açıklanmasından önce de, virüsün Türkiye’de olmadığına inanmadıklarını söylüyor: “İtalya’ya geldi, İran’a geldi, Türkiye’yi mi pas geçti… Buna inanmıyorum. Bu virüsün dünyayı tam bir tur dönmesi bir ay almış. Bu teyitli, kesin kaynaklı bir bilgi…”
Kendisine İstanbul’da eczacılık yapan İhsan Giray’ın ölümü ile ilgili ne düşündüğünü soruyorum. Bununla ilgili ilk günlerde çeşitli haber kaynaklarından farklı bilgiler geldi. Acaba o hangisine güvenebildi?
“Tam bir fikir edinemedim, şu an kafamda parça parça bilgiler var… Milli Görüş’ten Şevket Kazan için de dediler önce böyle… Sonra dediler ki ‘yok ondan değilmiş.’ Türkiye süreci şeffaf yönetmiyor, o yüzden de bu gibi konularda kesin bilgi alabileceğimize ben inanmıyorum. Bununla ilgili hangi kaynak ne dedi ona çok bakmadım doğrusu çünkü hiçbiri güven vermiyor.”
Bununla birlikte eczacılıktan gelen ve bu konudaki ilk haberlerden birini veren Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekili Özgür Özel’in güvendiği bir isim olduğunu belirtiyor.
‘Kişilerin ideolojik tutumu daha açık olduğundan güveniyorum’
Neden kişilere, haber kuruluşlarından daha çok güvendiğini sorduğumda, bunu kişilerin ideolojik tutumunun kurumlara göre daha açık seçik olmasıyla açıklıyor ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasından örnek veriyor:
“Virüs zengin fakir ayırt etmeksizin herkese bulaşıyor. Erdoğan’ın konuşması üçe bölünmüş gibiydi. İlkinde kapitalizm eleştirisi gibi bir giriş; ikinci kısımda dini referans gösterip Hazreti Ömer’e değinmeler, temizlik imandan gelirler; üçüncü kısımda işçi sınıfını, toplumun düşük gelirli kesimini yok sayıp KOBİ’leri, orta sınıf şirketleri gözeten açıklamalar yaptı. Yani dünyayı kasıp kavuran bir hastalık var ortada ama süreç buna rağmen ideolojik yürütülüyor. Ben de ona göre, iktidara mı muhalefete mi yakın olduğuna göre haberleri takip ediyorum.”
Haberler maske konusunda tam ikna edemedi
Haber izleme sürecinde arkadaşlarıyla buluşmaları da dâhil tüm planlarını ertelemiş. Hijyen konusunda zihninde soru işareti kalmamış. Ama maske konusunda kafası çok net değil:
“Şuna katılıyorum… Yani maskeye elinle dokunuyorsun, bu tehlikeyi arttırıyor… E pahalısını da kullanamıyoruz, ucuzların etkisi ıslandı mı bitiyormuş, üç dört saat sürüyormuş zaten normalde de… Böyleyken maske kullanmak daha iyi mi daha kötü mü? Virüse kapılmadıysanız maske asla kullanmayın, ellerinizi yıkayın vs. diyorlar. E Çin’de tam tersi oldu. Çin’de herkes ilk günden itibaren maske takmak zorundaydı ve bu yayılma sürecini çok yavaşlattı. Bu kafamı karıştırıyor.”
Ertesi gün aradığımda telefonu cevap vermiyor. Yarım saat sonra kendisi arayıp “moral alkışına” katıldıklarını söylüyor. Dediğine göre pencereden “Virüsü mü alkışlıyorsunuz” diye kızanlar olmuş ama neşesi yerinde: “Haberlerden artık insanımızın beyinleri yandı.”
Günlerinin nasıl geçtiğini soruyorum. Söylediğine göre artık evden hiç çıkmıyor. Markete dahi gitmemiş. Ama babası ve kuyumcuda çalışan ablası hâlâ işe gidiyor. Ablasının iş yerinin çevresindeki kahvehane ve diğer dükkânların kepenk indirdiğini, kendilerinin tüm gün satış yapmadan beklediğini anlatıyor. Peki tedirginler mi?
“Evet yani çok dikkat ettiklerini söylüyor ama ne kadar edebilir ki? Satış yok, insan yok, patron ‘gelmeyin’ demiyor.”
‘Facebook’ta çok fazla yanlış bilgi var’
Gün içinde Twitter’dan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın ve TTB’nin hesaplarına, vaka sayılarına, sağlıkla ilgili nelerin Twitter’da öne çıktığına bakıyor. Sonra da hızlıca güvendiği kaynakları tarıyor. Twitter’da izlediği bazı kişilere güvendiğini bir kez daha söylüyor ve Facebook’tan yakınıyor:
“Yok ‘tuzlu su çekin burnunuza iyi gelir,’ yok bilmem ne… Fotoğraf üstü yazı bilgileri olan paylaşımlar var. Bunları insanlar birbirlerine atıyor… Bizimkilere (annesi ve ablaları) geliyor bazen, bana gösteriyorlar bakıyorum, araştırıyorum, doğrusunu bulup söylüyorum. Facebook’ta çok fazla yanlış bilgi var.”
Köpeği Layka da sosyal mesafelenme uyguluyor
Sokağa çıkma yasağı bekleyip beklemediğini soruyorum. Ama köpeği Layka’ya her ihtimale karşı 10 kiloluk mama almış.
Layka da ilk vakanın açıklanmasından bu yana dışarı hiç çıkmamış, tuvaletini balkona yapıyor. Sağlıkçılara destek alkışları için o da pencereye koşmuş 🙂
Yaprak genel bir sokağa çıkma yasağına ihtimal vermese de “daha kötü günlerin gelmesinden” korkuyor. Bakan Koca’nın bugünkü yeni açıklamalarını konuşuyoruz.
“10 bin kişiye test yapılmış, yurtdışından gelen 370 binden fazla insan var, bir yandan da ABD’ye yollanan testler var. Hepsini birlikte düşününce anladım ki yine Türkiye süreci iyi yönetemiyor.”
‘Ne yapayım Tom Hanks’in karısını?!’
Bunun dışında, medyada yer alan haberlerin “ya sayı ya da insan odaklı” olmasından rahatsız:
“Ya en çok ölen, en çok bulaşan ülkeler şehirler ya da ünlüler… Ama yani ben ne yapayım Tom Hanks’in karısının hasta olmasını. Sonuçta onlar hemen teste tabi tutulur, tedavisini de görür. Ünlülere bu kadar yoğun ilgiyi eşitlikçi bulmuyorum.”
Akşam haberlerinden sonra tekrar konuşuyoruz.
Haberleri ailecek her akşam aynı kanaldan (FOX TV) izliyorlar. ABD’ye gönderilen testlerden bahsedilmemiş, buna canının sıkıldığını söylüyor: “Normalde bu kanala güvenirim, hani yani sınır ötesi operasyon filan olduğunda çizgileri değişir (A Haber çizgisine gelirler) ama onun dışında güvenilir bulurum, programa katılan uzmanlara da güvenirim.”
Biraz da uzmanların katıldığı programlardan konuşuyoruz. Özellikle sağlıkçıların katıldığı açık oturumlar yapılıyor günlerdir, bunlar onları nasıl etkiliyor?
Açık oturumları artık izlemiyorlar
Normalde açık oturumları da babasıyla takip ettiklerini, ama bu süreçte neredeyse hiç izlemediklerini söylüyor: “Neden? Çünkü… Hepsinde Türkiye’de koronavirüsün önlenmesi meselesi tartışılıyor. Saçma! Açmıyorum, çünkü bilgi kirliliği… Çağırdıkları uzmanlara güvenmiyorum. Böyle karışık dönemlerde yalnızca birinci derece güvendiğim kaynaklara bakıyorum.”
Kardeşlerininse genel olarak düzenli takip ettikleri bir haber sitesi olmadığını söylüyor: “Bilgileri benden alırlar. Fotoğraf üstünde yazı olan o paylaşımlardan filan geldiğinde iletirler. Doğru mudur, değil midir diye sorarlar… Ben de araştırır geri dönerim.
Bir sonraki gün aradığımda dışarıda açıyor telefonu. Bir önceki konuşmamızda hatırlamadığı bir şeyi söylüyor: “İlk vakadan sonra hiç çıkmadım demiştim ama 20 dakikalığına çıkmıştım, ana caddedeki tekele gitmiştim.”
Mukayese etmesini istiyorum. “O günküne nazaran çok çok az insan var, onlar da sosyal mesafeye hiç dikkat etmiyor. Yalnız maskelilerin sayısı artmış.” Beş kişiden üçü maske takıyor.
Haberlerden konuşuyoruz yine. Muhalif medyaya bu süreçte güveninin arttığını söylüyor: “Bu kuruluşlar gerçekten ana akıma nazaran çok daha hassas yaklaşıyor sürece, haberleştirirken ne yazdıklarına dikkat ediyorlar. Disiplinli, bilimsel ve mantığa uygun ilerliyorlar bunu bir kez daha anladım.”
Süreci iyi yöneten ülkelerle ilgili haberler
Bununla birlikte, ana akım medyada ve sosyal medyada Sağlık Bakanı’nın çok fazla övülmesine anlam veremediğini söylüyor: “Sürecin iyi gittiğini zaten düşünmüyorum, ama fırıncıdan ekmek alırken mesela minnet duymuyorsam, bu olayda da Sağlık Bakanı’na minnet duymam. Dediğim gibi süreci iyi yürüttüğünü de düşünmüyorum.”
Gün içinde süreci iyi yöneten ülkelerle ilgili haberleri okumuş. İtalya örneği kendisini tedirgin etmiş. Peki sokağa çıkma yasağı gelmeli mi? (Bu sırada tekele giriyor)
“Temel ihtiyaçlar eczane, hastane, temel gıda alışverişleri… Bunlar kontrollü sürse ve bunları satanlar denetlense… Ben sınırlandırılmasından yanayım çünkü toplumun büyük çoğunluğu semptomları, kimlerin risk altında olduğunu bilmiyor gibi. Özellikle 35-40 yaşı geçince daha bilinçsizler. Ben bu yüzden kontrollü yasak olsun isterim”.
Tekeldeki çalışanların bilinçli görünmediğini söylüyor: “Benle kurdukları temastan anlıyorum. Zaten eldiven takmıyorlar. Takip mesafesine de dikkat etmiyorlar.”
Mesafelenmeye ne zaman dikkat etmeye başladığını soruyorum. İlk vakadan sonra evden ilk çıktığı andan itibaren hep dikkat ettiğini söylüyor. Dediğine göre zaten evden çıkmamasının sebebi bu mesafeyi koruyamayacağı korkusu.
Ama ‘takip mesafesi’ni ilk nerede/ne zaman duyduğunu hatırlamıyor. Özellikle anne babası için endişeleniyor. Babası hâlâ, üstelik gün içinde üç dört kez toplu taşıma aracına binip yer değiştirerek çalışıyor.
‘Babam agresifleşti, otoriterleşti’
Bir sonraki görüşmemizde, babasının hâlâ çalışmasının aileyi nasıl etkilediğini soruyorum.
“Babam dediğine göre çok dikkatli. Ama psikolojisi rahatsız. Şu aralar çok agresifleşti. Normalde yumuşak biridir, ama şimdi dışarı çıktığımızda kızıyor.”
Yaprak babasını “ilerici, hoş, naif, anlayışlı biri” diye tarif ediyor, ama anlattığına göre süreç onu “otoriterleştirmiş”: “Dışarı ne olursa olsun çıkmayın, ben sizin her şeyinizi alırım, ben size bakarım moduna girdi, aşırı hasssaslaştı. Babam bu konuda en endişeli olanımız şu an.”
Bazı haberler rahatlatıyor
Babasındaki bu değişim söylediğine göre ilk vakanın açıklanmasıyla birlikte yapılan “sokağa gerekmedikçe çıkmayın” ve “sosyal mesafeye dikkat edin” uyarılarının ardından olmuş.
– Artık kendinden ötürü mü, bizden ötürü mü korkuyor bilmiyorum, ama ikisi de herhalde.
– Ama kendisi dışarı çıkıyor…
– Tabii canım, kendi deli gibi çıkıyor, günde beş kez yer değiştiriyor… “Çok dikkatli geziyorum” diyor ama.
Dediğine göre haberlerde yalnızca üç kişinin kronik hasta olmadığı halde koronavirüsten öldüğünü duymak, onu biraz rahatlatmış.
Bir sonraki gün 65 yaş üstüne getirilen sokağa çıkma yasağını konuşuyoruz.
Yaprak, kronik rahatsızlığı olanların nasıl tespit edileceğini anlamadığını söylüyor ve bu yüzden yasağın uygulanabilir olmadığını düşünüyor: “Akşamı bekliyoruz. Bakanın konuşmasına bakacağız, delenler olacak mı göreceğiz.”
Akşam, gün içinde gördüğü haberleri konuşuyoruz. Sosyal medyada virüsün havada, demirde, ahşapta vs. ne kadar süre yaşadığına dair videolara rastladığını anlatıyor. Belli maddelerin, mesela karton kutuların 24 saat, bazen günlerce üzerinde virüslerin kaldığını duymuş, bu onu endişelendiriyor. Bunlar ev alışkanlıklarını etkiledi mi?
Olağanüstü temizlik önlemleri
Daha dün kardeşi evdeki tüm kapı kollarını silmiş. Ama “ölçüyü kaçırmamaya” dikkat ediyorlar: “Çok hastalık derecesinde ‘ay bunu alalım hemen imha edelim’ şeklinde değil de, geçen kargo geldi mesela, köpek maması getirdi, hemen attık onları.”
Bir de babasının rakı ve şalgam suyunu içmeden şişelerin dışını iyice temizleyip yıkadığını anlatıyor. Bunun dışında tüm ev halkı dışardan bir şey geldiğinde atabildiğini atıyor, atamadığını yıkıyor. Mümkün olduğu kadar da dışarıdan bir şey sipariş etmemeye çalışıyorlar.
Yaprak bugün markete gitmiş. 65 yaşın üstünde insanlar görüp görmediğini soruyorum. “Birkaç kişi vardı, esnaftı.”
Fox TV’de yasağı delenlerle ilgili bir haber izlemiş. Özellikle kronik hastalarla ilgili ayrımı nasıl yaptıklarına dair sorusuna cevap alamamış. “Hiçbir yerden bir şey öğrenemedim. Müeyyidesi nedir, onu da anlamadım. Anladığıma göre polislere ihbar ediliyor, polis tarafından da uyarı yapılıyor. O kadar yani bir yaptırımı yok.”
Yine televizyonda, insanların market, restoran, kafe, paket servisi gibi seçeneklere dair izlediği bir haberi hatırlıyor. “İnsanların dışarda yemeğe güveni çok azaldı. Biz de artık dışarıdan sipariş vermiyoruz hiç”
Artık haberlere en çok nerelerin kapandığını öğrenmek için baktığını anlatıyor.
Kardeşleri maske takmaya başlamış, kendisi sadece tek kullanımlık eldiven takmayı uygun buluyor. Eve girince nasıl “temizlendiğini” soruyorum:
‘Bunu haberlerde anlattılar hep’
“Geliyorum eşyaları kapı girişine bırakıyorum, sonra torbayı imha ettim, ellerimi yıkadım, üstüne 85 derece el kolonyamı sıktım… Ayakkabılarımın altını hemen siliyorum… Bunu haberlerde anlattılar hep, bence bu ayakkabı kuralı en önemlisi. Gelir gelmez ben üstümü çıkarıyorum, montu havalandırmaya balkona asıyorum, giysilerimi makineye atıyorum…”
Sonra bir başka profesörün, “ayakkabıları hemen içeri almayın, birkaç saat dışarıda dursun, sonra altını ıslak çamaşır suyuyla silip öyle alın ya da balkona götürün” dediğini hatırlıyor: “Bu süreçte evin içine girme adabı çok önemli gerçekten.”
Akşam, ailesinin Instagram ve Facebook’tan görüp paylaştığı haberlerden duyduğu rahatsızlıktan bahsediyor. “Beni bu süreçte herhalde en çok yıpratan bu oldu. Haberin kaynağı nedir diye ailemle girdiğim diyalog beni bitirdi… Geçen annem geldi, dedi ki: ‘Ilık su içmek iyi geliyormuş, virüsü öldürüyormuş.’ Çok sinirlendim…”
Bir de, koronavirüse karşı etkili olduğu ünlüler tarafından iddia edilen ürünlerin reklamına çok kızdığını anlatıyor.
Son günkü konuşmamızda artık gündemdeki koronavirüs dışındaki haberlere de baktığını söylüyor. Uzaktan eğitim süreci, okulda Adnan Menderes’in idamının çocuklara izletilmesi ve benzeri haberler…
Sonrasında ise yine dünyada virüsün nasıl yayıldığına ve vaka sayılarındaki artış ivmesine baktığını anlatıyor:
“Türkiye’deki artık İtalya’dakine benziyor, istatistiksel verilere bakınca bunu görebiliyoruz. Ve iktidarın süreci yönetemediğini bir kez daha iyi bir şekilde anladım bugün. Test oranları çok düşük, vakanın görüldüğü yerleri açıklamıyorlar. Açıklasalar, bu durum sokağa çıkmanın önüne geçebilir.”
Akşam attığı son mesajından ise bu süreçten artık epey sıkıldığını anlıyorum:
“Bugün işin ekonomik ve sosyolojik boyutuna da kafa yordum. Uzmanlar da ekonomik toparlanmanın çok zaman alacağını söylüyor. Ve işçi kesime yönelik olumlu anlamda bir politikası yok iktidarın. Asya’da 2. dalga korona salgını gibi söylentiler beni ürkütüyor…”
Journo yazarları, “Karantinada Haber” yazı dizisine, farklı demografik ve sosyoekonomik kesimlerden katılımcılarla devam ediyor.
Vatandaşlar koronavirüs haberlerini nasıl yorumluyor? Taşradaki muhafazakar bir televizyon izleyicisi bugünlerde haberleri nereden izliyor? AB grubundan muhalif bir kentli, hâlâ bayiye gidip gazete alıyor mu? Kadın sosyal medya kullanıcılarının kararını değiştiren bir haber oldu mu?
Bu tür sorulara yanıt aradığımız yazı dizisini şu sayfadan takip edebilirsiniz.